Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
18 Tartışma CBT 1450/2 Ocak 2015 Doğan Kuban’ın ‘Doğru’yu Yeğlemesindeki Evrensel Haklılık Nedir? Doğan Kuban ‘doğru’ ile ‘namus’ kavramları arasında bir karşılaştırma yapıyor ve ‘doğru’ sözcüğünü evrensel nitelikli bulduğu için ‘namus’a tercih ettiğini söylüyor. (CBT 1435/19 Eylül 2014) Yıldız Cıbıroğlu yildizcibiroglu@gmail.com (Güneş’e adanmıştır.) Bu gerçekliği tog, doğ ile oluşan sözcükzincirinde açıkça görebiliriz: ‘Evrensel’le ‘doğru’ ilişkisi bu zincirde, evrendeki tüm varlıkları kapsayacak şekilde, evrensel doğrular üzerinde ‘uzlaşmak’tan kaynaklanır. Güneş ‘modelsimge’ yapılarak ‘doğa’, ‘doğmak’, ‘doğrulmak’ ve ‘doğru olmak’ tümelde varlıklar için ‘varoluş’un ilkeleri olarak kabul edilir: Böylece somuttan soyuta geçilmekte ve ‘doğru’ kavramı da Güneş’in doğumuyla başlatılmaktadır. Bu yaklaşımda doğmak kavramı somut anlamından çok, Şamanlıktaki veya bilgelikteki ‘tinsel/ zihinsel’ açıdan ikinci kez doğma olgusunu içerir. Togu/doğu, Güneş’in doğduğu yer (Doğ eski türkçede tog biçimindedir.); togu (vatan, toprak; ancak yanı sıra fikirlerin doğduğu til/dil ve tinsellik de insanın vatanı, yurdudur: Kaşgarlı’da bir atasözü: “Toprak terk edilir, til terk edilmez” diyerek dilin tinsel toprak olduğunu belirtir.). Devam edelim: tugmak (doğmak), toğom (tohum), tohur (ürün), toklu (hamile koyun), togu (örf, töre, düzen), togru (doğru), togru (bıçağın kabzasıyla kesici bölünü birleştiren düz ince demir), doğru, eğri olmayan, dürüst; doğruluk (etik), turuu veya tuuru (Şaman ağacı), togrul/toğrul (mitsel kuşun adı; Hayat Ağacı’nın tepesinde yaşayan ve destan kahramanı Er Töştük’ü erginleme sırasında içine alıp yeniden tinsel boyutta doğuran/dönüştüren, ona varoluşun gerçekliğinin tinsel ve bedensel doğrulma olduğunu öğreten kuş’un adı), ‘togrul’, ‘doğrul’ (doğrul, doğru ol, dik dur, anlamında B. Ögel; örnek alınan modeller: Güneş’in doğumla başlayan doğrulma süreci ve her sabah yılmadan yeniden doğrulmayı sürdürmesi; ağacın asla yatık olmaması, ölene dek dik/doğrulmuş olarak yaşaması ve Hayat Ağacı’nın tepesinde daima doğrulmuş olarak duran toğrul kuşu; Tuğrul erkek adı Toğrul’dan gelir), doğa (esin kaynağı olan, gözlemlenen, örnek alınan, uyumlu yaşanan tabiat), doğan (Türklerde ongon, kutlu kuş; bu sözcükzincirinin semantiği bağlamında ‘doğan’ ikinci kez doğarak yerin bağlarından kurtulmayı, özgürleşmeyi temsil eder). Sumerolog Kramer, Sumer şiirlerinin bazılarında “evrenin kuralı olduğu düşünülen ‘anahtar sözcükler’in ve ‘örüntüler’in bulunduğunu” belirtir (1). Tog veya doğ sözcük kodları da türkçenin derin yapısında avcılık dönemlerinden beri başlayıp korunan, anahtar sözcüklerle yapılmış bir örüntü, anlamlı bir dizge, bir zincirdir. Zincirdeki semantiğin temelini varlıklar arası ilişkiler ve insan olanlarla insan olmayanların ayırt edilmeksizin hep birlikte nasıl mutlu olacaklarına dair önermeler, çağrışımlar oluşturur. Sözcükzincirinin anahtar sözcükleri bilindiğinde anlaşılmaları güç olmaz. Güneş’in varoluşunun, her sabah izlediği yolun tanığı olmayan yoktur: Güneş çemberinden her biri dik açı çizerek çıkan, doğru ve düz bir yol izleyen ışınlar; Güneş’in düz (eğri değil), doğru, dik olma durumuyla ilişkilendirilmesinde esin kaynağı olurlar. Tog (ve türevleri) ile kodlanan bu sözcükzincirini incelediğimizde ortaya şu çok basit doğa gerçeği çıkar: Güneşin doğuşuyla birlikte aydınlanan yeryüzü, insan tarafından daha iyi görülür/gözlenir, bilinir, anlaşılır duruma gelir; bu olasılıkla insansılardan beri deneyimlenen bir gerçekliktir. ‘Güneş gözle görülen doğrularla’ ilişkilendirilmiştir. (Pek çok ikonografide ve çağdaş resimde Güneş gören üst göz’dür.) Işıktan okları doğrulara işaret eder: İnsanın yarattığı bilgelik içinde etik kavramlar Güneş üzerinden oluşturulan ‘simgecilikle’ açıklanmaya başlanır: Güneş hiyerarşik davranmaz, bütün varlıklara ışınlarını eşit miktarda dağıtır; Sumer mitlerinden başlayarak, o, evrensel adalet, doğruluk/etik, eşitlik, gözlem yapma ve uslamlama, bilgi/bilgelik simgesidir. İnsan soyu gözle görülen doğrular ve adalet üzerine ürettiği düşünceleri, uslamlamayı Güneş’in doğuşuyla ilişkilendirmiş; en güçlü varlık (ışık ve ateş) olarak gördüğü Güneş’le doğru’yu (töre/etik) savunmuştur. Güneş yol gösteren rehberdir: Jung (özetle) “bilinçdışında yalnızca bilinçdışının karanlıklarında bekleyen içgüdüsel baştan çıkarıcılar yok; insanoğluna aşağıya değil, daha ileriye doğru yol gösteren bilge ve ay dınlık rehberler de vardır” diyor. (2) Sumer Gılgamış Destanı’nda Utu (=Güneş Tanrı; tu, doğmak) Kral Gılgamış’a rehberlik eden adil, bilge ve aydın bir ağabeydir. Aynı zincirin anahtar sözcükleriyle başka dillerde de karşılaşırız: İngilizcede true, doğru, hakiki, gerçek; truth doğruluk, hakikat: yunanca kökenli dogma, sorgulanmayan doğru, anlamına gelir. Güneş’in doğuşu ile yeni bir fikrin doğuşu arasındaki benzeşim: Türkçe tog zincirinde tugmak (doğmak), tugum (doğum), toğom (tohum), tohur (ürün), togu (örf, töre), togru (doğru); doğru (adil, eğri olmayan, hileye sapmayan), doğruluk (etik, hakikat), togrul/doğrul (dik dur, onurunla var ol) sözcükleri arasındaki bağıntılarda kendini çağrışımlarla hissettiren şey Güneş’in doğuşu ile tinsel fikrin doğuşu arasındaki benzeşimdir. Jung fiziksel doğumla yeni bir fikrin doğumu/tohumu benzeşimini arketipsel bağlamda ‘meyve veren sözler’ (logos spermatikos) olarak ele alır: “cinsiyetler arasında doğal bir tamamlayıcılık vardır, ve bu durum ‘bir çocuğu’ doğurmak gibi yalnızca fiziksel bir seviyede değil, aynı zamanda ‘spiritüel’ (=tinsel – YC) bir çocuk doğuran gizemli imgeler arasında da gerçekleşir.” (3) Yerle gök arasında tohumlanan ve doğrularak var olan Güneş gibi, düşünce tohumları da karşıt düşünceler arasında doğmakta ve insan soyuna göğe yükselen Güneş gibi ışık saçmaktadır. Güneş her sabah iki karşıt enerji (yer – gök) arasında yeniden doğan ‘yaşam enerjisi’nin tohumu ve ‘düşüncenin’ tohumu kabul edilmekte; sürekli değişimi ve tamamlanmamış/bitmemiş olanı göstermektedir: Güneş, dişil yerle eril gök arasında devinir. Yer ve gök birbirine en büyük iki karşıt ve iki farklı varlıktır; bu nedenle ‘eşit hukuklu’ karşıt ikililer için ‘rolmodel’ işlevi görürler: Onların arasında çatışma (ilkbahar öncesi yıldırımların gürlemesi, yıldırımların yakıcılığı) ve uzlaşma (ilkbaharda parlayan güneş, yağan ve toprağı yeşerten yağmurlar) vardır. Yer gök karşıtlığında ‘çatışma’ ve ‘uzlaşma’, varlıkların dengesini bozmadan ve çevreyle birlikte daha iyi bir duruma geçmek koşuluyla kabul edilir. Yer gök ikilisi ve ikisi arasındaki tohum/ ürün olan ‘Güneş’, bu çatışma ve uzlaşmanın en parlak, özenilesi çocuğu/meyvesidir. ‘YergökGüneş’ doğadaki diyalektiğin en görkemli ‘üçlü’sünü oluşturur ve diyalektikteki ‘tez antitez – sentez’i temsil ederler. Şaman zihniyet, doğadaki diyalektik mantığı örnek alır ve –dogma olmayan ‘evrenselci İkilibirlik’ anlayışını oluşturur. Doğanın ve insan tininin içinde sayısız ikili karşıtlar, onlar arasında oluşan sayısız enerjiler ve o enerjilerden doğan sayısız yeni şeyler (aynı zamanda değişimler) vardır. Bu gerçeklik her tür insaninsan ilişkisinde, insanla insan olmayan varlıkların ilişkisinde, durumda ve olayda model gösterilir: Bu yazıda ‘tog‘ koduyla başlatılan sözcükzinciri tümelde Güneş’in ‘doğa, doğmak, doğrulmak ve doğru’yla kurulan ilişkisine odaklıdır. Zincirdeki sözcükler yaşamın anlamını ezelden beri sorgulayan insanın, tinsel dünyadaki yolları üzerinde yer alan ve uyaran bir tür trafik lambalarıdır. Konuşma dilinde tog kodunun kaynağı yıldırımın sesidir: Güneşin doğuşu ‘görsel imge’, yıldırımın sesi ‘işitim imgesidir’: Her ikisinin de ortak yanı, ‘yer – gök’ gibi karşıt ikili arasında’ ışık ve sesle başlayan enerjidir. Ama Güneş’in doğuşu da kolektif bilinçdışında ses imgesiyle birlikte çağrıştırılır: Güneşin doğuşunun sesle ilgisi; orman horozunun Güneş’i görünce ötmesi ve kadınlar önceleri tan vakti doğum yaptıkları için, çocuğun doğar doğmaz birden duyulan ağlama sesidir. Her iki olgu da yinelenen gerçeklikler olarak bilinçdışında korunmaktadır. Bu müjdeye ilişkin sesler güneş’in doğuşundaki görkemli kızıllığa –günlük evrendoğuma eşlik ederler. Güneş’in ‘doğuşuyla’ ve bu seslerle dünya ‘değişir’, her sabah yeni bir yaşam başlar. (Her gecenin sabahı vardır, sözünü anımsayalım.) Yıldırım ‘evrensel anlamda birçok dilde ve Türkçede’ toq/tak/trak gibi konuşma sesleriyle veya bu sesin türevleriyle ifade edilir: yaltırım, yaltırık, yıldırım başka dillerde de türevleri olan sözcüklerdir; bu kod Yunan mitolojisinde Elektra (ki çakır/şimşek gözlüdür) adlı doğadaki evrensel adaleti isteyen kadın kahramanda ve giderek elektrik sözcüğünde yaşamaya devam eder. Bu sözcüklerde yal bölümü yıldırımın kaygan geçişli ışığıyla; tırık/tırak bölümü yıldırımın sesiyle ilişkilidir. Yıldırımın sesi ve görüntüsü ile başlayan değişim ise ilkbahar, yani kıştan sonraki yeni bir hayat, mevsimlik evrendoğumdur. Yıldırım yerle göğün birbirine dokunmasını, değmesini, değişmesini sağlayan göksel çatallı ‘değnek’tir (sihirli değnek). Tog koduyla başlayan sözcükzincirinden yeni bir zincir çıkar: togunmak (dokunmak), tegmek (değmek), değişmek, değişim semantiğine bağlı sözcükler tegkoduyla yapılır: Dokunmak ve değmek sözcükleri değişimi başlatan edimin değmek ve dokunmak olduğunu anlatırlar: Bu dünya görüşünde iletişim çok önemlidir ve somut soyut dokunmayı /değmeyi önermektedir. Güneş ve yıldırım yerle gök arasında devindikçe, yere ve göğe, ağaca, suya ışıktan/ateşten elleriyle dokunup/değdikçe doğa değişir. Güneş ve yıldırım uzamda (mekânda) ve zamanda değişimin dokunarak, değerek gerçekleştiğini en büyük boyutta gösteren ‘model simge’ varlıklardır. Togunmak/dokunmak, tokmak (değiştiren/ öğüten araç), dokuma, tegmek/değmek, değnek, değişim, değişmek, değirmen (öğüterek değiştiren) bu zincirin sözcükleridir. ‘Tek’ olan değişmez: Değişim için en az