02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Tartışma CBT 1436/26 Eylül 2014 19 HUKUK POLİTİKASI Hayrettin Ökçesiz [email protected] TAKİYÜDDİN VE OSMANLILARDA BİLİM de rastlantısal olur! Yrd. Doç. Dr. İrfan Mukul, [email protected] İktisadi talep yoksa, bilim bağlayacak olan maddi koşulların mevcut olduğu ya da gelişmekte bulunduğu yerlerde ortaya çıkar,” diyerek tarihsel olaylara ve olgulara bakarken dönemin maddi koşullarının da dikkate alınması gerektiğini anlatmaya çalışıyor. Bu açıdan bakıldığında Takiyüddin ve Osmanlı’da bilim olayı, dinbilim çelişkisi ya da farklı iki dinsel tutum arasındaki bir çatışmanın sonucumu olup olmadığı daha kolay anlaşılır olur. Gel gelelim insanlarda fikirler, çevrelerinin etkisiyle oluşur. Bu çerçevede toplumsal gruplar belirsiz bir biçimde kendi konumlarının doğurduğu ihtiyaçlarının farkına varmaya, onları sıkıntıya düşüren durumu hissetmeye başlar. Buradan hareketle, 16. yüzyıl Osmanlısı’nda hangi toplumsal sınıf ya da çevrenin Takiyüddin‘in ortaya koyduğu bilimsel argümanları talep ediyor, sorusunu akla getiriyor. Çünkü biliniyor ki Takiyüddin rasathaneyi, dönemin padişahın rasathanede astronomi çalışmaları yapsın diye değil, kendi geleceğini anlamak için kurdurdu. Bununla birlikte “insanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar, ama şimdiye kadar, toplu bir plana göre kolektif bir iradeye uymamışlardır ve bunu, belirli örgütlü ve belirli bir toplum çerçevesi içinde bile yapmamışlardır. Onların çabaları birbirine karşı geliyor ve kesinlikle bu nedenle bu tür bütün toplumlarda, rastlantıyla tanımlanan ve kendini gösteren zorunluluk hüküm sürüyor. Rastlantıyla kendini kabul ettiren zorunluluk da, sonuç olarak, iktisadi zorunluluktur” (Engels, Seçme Mektuplar, sy. 5178, Engels’ten Starkenburg’a, 1894). Buradan hareketle Osmanlı’da var olan bilimsel gelişmeler buna Takiyüddin‘in bilimsel çalışmaları da dahildir, rastlantıyla ortaya çıkan iktisadi zorunluluktan başkası değildir. Gel gelelim Newton yerçekimi kuramını kafasına elmanın düşmesiyle birdenbire bulmadı; buluşun nedeni dönemin ekonomik ihtiyaçlarının yarattığı talepti. Mühim olan, tek başlarına fikirlerin ya da düşüncelerin kendileri değil, gerçek tarihsel güçlerin, sınıfların ihtiyaçlarını yansıtan ve bu ihtiyaçlara cevap veren fikirlerdir. Takiyüddin ve Osmanlı’da bilim, iki farkı dinsel görüşün çatışması ya da dinbilim çatışmasından ziyade, 16. yüzyıl Osmanlısı’ndaki toplumsal sınıfların ihtiyaçları ile Takiyüddin‘in bilimsel gözlemlerinin dönemin ekonomik ihtiyaçlarının yarattığı taleplerden uzak olmasıyla ilgilidir. Bugün Türkiye üniversitelerinin bilim üretimi ve Türkiye’de bilimin yerlerde sürünüyor olması ile Türkiye üniversitelerindeki sessizlik, Türkiye’deki toplumsal sınıfların bilimsel üretimi talep edip etmemesiyle ilgili olmalıdır. Var olan bilimsel başarılar ise rastlantısal iktisadi zorunluluktan başkası değildir. S ayın Osman Bahadır ve Sayın Aykut Göker arasında derginin 1432 ve 1433 sayılarında “Takiyüddin ve Osmanlılarda Bilim” üzerinden yürütülen tartışmaya katkıda bulunmak istiyorum. Takip ettiğim kadarıyla bu tartışmanın başlangıcı Göker’in 1427. sayıda “Bir Cumhurbaşkanı Adayı ve Bakış Açısı Farkı…” adlı yazısına dayanıyor. Bu yazıda Göker “Bilimde yetkinlik kazanmamış bir ülkede bir bilim tarihçisinin cumhurbaşkanı adayı olması dikkate değer bir noktadır. O tarihçiye biraz yakından bakmak gerek,” diyerek başladığı yazısında, Cumhurbaşkanı adayı İhsanoğlu’nun “XVI. Yüzyılda Osmanlı Astronomisi ve Müesseseleri” başlıklı makalesine değinmekte. Makalenin, Takiyüddin elRâşit ve kurduğu İstanbul Rasathanesi’ni anlattığı bölümle ilgili olarak, “bu mükemmel bilim merkezini ve Takiyüddin’in alanındaki yetkinliğini bütün ayrıntılarıyla anlattıktan sonraki tek cümlelik paragrafı ise şuydu: Rasathane bazı siyasi çekişmeler ve dini gerekçeler ileri sürülerek 22 Ocak 1580 tarihinde Padişah’ın emriyle Kaptanı Derya Kılıç Ali Paşa tarafından yıkılmıştır,” yorumunu yapmaktadır. Sonra da “bu tespit gerçeği yansıtıyordu ama sanki bana, Rasathane ve Takiyüddin’ in başına geleni, Osmanlı tarihindeki önemi açısından tam anlatmıyor gibi gelmişti. Onun için aynı olaya bir başka tarihçinin, örneğin Halil İnancık’ın nasıl baktığını araştırma gereğini duymuştum: Onun tespiti ise şuydu: Galata’da 1577‘de kurulmuş olan rasathanenin yazgısı, din bağnazlığının akli ilimler üzerinde açık zaferini gösteren bir olaydır,” diyor. Öte yandan Osman Bahadır yazısında bu Rasathanenin 1580 yılında şimdiye kadar söylendiği gibi dinsel tutumun bilimsel tutuma bir tepkinin sonucu olarak değil, fakat iki farklı dinsel tutumun arasındaki bir çekişmenin sonucunda yıkılmış olduğunu ileri sürerek, “dinbilim çatışması olmayan çatışmaları, dinbilim çatışması olarak ele alırsak Osmanlılarda bilimin gelişme sürecini çözemeyiz… Osmanlıların bilim ile olan ilişkisini anlayabilmek için, öncelikle Osmanlılardaki sekülerleşme sürecini incelemek gerekir,” düşüncesiyle tartışmayı başlatıyor. Konuya, Takiyüddin ve Osmanlılarda Bilim tartışmasına bir alıntıyla müdahil olmaya çalışalım: Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisi ’ne Giriş’de (Seçme Eserler, sy.357) “Onun içindir ki, insanlık kendi önüne, ancak çözüme bağlayabileceği sorunları koyar, çünkü yakından bakıldığında, her zaman görülecektir ki, sorunun kendisi, ancak onu çözüme TARİHSEL OLAYLARA BAKIŞ Değerli Okur, ne düşünüp yazıyorsam, hızlandı, çoğaldı. Yazdıklarım biçem değiştirdi. Düz yazılarım iyice nokta atışına dönüştü. Uzunca hiçbir şey yazmaz oldum. Bunu Gezi’yle birlikte Facebook’a yüklüyorum. Bir de, ne yazıyorsam, “ne düşünüyorsun?”da hemen oracıkta ham haliyle kamuoyuna yazıveriyorum. Sahnede doğaçlama gibi. Biliyorum bunu yapmamalıyım, sakıncalı, ama olsun bakalım. Sonra bir düzeltmeler, iyileştirmeler faslı başlıyor. Sen burada bunların epeyce işlenmişini buluyordun. Sonra bunlar kitap oluyor “İlkbahara Eylem Kitabı”, “Sonbahara Eylem Kitabı”, “Yaza Eylem Kitabı” gibi. Günün, gündemin heyecanıyla günlük siyasete değiniyordu pek çok sözüm. CBT’nin çizgilerini zorluyor. Biliyorum, belki hoş görmüyorsun bunu, ama ben bunları ancak burada senin önünüze getirebiliyordum. Bu sütuna girecek yazılarımı seçerken sorumluluğumu ve köşe başlığını zorlamamaya çalışıyordum. “Hukuk Politikası” hem “Hukuk”un, hem de “Politika”nın birbirlerini tamamladıkları yerde, “Hayat Politikası” oluveriyordu. Bundan kaçamıyorum. Kaçmamalıyım diye de düşünüyorum, doğrusu. Şimdi yol ayrımına geldik. Değerli Okur, beni en iyi Sen tanıyorsun. Kuşatılmışlıklar yaşıyoruz. Çember giderek daralıyor. Söz eylem doğurmalı. Eylem doğurmayanı, sözden saymamalı. Onlarca yıldan beri yazıyorum. İnceleme, araştırma, deneme, düşündüşlemler, şiirler… 1971’den beri de hukuk öğreniyorum. Son yıllarda tüm uzmanlığımı kuşkuya sürükleyen gelişmeler yaşadık. Doğru bildiklerime gülündüğü karabasanlı bir dönem yaşıyoruz. Her adımda, her köşede bucakta bu garabet, aşağılayan tutumuyla karşıma çıkıyor. Soluk soluğa kalıyorum. Soluğum hızlanıyor, sözüm kısalıyor.Buradaki kısa sözler bu yüzden… Kısa sözün uzununu artık yazamıyorum. Beni buradaki görevimden bağışla! Gideyim. Son birkaç kısa sözümle hoşça kal diyeyim Sana! *** • Çaresizlikten verdiğiniz kararlar çare değildir. Çare, çaresiz kalmamaktır! Önce çaresiz bıraktılar, sonra meclise karar aldırıyorlar. Bu oyuna hayır demek şimdi size düşüyor. Siz de bana hayır diyemeyecek denli çaresiz olduğunuzu söylemeyin. Hiç değilse çaresi olanlar hayır desin! Çaresiz olmadığımızı, çarelerimizi ben de bildiğimce söylemeye çalıştım. http://okcesizhayrettin. blogspot.com’dan okuyabilirsiniz. Siz de çarelerinizi her yerde yazın, paylaşın. Durmayın! • Atatürk’ü tanıdıkça kimseyi beğenmeyeceğiniz açıktır. O’na benzedikçe de beğeneceğiniz... Bu yüzden hep O’na öykünüyorlar, ama O’ndan bir parça olamıyorlar. Çünkü bu biraz karakter işi.. • Soruşturmacım soruyor: Anlattıklarınız sınavlarda soruluyor mu? Siz ne öğretiyorsunuz? Ben de diyorum ki: Hayır, sorulmuyor. Ben sorulan soruları anlamayı öğretiyorum. • Her şeyin bizim için yapıldığına inanan salak bir kitleye dönüştürüldük. Etkin biçimde karşı durmayan herkes buna dahildir, üzgünüm. • Solun sağcıları var, solcuları yok. • Hakkınızı vicdanla temellendirmeye kaldınız mı, siz artık mazlum ve kurbansınız demektir. • Bir hükümet ne denli gayrimeşruysa, onu zorla görevden almak o denli meşrudur. Yönetimlerin seçimle gidip gelmesi, meşru olanları arasındadır. Meşruluğun ölçütü o devletin anayasasıdır. İşte bu yüzden anayasaları değiştirmek hükümetlerin işi değildir, aksi halde zorla işlerinden olurlar. • Bizim entelaydınların tahlillerine bayılıyorum doğrusu! Nasıl da bulup çıkarıyorlar gerçeği gizlendiği yerden, helal olsun. Hiç bir şey yapmamak için bir çuval laf etmek az iş değil doğrusu! • Birbirimize dayanamadığımızdan tanrıya dayanıyoruz. • Dostu yol gösterir, yolu dost. • Eylül başka bir dile çevrilemez. • Tüm canlılar gibi insan da ışığı sever, aydınlanmayı sever. Azaldıkça hasreti ve gayreti artar. En karanlık yerinden yıkar duvarlarını. Yapacağımız şey ona karanlık, ona duvar olmamaktır. Olanlara karşı savaşmaktır. • Çok pis bir oyun oynuyorlar, çok adi yalanlar söylüyorlar, çalıyorlar, öldürüyorlar ve herkes buna ortak oluyor, ortak olduğunu, yataklık ettiğini biliyor, susuyor, korkuyor, küçük hesaplarının, özel yaşamlarının hevesleri peşinden koşuyor... Aferin hepimize! Şimdilik Hoşça Kal! Bir Soluklanma Arası
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle