Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
TEKNOLOJİ POLİTİK Baha Kuban baha.kuban@gmail.com Felsefe Dil CBT 1450/2 Ocak 2015 3 Geçen yazıda “beyaz fil” ifadesinin gösteriş peşindeki idarelerin, bütçelerini çok aşan, işlevlerini yerine getiremeyen, batık bütçeli fiyasko projeleri için kullanıldığını belirtmiş, Benjamin Sovacool ve ekibinin enerji sektöründe ‘beyaz fil’ ödülü almaya hak kazanan projelerin büyük kısmının nükleer enerji santralları olduğunu gösteren çalışmalarına yer vermiştik. Sovacool ve arkadaşları, yayımladıkları makalelerin ilkinde (Energy, Eylül 2014, Cilt 74), bu konudaki yaygın görüşleri, elde ettikleri bulgularla şöyle sınamışlar: Hipotez 1 : Proje ne kadar büyükse hedefler o kadar şaşar . Sonuç : Bu hipotez sadece büyük hidroelektrik projeleri için geçerli. Zira nükleer santral yatırımları ister büyük ister küçük, daima şaşıyor (geçen yazıdaki grafik). Rüzgâr, güneş ve iletim projelerinde ise durum farklı; projeler büyüdükçe ölçek etkileri artıyor ve hedefleri daha az şaşıyorlar. Hipotez 2 : Proje süreleri uzadıkça maliyet yükselir Sonuç : Nükleer, hidroelektrik ve elektrik iletim projeleri için geçerli. Rüzgâr ve güneş yatırımlarında, süre uzadıkça maliyetlerin düştüğü gözlenmiş. Yazarlara göre bu durum olasılıkla teknolojik öğrenmenin hızından kaynaklanıyor. Hipotez 3 : Teknolojik öğrenme bütün kategorilerde geçerlidir. Başka bir deyişle, yapılan her yatırım öncekilerden öğrenir, daha düşük maliyetli ve daha hızlı olur. Sonuç : Şaşırtıcı belki, ama yaygın kanının aksine nükleer projelerinde ‘negatif’ öğrenme eğrisi var. Yani sayıları arttıkça hedefler daha çok şaşmış! Buna karşılık hidroelektrik ve termik santral yatırımlarında 70’lere kadar gözlenen ‘hafif’ öğrenme eğrisi, daha sonra tersine dönüyor. Rüzgâr, güneş ve elektrik iletim yatırımlarında ise öğrenme eğrisi “pozitif”. Burada belki vurgulanması gereken nokta, özellikle güneş enerjisi teknolojilerindeki muazzam maliyet düşüşlerinin arkasında, üretimdeki teknolojik öğrenmenin yattığı... Hipotez 4 : Ülkelerin gelişmişliği ve idare şekillerinin saydamlığı önemlidir. Sonuç : Burada belki bir oh(!) çekebiliriz... Sanılanın aksine, örneğin Avrupa’da, enerji sektörü yatırım projeleri Afrika, Ortadoğu ya da Asya’dakilerden daha iyi performans göstermiyor. Sektördeki en kötü hedef şaşma Kuzey Amerika’da! Yazarlara göre, bu bölgedeki nükleer enerji projelerinin sayısı ve büyüklüğü bu sonuçta belirleyici oluyor. Hipotez 5 : Küçük güzeldir. Sonuç : Kesinlikle! Sovacool ve ekibinin 1936 ve 2014 arasında 57 ülkede yapılan 401 elektrik sektörü yatırımını masaya yatırdıklarını, altı kategoride (nükleer, büyük hidroelektrik, termikkömür/ doğalgaz/petrol, rüzgâr, güneş ve yüksek gerilim iletim hatları) yapılan yatırımları incelediklerini, yatırım tutarlarının toplam 1 trilyon büyüklüğünde, projelerin toplam kurulu gücünün 325 GW civarında olduğunu hatırlayalım. Çalışma, ortalamada 1865 MW hidroelektrik yatırımlarından, yine ortalamada 987 MW olan nükleer, 710 MW termik, 39 MW rüzgâr ve 35 MW güneş yatırımlarına doğru indikçe projelerin ortalama maliyet ve süre aşımlarının da düştüğünü gösteriyor. Hipotez 6 : Çok küçük tehlikelidir. Başka bir deyişle, örneğin güneş projelerinde hedeflerden mutlak şaşmalar küçük olabilir ama sektörel ortalamalara göre küçük olan proje kapasiteleri göz önüne alındığında, göreceli olarak yüksektir. Sonuç : Yanlış! Yazarların bu hipotezi incelemelerinin nedeni belli ki ölçek üzerinde gelecek eleştirileri yanıtlamak. Bir kez daha küçük projelerin birim kurulu güç başına hesaplansa bile, çok daha verimli oldukları ve hedefleri tutturma performanslarının yüksek olduğu gösterilmiş. Sovacool ve arkadaşları ilkinin peşi sıra yazdıkları ikinci makalede (Energy Research and Social Science, Eylül 2014, Cilt 3), bu bulguların dayandığı nedenleri de ortaya koyuyorlar. Sovacool’un yurttaşı, Aalborg Üniversitesi’nden Prof. Bent Flyvbjerg de, tam bu konular üzerinde çalışıyor. Flyvbjerg’in bu konuda ses getiren önemli makalelerinden birinin başlığı manidar: “Taamüden Kandırma; Megaproje Onayının Arkasındaki Gerçekler” (* Harvard Design Magazine, Haziran 2005) Taammüden Kandırma; Mega Projeler* ve 6 Hipotez Bilim ve Felsefe Dili Olarak Türkçe Türkçemiz bunun için yeterlidir. Uluslararası düzeyde iletişim kurabilmek için İngilizce bugün en geçerli dildir Taner Derbentli C umhurbaşkanı Sayın R.T. Erdoğan’ın TÜBİTAK Bilim Ödülleri töreninde yaptığı konuşmada söylediği, Türkçe ile bilim ve felsefe yapılamaz anlamına gelen sözler kanımca yanlış bir değerlendirmedir. Bu sözlerin Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı tarafından, TÜBİTAK’ta söylenmesi ayrı bir tartışma konusudur. Ancak bu ülkede bilim yapmaya çalışan ve bu çabaya katkıda bulunabilecek öğrenciler yetiştiren bir kişi olarak bu sözlere üzüldüğümü ve doğru bulmadığımı belirtmek isterim. Herşeyden önce bilimin, bilimi yapan kişinin dilinden çok, almış olduğu eğitim, içinde bulunduğu ortam ve düşünme yeteneği ile ilişkili olduğunu sanıyorum. Her türlü düşüncenin dile getirilebildiği özgür bir ortamda yaşamak, var olan değerlendirmelerden farklı düşünebilmek, kurgular oluşturabilmek ve bunları kuramsal ya da deneysel yöntemlerle sınayabilmek bilimin olmazsa olmaz koşullarıdır. Kuşkusuz bir bilim insanı kendisiyle, yakın ve daha geniş çevresiyle iletişim içinde olmak zorundadır. Kendisiyle ve yakın çevresiyle iletişimi anadilinde yapar. Türkçemiz bunun için yeterlidir. Uluslararası düzeyde iletişim kurabilmek için İngilizce bugün en geçerli dildir. Amaç, bu dili de çocuklarımıza küçük yaşlardan başlayarak öğretmek olmalıdır. Şu da bir gerçektir ki, insan ne kadar çok kültürle ilişki içinde olursa, düşünme yeteneği o ölçüde artar. Aynı biçimde insanın kendi kültürünün dilini, yazınını, sanatını iyi bilmesi düşünce ufkunu genişletir. Türkçe bir bilim dili olarak yeterlidir. Türkçe yazılmış binlerce tez, makale, kitap bunun en güzel kanıtıdır. Örnek vermek gerekirse, Türk Isı Bilimi ve Tekniği Derneğinin 1972 yılından bu yana, her iki yılda bir düzenlediği Kongrelerde sunulan ve tartışılan bildiriler bu kapsamda sayılabilir. Kendi açımdan baktığımda, meslek yaşamımın öğrenciler tarafından en çok kabul gören, saygı duyulan uğraşları termodinamik ve ısı geçişi alanlarında Türkçe verdiğim dersler ve anadilimize çevirdiğim kitaplar olmuştur. Birkaç hafta önce, Cumhuriyet Bilim Teknoloji’de, Prof. Dr. Zeki Arıkan, güzel bir vefa örneği göstererek, Prof. Dr. Talat Sait Halman ile Prof. Dr. Orhan Burian’ı birlikte andı. Bu iki bilim insanımız, Türkçe’de bilim ve felsefenin nasıl yapılabileceğini eserleriyle göstermişlerdir. Prof. Dr. Talat Sait Halman’ın “Ümit Harmanı”, Prof. Dr. Orhan Burian’ın “Denemeler Eleştiriler” adlı kitapları kolayca bulunup, okunabilir. Sayın Cumhurbaşkanı’nın yukarıda belirtilen sözleri söylerken amacı, günümüz Türkçesi yerine Osmanlıca ile bilim ve felsefeyi daha iyi yapabiliriz demekse, konu tartışılabilir. Ancak bu konuda iki çekince koymak gerekir. Birincisi tüm diller, bilim, yazın ve sanat geliştikçe hem sözcük sayısı olarak hem de anlatım olanakları bakımından değişmekte, gelişmektedirler. İkincisi ise geçmişimizi iyi bilmenin, geriye bakmak anlamına gelmediğidir. Bugün Türkçe’nin vardığı aşama, düşüncelerimizi, duygularımızı en güzel anlatımlarla dile getirebileceğimiz bir düzeydir. Çocukluktaki Gerginlik Beyin Bölgelerini Küçültüyor Biological Psychiatry dergisinde yayımlanan yeni bir araştırma çocukluk döneminde yaşanan bu tür bir gerginliğin gerçekte beynin öğrenme, bellek ve duyguların işlenmesinden sorumlu bölümlerinin boyutlarını da etkilediği yönünde somut kanıtları gözler önüne seriyor. Duke Üniversitesi nörogenetik uzmanlarından Jamie L. Hanson ve arkadaşları kendilerine fiziksel anlamda kötü davranılan, yeterince ilgi görmeyen ve yoksul bir ortamda büyüyen 12 yaşındaki çocukların beyinlerini taramadan geçirdiler. Elde edilen görüntülerden beynin duyguların işlemden geçirilmesi ve bellekle ilintili olduğu bilinen amigdala ve hipokampus bölgelerinin boyutlarını ölçen araştırmacılar bu ölçümleri orta sınıftan ilgi ve sevgiyle büyümüş aynı yaştaki çocuklardan elde ettikleri ölçümlerle karşılaştırdılar. Sonuçta, gergin bir ortamda yetişen çocuklukların amigdala ve hipokampus bölgelerinin iyi bir ortamda yetişen çocuklarınkine kıyasla çok daha küçük boyutlarda olduğu görüldü. İnsan yaşamının erken evrelerinde yaşanan gerginliğin yetişkinlik döneminde yaşanan bunalım, kaygı, kanser gibi durumların yanı sıra, meslek yaşamındaki başarısızlıkla da yakından bağlantılı olduğu çoktandır bilinen bir gerçek. RU, Kaynak Scientific American Online/ Terden Güç Üreten BiyoPiller Alın teriyle kazanılan ekmeğin başı boşluğun getirdiği ekmekten daha hoş olduğuna mı inanıyorsunuz? Yoksa döktüğünüz terin sizin yerinize iş görmesini mi yeğlerdiniz? İyisi mi siz ter bezlerinize sıkı sıkıya tutunun, çünkü bilim insanları günün birinde terinizden güç üretebilecek bir aygıt tasarladılar. Tasarlanan bu aygıt Amerikan Kimya Derneği’nin San Fransisko kentinde yapılan yıllık toplantısı kapsamında kamuya sunuldu. Yoğun çaba gerektiren beden çalışmaları insanlarda, laktat adı verilen, laktik asit tuz ya da esterlerinin üretilmesine neden olur. Kasların çok çalıştırılması sonucunda kaslarda tanık olunan yanma duygusunu sağlayan da laktat molekülüdür. Spor yapanlar formda olup olmadıklarını kimi zaman laktat düzeylerini ölçmek suretiyle değerlendirirler. Bu işlem için genel de kişiden kan alınması gerekir. Araştırmacılar bu tür kan alımlarını azaltmak amacıyla terdeki laktat düzeyini ölçebilen bir aygıt geliştirdiler. Söz konusu aygıt laktatın içeriğindeki elektronları ayrıştırıyor ve bu da küçük bir elektrik akımı üretiyor. Üretilen akımın yeğinliği laktat miktarını yansıtıyor. Araştırmacılar sistemi denemek amacıyla 10 gönüllü deneğin koluna alıcı içeren bir bant yerleştirerek sabit bir bisikletin pedallarını çevirmelerini istediler. Bu işlem sırasında alıcı da deneklerin terlediklerinde ürettikleri elektrik akımını kaydetti. Bu işlemin ardından araştırmacılar çalışmayı biraz daha ileriye götürerek elde edilen elektrik akımından terle çalışan bir tür biyolojik pil üretmeye koyuldular. Kafalarında tasarladıkları bu düşüncenin geçerliliğini kanıtlamak üzere yaptıkları sunumda elde edilen enerji topu topu 4 mikrovata ulaşabildi ki, bu ancak bir saatin çalışmasına yeterli olabilirdi. RU Scientific American Online