02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

14 Dil CBT 1436 /26 Eylül 2014 TEKNOLOJİ POLİTİK Baha Kuban [email protected] Nedir bu ‘Seyir, Hidrografi, Oşinografi diye sordunuz mu hiç? Tarık Konal [email protected] 1909’da Denizcilik Bakanlığı’na (Bahriye Nazırlığı) bağlı olarak bir “deniz yüzeylerini ölçme (mesaha) denizde dolaşım (seyir)” birimi oluşturulmuş. Bu birim, 1928’de günümüzdeki Harita Genel Komutanlığı’na, 1950’de SeyirHidrografi Dairesi adı altında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlanmış. Bu birime 1972 yılında nasıl bir aymazlıktır, tanımlaması güçbiri Arapça, biri Yunanca, biri Fransızca, üç sözcükten oluşan Seyir, Hidrografi, Oşinografi Dairesi Başkanlığı adı verilmiş. Ülkemizin denizlerinde, sularında her tür değişikliğe neden olabilecek çalışmalarda başvurulması gereken, Türk Deniz Kuvvetleri’ne bağlı bir daire başkanlığının adı sizde yadırgı yaratır mı? Nedir bu Seyir, Hidrografi, Oşinografi diye sordunuz mu hiç? Bu kurumun özgörevine ilişkin olarak bilgisunarda yazılanlara birlikte bakalım: SHO Daire Başkanlığı’nın misyonu: Çevre denizlerdeki seyir emniyetine, bilimsel deniz araştırmalarına ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı unsurlarının harekâtına destek sağlamak maksadıyla; emrindeki mesaha unsurlarını ve mevcut imkân kabiliyetlerini kullanarak, askeri ve sivil denizcilere seyir, hidrografi ve oşinografi hizmet ve ürünlerini temin etmek, bu alandaki ulusal koordinasyon ve uluslararası faaliyetleri yürütmektedir. Bu tanımı Türkçeleştirmek gerek diye düşündüm, Türkçeleştirdim: SHO Daire Başkanlığı’nın Özgörevi: Çevre denizlerdeki dolaşım güvenliğine, bilimsel deniz araştırmalarıyla Deniz Kuvvetleri Komutanlığı öğelerinin eylemcesine (harekât) destek sağlamak ereğiyle; emrindeki ölçüm gereçlerini, günün olanaklarıyla yeteneklerini kullanarak, askerisivil denizcilere güvenli dolaşım (seyir), subilgisi (hidrografi), sualtıbilgisi (oşinografi) hizmetleri ile bunların ürünlerini sağlamak, bu alandaki ulusal eşgüdümlerle uluslararası çalışmaları sürdürmektir. Özgörevi tanımlanan SHO’nun açılımına geçelim: Arapların seyir dediklerine biz Türkler gidiş, ilerleyiş, dolanım, dolaşım deriz. Bir deniz aracının denizde güvenli bir biçimde ilerlemesi için kimi bilgilere gereksinim vardır. Hava durumu, batıklar, denizde yol göstermeye ya da kimi uyarılara yarayan yüzertopların (şamandıra) konumları, deniz fenerlerinin durumları, varsa denizlerde düzenlenmiş etkinlikler, askeri eğitimler, araştırma gemilerince yapılmakta olan çalışmalar gibi tüm etmenlere (faktör) ilişkin bilgiler, deniz araçlarını güvenli bir biçimde kullanmak isteyenlere bildirilir. Deniz araçları anılan bu bilgilerden yararlanarak güvenli bir doğrultuda (rota) ilerleme olanağına kavuşurlar. Kanımca buna Arapça seyir yerine Türkçe denizde güvenli dolaşım denmelidir. Hidrografi sözcüğü Yunancadır. Hidro su, graphein betimleme’dir. Hidroloji, yeraltıyerüstü sularının durumunu, oluşumunu, dağılımını, bunların insan yaşamına etkilerini inceleyen bir bilim dalıdır. Deniz çanaklarının yerbetimini (topoğrafya), buradaki batıkları, sığlıkları, su devinimlerini de incelediğinden bu uğraşa kanımca subilgisi denmelidir. Oşinografi, Fransızca bir sözcüktür. Sudaki ortamla deniz tabanındaki ortamın fiziksel, kimyasal, canlıbilimsel (biyolojik), yerbilimsel (jeolojik) özelliklerini, bu konudaki incelemelerle edinilmiş bilgileri denizcilik alanında kullanılır kılar. Bu bilim dalına denizbilimi ya da sualtıbilgisi denmelidir. *** Günümüzde Türk Silahlı Kuvvetlerine bir görev düşer: Türk Silahlı Kuvvetleri, Bilge Önder ATATÜRK’ün 1 Kasım 1932’de verdiği Türk dilinin kendi benliğine, aslındaki güzelliklerle zenginliğe kavuşması için bütün devlet kuruluşlarının özenli, ilgili olmasını dileriz biçimindeki buyruğunun gereğini yapmalı, anılan birimin üç yabancı sözcükten oluşmuş adını Türkçeleştirmelidir. Türkçemizin deyiş gücüne sarılmalı, o birime Seyir, Hidrografi, Oşinografi Daire Başkanlığı değil, Denizde Güvenli Dolaşım, SuSualtı Bilgileri Daire Başkanlığı denmeli. Ulusal bir kurumun adı, ulusun diliyle anılasıdır! 10 İşçi cinayetine çok yüksek tazminat cezası verilmeli Sayın Orhan Bursalı, Insan ülkemizdeki gelişmeler karşısında ne yazabilir, artık lafın bittiği yerdeyiz, diye düşünürken, gazetede sayın işadamı beyefendinin, öldürülen işçiler için “işçiler hatalı, dikkatsiz ve yalancı” dediğini okuyunca, bir arkadaşımın New York’ta bir gökdelenin camlarını silerken düşüp sakat kalan eşinin hikayesini hatırladım; delikanlıya verilen tazminatı düşündüm. Bu olay Amerika’da olsa idi, o inşaat şirketine piyasadan silinecek büyüklükte tazminat ödetirlerdi. Bizde bu tabii yapılamaz, bu 10 işcinin ailelerine en azından 10 ‘ar milyon TL verilmeli, sayın yargıçlar hiç değilse bu kadarcık haklı olanın yanında olmalı, ayrıca bence aileler tek tek öldürülen evlatlarına yalancı sıfatını yakıştıran bu zat için hakaret davası açmalı. Aslında bu tip sözde kaza ama özde cinayet olan vakalarda mutlak yüklü tazminatlar ödenmeli, en azından geride kalanların sefalet çekmemesi sağlanabilir ve bu maddi zarar patronları işcilerine karşı daha dikkatli hale getirebilir. Yani ihmal azalabilir. Zira öyle görülüyor ki bizim paraya tapan işverenlerimiz, normal uygar insan haline dönüştürülebilir. Ayhan Ulubelen “Kayagazı devrimi” bu aralar enerji sektöründe en moda laflardan biri. 1990’ların sonlarına doğru, Teksas’lı petrolcü George Mitchell, kayaç türü jeolojik formasyonlarda saklı doğalgazı yukarıya çıkaracak “maliyet etkin” bir teknik bulduğundan bu yana, ABD piyasasında, özellikle 2010’dan itibaren ‘yeni enerji devrimi’ yaygaraları eşliğinde doğalgaz üretimi patladı ve doğalgazı fiyatları hızlı bir düşüşe geçti. ABD’nin enerjide dışa bağımılılığı bitiyor muydu? Doğalgaz ABD’nin kömüre dayalı elektrik üretimini ikame ederek iklim değişikliğine yol açan salımların ana kaynağını bertaraf edebilecek miydi? Kayagazı, Türkiye’nin de dahil olduğu pek çok ülkede büyük heyecan yarattı. Uluslararası iklim müzakerelerinin tek ve cılız başarısı Kyoto Protokolü’nün 2012’de bu doğalgaz üretim patlaması yüzünden başarısızlığa mahkum olduğu iddia edildi. Gerçekten de Kanada ve İngiliz hükümetleri bugüne kadar kısıtlı ve yasak olan kayagazı arama faaliyetlerine tekrar başladılar. Kayagazı çıkarmanın Avrupa’da pek çok ülkede hâlâ yasak olduğunu hatırlatalım. Sorunun merkezinde, George Mitchell’in bulduğu ve doğalgaz içeren jeolojik kayaç formasyonlarının yüksek basınçta su püskürtülerek kayaçları parçaladığı “hidrolik kırma” tekniği bulunuyor. ABD’de kayagazı kuyularının sayısının 500,000’i aştığı söyleniyor. Kırma işlemi sırasına pek çoğu yüksek derecede toksik, 700’e yakın kimyasal , milyonlarca litre suyla birlikte toprağın altına püskürtülüyor. Bu akıl almaz üretim tekniğinin ortaya çıkardığı çevresel, insani yıkımın boyutları da yaygınlaştıkça hızla anlaşılmaya başlandı . Obama’nın, iklim müzakerelerinde ABD’nin sıkışmışlığını “geçiş yakıtı” olarak tanımladığı doğalgaz yoluyla aşma siyaseti, yine kendi ülkesinde üretilen bilimin duvarına çarptı. ABD’deki “kayagazı devrimi” nin ülkenin seragazı salımlarına etkisini araştıran bilim insanlarının sayısı arttı. Bunlardan biri de, ABD’nin şöhretli üniversitelerinden Cornell’den biyojeokimyacı Bob Howarth. Doğalgaz ağırlıkla metandan, ya da CH4’den oluşlan bir gaz. Doğalgazın kömüre göre daha çevre dostu olduğu inancı, kömüre göre çok daha az hava kirliliğine neden olmasından ve elektrik üretimi için yakıldığında, kömüre göre yarı yarıya daha az seragazı salımına yol açmasından kaynaklanıyor. Ama aslında metan gazı, seragazı etkisi bakımından CO2’den çok daha etkili... Hiç kaçak olmadan taşınıp yakıldığı varsayıldığında, üretilen birim elektrik başına kömürden daha az etkili olduğu gerçek olsa da dananın kuyruğu burada kopuyor. Howarth, kayaçları parçalayarak ortaya çıkarılan doğalgaz üretiminde kaçak oranlarını araştırmaya başlıyor. Howarth ve meslektaşı Anthony Ingraffea, 2011’de “Climate Change” isimli dergide yayımladıkları makalede, kayaç esaslı doğalgaz üretiminde, kuyulardaki kaçak metan gazı oranlarının %3.6 ile %7.9 arasında olduğunu yazdılar. ABD’de alışık olunduğu üzere, fosil lobisi ve paralı kalemşörlerinin hakaret korosu yayına başladı. Ancak bu durum, başka araştırma gruplarının da aynı konuya odaklanmasına engel olamadı tabii. Nisan ayında, bu konuda yayınlanan bilimsel makalelerdeki sonuçları değerlendiren bir yazı kaleme alan Howarth, ilk hesapladıkları değerlerin aşağı yukarı doğru olduğunu, ortalama %5 ‘lik kaçak oranlarının gerçekçi olduğunu açıkladı. Bu oranlar kömürden doğalgaza doğru bir geçişi ABD iklim politikasının iskeleti yapmaya çalışan Obama için hiç iyi bir haber olmadı. Kayagazı üretim faaliyetinin yarattığı ekolojik yıkımdan söz etmeye henüz başlamadık daha. Kuyulara kilometrelerce mesafelerde açılan su kuyularında metan oranlarının 20 kata kadar arttığı tespit edilmiş. Kırmada kullanılan sıvının %3050’sinin zaten geride bırakıldığı biliniyor. Bu kirli ve zehirli suyun yeraltı sularına karışarak nerelere gideceği meçhul, ama tüm olasılıklar feci. Sorunlar ortaya çıkmaya başladıkça pek çok eyalet ve kent, kayagazı kuyularına geçit vermemek için örgütlemeye başladı. New York bu eyaletlerin önde gelenlerinden biri. Şu insanoğlunun güneş, rüzgâr varken yukarıda anlatılan felaketle uğraşması.... Kayagazından Doğalgaz; Kabus mu, Rüya mı ?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle