25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 Psikoloji CBT 1436/26 Eylül 2014 POLİTİK BİLİM Müfit Akyos mufıta@ttmail.com BABALAR VE KIZLARI2 Boşanmış ailelerde kızlar daha erken âdet görmeye başlıyor Raporların Dili Yenilikçiliği besleyecek kültürü, eğitimi ve cesareti yaratacak ortamın oluşturulması gerekmektedir. Hemen bütün ekonomik, sosyal ve insani gelişmişlik endekslerinde ülkemizin giderek daha alt sıralara kayması son on yılın gerçeği. Son olarak, “2014’ün ikinci çeyrek verilerinin Türkiye ekonomisinin milli hasıladaki düşüşle dünya liginde 17. sıradan 18.’liğe gerilediğini” göstermesi de bunun kanıtı olsa gerek. Bu durumda herşey aynı kalsa bile 800 milyar dolarlık bir milli hasılayı dokuz yıllık bir sürede 2023’te yaklaşık iki trilyon dolarlık bir milli hasılaya (Hindistan’ın bugünkü onunculuk konumu) yükseltmenin hayalinin bile kurulamayacağı açıktır. Hele de ekonomik, sosyal ve teknolojik gelişmişliğin birlikte gitmesinin gerektiği günümüzde. Tersine örnekler bulunabilirse de sürdürülebilirliğini sağlamak olanaksızdır. Bu köşenin ilgi alanına giren konularda da ülkemizin durumu pek farklı değil. Aşağıda örneklenen iki rapordan hareketle ülkemizin yenilikçilik ortamını bir kez daha irdelemeye çalışalım. İlk rapor rekabetçiliği esas alan ve geniş bir çerçevede değerlendirme yapan The Global Competitiveness Index Küresel Rekabet Raporu, 2014 – 2015. Bu raporda Türkiye rekabet gücünün önemli bileşeni ‘Makroekonomik ortam endeksi’nde 76.’lıktan 58.’liğe yükselmesine karşın genel sıralamada 144 ülke arasında önceki yıla göre bir basamak daha gerileyerek 45. sırayı aldı. Daha da önemlisi ‘Kurumsal yapılanma endeksi’nde 56.’lıktan 64.’lüğe; ‘İnovasyon endeksi’nde ise 56.’lıktan 50.’liğe geriledi. İkinci rapor The Global Cleantech Innovation Index’de (Küresel Temiz Teknoloji Yenilik Endeksi) ise ülkelerin girişimci temiz enerji filiz firmaları (startups) aracılığıyla yenilikçi temiz enerji teknolojilerini geliştirme ve ticarileştirme potansiyelleri 15 ölçütle değerlendirilmektedir. Kırk firmanın değerlendirildiği 2014 yılı raporunda Türkiye 31. sırada. Rapordan bazı başlıklar ders çıkartılacak içerikte. Örneğin İsrail’in ilk sırada yer almasının ana nedeni olarak “kişi başına düşen yenilikçi filiz firma sayısındaki üstün başarımı” gösterilmektedir. Ayrıca ülkenin yenilikçiliği besleyecek kültürü, eğitimi ve cesareti (metinde İbranice’de risk almakta cesaretli anlamına gelen ‘chutzpah’ sözcüğü ile ifade edilmiş) yaratabildiğine ve kaynakları kısıtlı bir coğrafyayı yönetmek için hayatta kalma güdüsüne de işaret edilmektedir. İşgücünü sürdürülebilir yenilikçilik yönünde hareketlendirmedeki belirgin çabası Finlandiya’yı ikinci sıraya yerleştirmiştir. Finlandiya aynı zamanda daha büyük ve temiz teknolojiye aç pazarlara açılmada geliştirdiği yenilikçi yöntemlerle dikkati çekmektedir. Üçüncü sırada yer alan ABD ise temiz teknoloji filiz firmalarına sağladığı en yüksek risk sermayesi ile dikkati çekmektedir. Modelde yenilikçiliğin girdi/çıktı oranı ülkelerin genel sıralamadaki yerini belirliyor. Değerlendirmede Türkiye “yenilikçilik girdileri”ne karşın “yenilikçilik çıktıları”ndaki başarımında daha alt sıralarda yer almaktadır (ortaya çıkan yeniliklerde 36., yeniliklerin ticarileştirilmesinde 39.). Ülkeler ortalamasının üç olduğu girdi/çıktı oranında Türkiye’nin birin altında kalması teknoloji yönetimindeki yetersizliği olarak yorumlanabilir. Örneklenen raporlarda işaret edilen teknoloji ve yeniliğin ortaya çıkmasını sağlayan koşullara ve değerlendirme ölçütlerine (yenilikçilik ortamı, girişimcilik kültürü, girdilerçıktılar, risk sermayesi, ticarileştirme, kurumsal yapılar ve yönetimi gibi) ülkemizin yenilikçilik ortamı açısından baktığımızda genel manzarayı şöylece özetlemek olanaklı: Teknoloji geliştirmenin olmazsa olmazı temel bilim alanlarına değil yeni yatırım yapmak öğrenci bile bulunamadığı, ilgili siyasa, strateji ve planlamada yetersiz kalındığı, üniversitelerin niteliksizleştirildiği, yeni ürün geliştirmenin teknoparklara hapsedildiği, teknolojiyi ticarete konu edecek sermayenin çok cılız kaldığı ve kurumlaşamadığı, kısıtlı tasarrufların taşa toprağa yatırıldığı, entelektüel sermayenin küçümsenip dışlandığı, güvensizliğin ve yolsuzluğun kol gezdiği bir ortam. Bu özeti karamsar bulabilirsiniz hatta bazı kişisel veya firma düzeyinde başarı örnekleri de verebilirsiniz. Ama bunlar, bütün eğitim sisteminin imamhatipleştirilerek bilimteknolojiyenilik ortamımızın üzerine tüy dikildiğini görmemizi engeller mi? B Babanın yaydığı koku kızların davranışını etkileyebiliyor. Hayvanlar dünyasındaki, davranışları değiştiren feromen kimyasallarına sahip erkekler de, kokularıyla kızların üzerinde etki sahibi... abalarla kızları arasındaki ilişkiyi ve babanın yokluğunun kızlarında yarattığı ters etkileri öncelikle inceleyen ve gözler önüne seren bilim insanı, Arizona Üniversitesi evrimsel gelişim ruhbilimcilerinden Bruce J. Ellis’dir. Ellis, çocuğun gelişiminde çevrenin biçimlendirici bir rol oynayıp oynamadığı merak ediyordu. Bunu anlamada Darwin’in doğal seçilim kuramının bir yardımı olup olmayacağını anlamaya çalışıyordu. Çocukluğun ilk evrelerinde yaşanan deneyimlerin, gelecekte eş seçimini etkileyebileceği Kimilerinde anababa boşanmış, kimilerinde boşanmamıştı (denetim grubu). Ellis’in yanıtlamaya çalıştığı iki soru vardı: Kız çocukların ilk âdet görme yaşı babanın evde geçirdiği süreden etkilenmekte miydi? Bu yaş babanın davranış biçimine göre değişebilir miydi? İkinci soru sonradan eklendi, çünkü geçmişinde şiddet, bunalım, uyuşturucu, hapis gibi birtakım deneyimleri olan babalar çocukların gelişimini etkileyebilirdi. Sonuçta Ellis’in kuşkuları doğrulandı. Boşanmış ailelerde küçük kızlar büyüklere kıyasla 11 ay daha önce âdet görmeye başlıyorlardı ancak bu durum yalnızca babaların kötü davranışlar sergilediği aileler için geçerliydi. Ellis çocukluğun ilk ve orta evrelerinde babadan gerek fiziksel, gerekse ruhsal açıdan uzak kalmanın, çocuğun cinsel gelişiminde değişime yol açan “yaşamı dönüştürücü temel bir unsur” olabileceği sonucuna vardı. Daha sonraki çalışmalarda Ellis, babalarından daha yakın bir ilgi gören kızların çekince düzeyi en düşük cinsel davranış biçimleri sergilediklerine de tanık oldu. Peki, babaların kızları üzerindeki bu etki tam olarak nasıl oluşuyor? İnanılması güç, ancak bir o denli de olası bir açıklama, babanın yaydığı kokunun kızların davranışını etkileyebileceği yönünde. Çeşitli hayvan türleri çevrelerine başkaları tarafından algılanan ve davranışlarında değişime yol açan feromon adlı kimyasallar yayar. Hayvanlar üzerinde yapılan araştırmalar kimi türlerde, aralarında bir bağlantı olmayan erkeklerden yayılan feromonların ergenlik dönemi gelişimini hızlandırdığı yönünde birtakım kanıtlar sunarken, kimi bulgular da babadan yayılan feromonların bu süreci yavaşlatabileceğine işaret ediyor. Bu konuda henüz kesin bir kanıt yok, ama insanlar için de aynı şeyin geçerli olması durumunda, babanın varlığının ya da yokluğunun kızlarını nasıl etkilediği konusu feromonlarla açıklanabilir. Babaların erkek çocuklarını nasıl etkiledikleri konusuna gelince Ellis bu konuda henüz bir bilgimiz olmadığına, ancak babaların oğulları üzerinde yarışmacı duyguları körüklemek ve büyüyüp aileyi terk ettiklerinde başarıya ulaşmaları yönünde yüreklendirmek gibi çok daha farklı bir etki yaratabileceklerine dikkat çekiyor. Rita Urgan, Scientific American Online/ 1 Mayıs 2014 KUŞKULAR DOĞRULANIYOR gibi ilginç bir görüşten yola çıkan Ellis, babalarla ilgili araştırmasına 1991 yılında başladı. Küçük yaşlarda yaşanan deneyimler, görünürde kızların daha sonraki cinsel davranışlarını “belirlemekteydi”, oysa erkekler farklı bir strateji izlediklerinden böyle bir etki söz konusu değildi. Ellis çalışmalarını sürdürdükçe kız çocuklarıyla babaları arasında güçlü bir bağ olduğu da açıklığa kavuştu. Gelgelelim, Ellis, kızlarda görülen etkilerin babanın davranışından kaynaklanıp kaynaklanmadığı sorusuna kesin bir yanıt getiremiyordu. Ergenlik döneminde kız çocuklar anababalarından aldıkları belirli genler yüzünden çekinceli cinsel davranışlar sergiliyor olabilirlerdi, ya da kızlardaki değişiklikler ailedeki başka bir unsurdan kaynaklanabilirdi. Ellis bu durumu aydınlığa kavuşturmak için yeni bir yol denedi. Boşanmış ve aralarında beş yaş fark olan iki çocuklu aileleri ele aldı. Bu ailelerde büyük çocuğun anababasıyla geçirdiği süre küçük çocuğa kıyasla beş yıl daha uzun olduğuna göre, babanın yokluğunun küçük çocuğu daha çok etkilemesi gerekirdi. Dahası, bu durumda her iki çocuk için aynı koşullar geçerli olduğundan genlerin ya da aile çevresinin sonuçları etkilemesi de söz konusu olamazdı. Araştırmaya iki kız çocuklu aileler katıldı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle