25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

POLİTİKBİLİM Müfit Akyos http://www.ınovasyonheryerde.com/: mufıta@ttmail.com SAĞLIK Kalkınma ajansları, bölgeler arası gelişmişlik farkı uçurumunu adeta küçük çakıl taşlarıyla doldurma gayreti içindedirler. ABD ve Avrupa’da geçmişleri 195060’lı yıllara giden Bölgesel Kalkınma Ajansları günümüzde “yeni kalkınmacılık” anlayışına paralel olarak “özel sektör ve kamu sektörünün bölgesel kalkınmayı işbirliği içinde gerçekleştirmeleri” işlevine evrilmiştir. Ajansların yaygınlaşmasında, küreselleşmenin de etkisiyle değişen kamu yönetimi anlayışının, bölgesel sorunların merkezi planlama ile çözümündeki güçlüklerin, bölgesel taleplerin, kaynakların ve gömülü bilginin uzaktan algılanmasındaki güçlüklerin ve yerel katılım taleplerinin artmasının etkisi olmuştur. 2003 yılı AB Katılım Ortaklığı Belgesinde kalkınma ajanslarının kurulacağının taahhüt edilmesi sonrasında, 08.02.2006 tarih, 5449 sayılı Kanunla “Kalkınma Ajansları” adı ile ülkemizin tamamını kapsayacak biçimde 26 bölgede ajanslar kurulmuştur. Böylece yaklaşık kırk yıldır uygulamakta olan bölgesel gelişme model, politika ve araçları bir yana bırakılarak, “Türk idari teşkilatındaki geleneksel örgütlenme modellerine benzemeyen yeni bir yapılanma oluşturulmuştur.” Ajanslar, “kamu kesimi, özel kesim ve sivil toplum kuruluşları arasındaki işbirliğini geliştirmek, kaynakların yerinde ve etkin kullanımını sağlamak ve yerel potansiyeli harekete geçirmek suretiyle, bölgesel gelişmeyi hızlandırmak, sürdürülebilirliğini sağlamak, bölgeler arası ve bölge içi gelişmişlik farklarını azaltmak amacıyla kurulmuştur”. Türkiye’de ajansların amaçlarını gerçekleştirmelerini zora sokan konulardan birincisi; 26 bölgede de, “yerel/bölgesel kalkınmanın çok değişken ve dinamik bir süreç oluşu ve farklı ihtiyaçların farklı kurumsal yapılar meydana getirmesi (Clark, 2004)” saptaması dikkate alınmaksızın, esnekliği olmayan tek tip bir yapılanmaya gidilmesidir. İkincisi; başlangıçta öngörülen ancak uygulamada hemen tümüyle ortadan kalkan ajansların özerklikliğidir. Üçüncüsü; ajansların yapılanması ve işleyişinde ülkemizin planlama ve bölgesel kalkınma bilgi ve deneyim birikiminin unutularak, AB formatlarının çeviri biçiminde örneklenmesidir. Ajansların şu anki konumu, bölgesel kalkınmada sivil altyapının özendirilmesi olarak tanımlanabilir. Ajansların buna uygun araçlara sahip olduklarını söyleyebilmek güçtür. Bunun bir nedeni diğer kamu fon ve destek kurumları karşısında ajansların kendi konumunu ve rolünü tam olarak belirleyememiş olmasıdır. Ajansların stratejilerinin oluşturulmasında kullanılan güvenirliği tartışmalı GF/ZT analizi, arama konferansı vb. araçların ötesinde bilimsel yöntemler kullanılarak stratejilerinin gözden geçirilmesi düşünülmelidir. Kalkınma Kurulları ajansların, bölgesel katılımın en geniş boyutta sağlandığı danışma ve yönlendirme organıdır. Ancak merkezi yapıyı ve gücü temsil eden valilerin hem Kurula hem de karar alma organı Yönetim Kuruluna başkanlık etmesi katılımın önündeki en önemli engeldir. Hele de günümüzün “hükümet valileri” söz konusu olduğunda... Yapılması gereken, katılımı özendirecek ve katılım becerisini yükseltecek önlemlerin alınmasıdır. Ajansların finansmanı hemen bütünüyle merkezi yönetimce sağlanmaktadır. Oysa ki yerel dinamiklerin harekete geçirilmesinde, yerel finansman kaynak ve araçlarının oluşturulması öncelik taşır. Bu konuda geçmişte başarılı örnekleri gözlenen yerel bankacılık, kalkınma bankacılığı ve günümüzde yerel yenilik (inovasyon) sistemini destekleyecek yerel yatırım ortaklığı ve risk sermayesi araçları düşünülebilir. Bugüne kadarki uygulama, ajansların bölgeler arası gelişmişlik farkı uçurumunu adeta küçük çakıl taşları ile doldurma gayreti içinde oldukları görünümünü vermektedir. Bu nedenle stratejilerinin ve kurumsal kapasitelerinin dar projecilik boyutundan, bölgesel kalkınma stratejileri derinliğine taşınmasını gerektirmektedir. Ajansların yönetim kurullarında yer almalarına karşın yerel yönetimlerin bölgesel kalkınmada görünür bir işlevi yoktur. Yerel yönetimlerin bölgesel kalkınma konusunda kurumsal kapasitelerinin artırılmasında ajansların önemli bir işlevi olabilir. Hatta zamanla ajansların doğrudan yerel yönetimlerle ilişkilendirilmesi düşünülebilir. Ajansların bilgi ve deneyim birikiminin gözden geçirilmesi, etki analizlerinin yapılması ile bölgesel kalkınmada daha özgün ve etkin yapılara kavuşturulması olasıdır. Bunun için yerel dinamikleri bögesel kalkınma stratejisinin oluşturulmasından başlayarak karar süreçlerine katabilmek ve kurumsal yetkinliklerini yükselterek inisiyatif kullanma becerilerini arttırmak gerekir. Ancak bunun bir yandan giderek merkezileşen ve otokratik gücünü pekiştiren diğer yandan her geçen gün kötü yönetim örnekleri vermeye devam eden bu günkü iktidardan beklenilemeyeceği açıktır. Kronik yorgunluk sendromuna kesin bir tanı ABD’de bir milyonu aşkın kişi, Türkiye nüfusunun da yaklaşık yüzde 34 kadarı, bitkinlik, ağrı, bunalım ve bilişsel sorunlar yaratan tanı konması ve anlaşılması güç bir durumdan yakınıyor. Araştırmacılar kronik yorgunluk sendromu (KYS) adını verdikleri bu duruma nelerin yol açtığı ve soruna nasıl çözüm getirilebileceği konusunda henüz kesin bir bilgiye sahip olmadıkları gibi, duruma nasıl tanı konacağından ve hatta nasıl adlandırılması gerektiğinden de emin değiller. Şimdi yeni bir araştırma bu rahatsızlığın daha iyi kavranmasına ve bir olasılıkla daha iyi tanı konmasına yardımcı olabilecek verileri de beraberinde getiriyor. Araştırma kronik yorgunluk sendromu olan hastaların beyinlerinde çarpıcı bir yangı görüntüsünü ortaya koyuyor. Kronik yorgunluk sendromu ilk kez 1980’lerin sonlarında resmi olarak tanımlandı. Kısa bir süre sonra da bu rahatsızlık 1960’larda sinir sistemindeki bir bozukluk olarak nitelendirilen miyaljik ensefalomiyelit (ME) adlı kafa karıştırıcı durumun bir parçası olarak ele alınmaya başlandı. Ancak uzmanlar kimi zaman KYS/ME olarak da adlandırılan KYS’ye kesin bir ad ve tanı konması konusunda çoğu zaman kaçamak bir tavır sergilediler. Durumun öznel olarak betimlenen belirtileri görünürde değişken: Herkes ara sıra kendini bitkin hissediyor; birçok kişi zaman zaman ağrı ve sancılardan yakınıyor ve herkesin sisli günleri olduğu denli bunalıma kapıldıkları günler de var. Asıl sorun, kanser ya da yüksek kan basıncı gibi durumların tersine, araştırmacıların duruma kesin bir tanı koyabilecekleri biyolojik göstergelerden yoksun olmalarından kaynaklanıyor. Uzmanlar büyük ölçüde hastaların dile getirdikleri sıkıntılardan ve belirtilerin en az altı ay boyunca sürmesi koşulundan yola çıkarak bir karara varıyor. Ayrıca kronik yorgunluk tanısının konmasında aşırı bir fiziksel ya da zihinsel çabanın ardından yaşanan bir bitkinlik, yorgunluk ve huzursuz uyku gibi belirtilerin de var olup olmadığına bakıyorlar. Belirtilerin azalması ya da yeniden ortaya çıkması uzmanların kafalarını daha da karıştırıyor. Uzmanlar kronik yorgunluk sendromunun olası nedenlerinden biri olarak beyin yangısından uzun süredir kuşku duymalarına karşın, bugüne dek somut bir kanıt elde edilememişti. Journal of Nuclear Medicine dergisinin Haziran sayısında yayımlanan yeni bir araştırma KYS olan hastaların beyinlerinin belli bölgelerinde belirgin bir yangı artışı olduğunu ilk kez gözler önüne seriyor. Japonya’daki Osaka Üniversitesi Tıp Fakültesi fizyoloji profesörlerinden Yasuyoshi Watanabe ve arkadaşları sağlıklı 10 denekle 9 kronik yorgunluk sendromu hastasının PET taramalarını inceledi. Araştırmacılar çok daha ciddi bilişsel sorunlar yaşayan kronik yorgunluk sendromlu hastaların beyinlerindeki amigdala, talamus ve ortabeyin gibi bölgelerde yangısal belirteçlerde bir artış olduğunu gördü. Şiddetli ağrılardan yakınan hastaların talamus ve singulat korteks bölgelerinde, ciddi bunalım yaşayan hastaların da hipokampus bölgesinde bu belirteçlerin daha yoğun olduğu görüldü. Watanabe ve arkadaşları on yılı aşkın bir süre önce KYS olan hastalarda kimi sinir iletenlerinin yeterince bireştirilmediklerine işaret eden şaşırtıcı bulgulara tanık oldular. Bu hastaların beyinlerindeki kimi bölgelerde serotonin aktarıcı düzeylerinin de daha düşük olduğu görüldü. Başka araştırmalar da kan dolaşımındaki sitokin adlı hücre sinyali proteinlerinde daha yüksek yangı düzeylerini ortaya koymaktaydı.Watanabe PET taramalarıyla ilgili bu bağlantıların belirtileri tam olarak açıklamadığına, araştırmanın yalnızca küçük bir topluluğu kapsadığına dikkat çekiyor. Araştırmacılar bu tür dirimsel temelli deneylerin kronik yorgunluk sendromu olan bireylerle bunalım, fibromiyalji, ya da geç evre laym hastalığı gibi, benzer belirtiler gösteren ancak farklı çözümleri gerektiren başka hastalıkları olanların ayırt edilmesine ciddi bir katkıda bulunacağını belirtiyor. Rita Urgan, Scientific American Online/ 16 Mayıs 2014 Kalkınma Ajansları BULGULAR HERKES Mİ YORGUN? Prof. Dr. Ahmet Almaç, Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, KBB Öğretim Üyesi, aalmac@kocaeli.edu.tr Çiklet özellikle genç nüfusun sadece zevkli bir alışkanlık olarak kullandığı bir şey değildir. Bilimsel olarak güçlü şekilde desteklenen yararları vardır; 1 Ağız kokusunu azaltır, ağızda ve nefesimizde güzel bir koku ve tat hissi doğurur. 2 Yanak ve çiğneme adelelerini güçlendirir. 3 Tükrük bezlerini çalıştırır ve tükrük salgısını artırır. Tükrük ağız kuruluğu şikâyetini azaltır. Ayrıca tükrük içerdiği birtakım koruyucu maddelerle ağzımızdaki yararlı mikropları korur, buna karşı zararlı mikropların ağzımıza ve boğazımıza yerleşmesini zorlaştırır. 4 Çiğneme ve yutkunma hareketi iltihaplı ba Çikletin yararları demciklerin daha hızla temizlenmesine ve iyileşmesine katkı sağlar. Özellikle Xylitol maddesi içeren çikletlerin, ağız ve boğaz yara ve iltihaplarında kullanılması çok tavsiye edilir 5 Yine çikletin uyardığı çiğneme ve yutkunma hareketi, bazı kulak hastalıklarında da çok yarar sağlamaktadır. Kulağımızda hissettiğimiz tıkanıklığı ortadan kaldırmakta, orta kulağımızda biriken iltihaplı veya iltihapsız sıvıların boşalmasını sağlayabilmektedir. Özellikle kara ve hava yolculuklarında ağzımızda bir çikletin olması, ani hava basıncı değişiklerinin kulağımızda yapabileceği tıkanıklıkları engelleyebilmektedir. 6 Yukardaki gerekçelerle özellikle şehirlerarası otobüs ve havayolları işletmelerini yolcularına çiklet ikram etmeye davet ediyorum. Bu uygulamayı başlatacak şirketler, yolcularının sağlığını koruma açısından büyük ve övgüye değer bir adım atmış olacaklardır. CBT 1424 8 /4 Temmuz 2014
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle