25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

HUKUK POLİTİKASI Hayrettin Ökçesiz Örgütlenme biçimi üzerine... Mümtaz Başkaya, Emekli öğretmen, baskaya@ superposta.com okcesizhayrettin@gmail.com http://okcesizhayrettin.blogspot.com 20 Haziran tarihli CBT dergisinde yer alan Mahir Ulusoy’un “Emekçilerin Örgütlenmesi Becerilemedi” yazısını okuduğumda, ben de Orhan Bursalı’nın Cumhuriyet’teki o yazısını hatırladım. Mahir Ulusoy’un da konu ettiği gibi; Bursalı o yazısında, Türkiye’nin siyasi dinamiklerinin neler olduğu konusunda çalışmalara gereksinim olduğunu vurguluyor idi. O günlerde Cumhuriyet’teki sözü edilen yazıyı okuduğumda ben de defterimin bir köşesine kısa notlar almış ve bazı düşüncelerimi yazmıştım. İzninizle o notlarımdan yaralanarak bazı gerçeklerin altını çizmek istiyorum. Sayın Ünlü, emekçilerin örgütlenmesi becerilemedi diyerek konunun bir yanına ışık tutmaya çabalamış. Görüşleri ve sözünü ettiği konular, elbette ki ülkemizin siyasi dinamiklerinin birer parçası. Ancak ben bir yurttaş olarak, daha derinlere inilmesinden yanayım. Hemen belirtmekte yarar var, bu durum sanki çıkmaz sokak gibi. Ayrıca çeşitli dolambaçlar içinde dolaşıyor muşuz gibi de algılayabiliriz. Çünkü, konuya oldukça geniş pencereden bakılması gerekiyor. Ancak, ne yazık ki geniş pencereden bakılması gerekse de yetmeyeceği açık… Bu tahlilin zor bir yanı da, herkesin bulunduğu yerden olaya baktığı konusu. Sanki önümüze koyulan bir objeyi çizer gibiyiz… Herkes gördüğünü çizecek. Bu durum doğal gibi olsa da, farklı düşünceler bir kazanım gibi görülse de gerçeği çok boyutlu ve ister istemez tartışmalı hale getirdiği açık. Ancak, gerçek tek ne yazık ki. Bu cümlelerde kapalı bir anlatımı yeğlemiş olsam da bence önemli bir duruma vurgu yaptığımı sanıyorum. Bir ülkenin siyasal tarihi, toplumlardaki bilinç gelişiminin ve sınıfsal yapısının bir aynası olmalı. Ancak ülkemizin demografik yapısını gözeterek baktığımızda, bunu tam olarak göremiyoruz. Bu gelişimde fark edilen bir konu; Kurtuluş Savaşı sırasında işgale uğramış olan yerlerle alınan oy çeşitliliği çok az da olsa kendini belli etmesi. Bu durumun da belli mutlaklığı yok. Nedense zamana bağlı olarak bu algı da silinmeye yüz tutuyor. Yine aynı gelişmeye döndüğümde, o yıllarda işgal görmemiş kimi yerler, işgale uğramanın ülke özgürlüğün de yok olması demek olduğu konusunda birleşemedikleri, birleşmedikleri gibi. Yine de toplumların algı boyutunun, yaşanan tarihselliklerden etkileneceği bir gerçek. Ancak ne yazık ki günümüzde de bu algısızlıkları içimiz sızlayarak görüyoruz. Konuyu, emekçilerin örgütlenmesi becerilemedi yönünde ortaya koymadan önce, içinden çıktığı toplumun siyasal algı ve toplumsal bilinç düzeyine ve yetersizliğindeki olgulara bakmalı (Elbet olaylar konu edilerek). Genel bir değerlendirmeyle; tarihsel, sosyolojik, demografik yapı, sınıfsal yapıdaki konum ve diğer birçok nedenlerin ortaya çıkardığı konum, insana o meşhur ‘eğitim şart’ yargısını getiriyor. Ancak görüyoruz ki, siyasal uyanışın ve toplumsal bilinç kazanmanın entelektüel yapısını görsek bile, tamamen eğitime bağlayamıyoruz. Çünkü koca koca profesörlerin televizyonlara çıkıp abuk sabuk laflar etmeleri, bu algımızı tamamen değiştiremese de salt eğitimin etkili olmadığını görüyoruz. Bir yurttaş olarak, bu muhalefetin neden iktidara gelemediği konusu ile, toplumsal bilinç kazanmanın ve genel bir örgütlenme çatısı altına gelememe konularından biraz ayrı tutulmasından yanayım. Çünkü muhalefet, her zaman olacaktır ama toplumda yarattığı konum da belirleyicidir. Örneğin, liberalizm kuyrukçuluğu yapan ve halka değil de tribünlere oynayan sözde muhalefet partileri elbette kitleleri peşinde sürükleyemeyecektir. Zaten konunun bu yanı, genel çözüme ulaşmada bir yol olmadığı açık. Parti rozetini alıp olmadık yerlere koşmanın, toplumsal yerimizi saptamamıza ve bulunduğumuz konumu bir bütünsel olarak anlamamıza yetmez. Öyle bir tutumda da, örgütlenme ve sınıfsal bilinç kazanmadaki sosyolojik, siyasal ve bilinç sorunlarını genel çözüm üretmede yaya kalırız. Bize düşen, dün ile bugünün tarihsel, siyasal ve sosyolojik yönden benzer yanlarını bulmak… Eğer çıkarabiliyorsak, genel sonuçlara varabilmek. Olayları anlamak, olguları anlamaya yoldur. Ancak, emekçiler dahil, toplumun siyasal bilinç edinmesi ve o ölçüde de örgütlenme becerisi kazanabilmesi veya kazanamaması asıl sorgulanması gereken konular olmalıdır. Ülkemizin siyasal ve toplumsal dinamiklerini gerçek yerine oturtmaya yönelik çareler arayacak isek, daha gerçekçi bilimsel sonuçları ortaya koymaya çalışılmasını bir zorunluluk olarak görüyorum. Seçimler yüz metre koşularıdır. Biz maraton koşmalıyız. “Üçüncü aday, üçüncü yol, üçüncü parti” bu maratonun adıdır. Üçüncü aday CB seçimini elbette kaybedecektir, ama bir uzun yola, uzun bir yolculuğa çıkacağız birlikte! “Kurtuluş Kongresi Hareket”ini başlatacak olan bir aday çıkarsa oyum ve çabam O’nadır. Üçüncü Adaylar • Ben de düne dek CB’ye adaydım! Gülüyorsunuz değil mi? Ben de gülüyorum. CB Adayı olmak kolay mı! Bir kampanyanın ederi yirmi milyon lira ve yirmi vekil! Kime ne sözler verip de bunları bulabilecektim? Kim bana ne için bunları verecekti? Verebileceğim sözler kamu yararına mı olacaktı aynı zamanda? Ben böyle bir adaya niçin oy vermeliydim? Neresinden baksam berbattı! Ancak imece bir aday benim adayım olabilirdi. Bana oy verecek olanın önceden bir lira da vermesi gerekiyordu ki, kampanyayı yürütebileyim. Bir liradan fazla bağış almayacaktım. Yirmi vekile gelince, bu yirmi beş milyon seçmenin onları da tez elden bulması gerekiyordu. İşte böyle! Bu milleti ancak imeceler kurtarabilir! Ancak imeceler koruyabilir ayı tuzaklarından! İyi ama, imeceleri kim kurabilecekti geç olmadan? İmecenizi kurun, adayınızı bulun demiştim! Benden söylemesiydi... • Adamı zorla Bukalemuneddin yapmayın ya da sanmayın tanrı aşkına! Ne olduğunu, ne olamayacağını kendisi de biliyor. • Devlet adamlığında Atatürk terbiyesi almış adaylar arayınız. • Haşlanacağı suya güle oynaya atlayan bir kurbağa gördünüz mü hiç? • Her seçimde kendimi borçlu gibi hissediyorum. Alacaklı kapının önüne yatmış da, alacağını almadan gitmeyecekmiş gibi, bir telaşa düşüyorum. Yine geldi o günler. Bu kez öyle olmayacak. Oyumu alacak adayın, oyumu vereceğim aday olması gerekecek. “Bana vermezsen öteki kazanır, ben ondan daha az kötüyüm, sakın yanlış yapma”, diyene ben de “kötülük kazandıktan sonra, azının çoğunun bir farkının olmayacağını” söyleyeceğim. Biri bana (daha az) kötü olduğunu söyleyebiliyorsa, ona oy vermekle ben nasıl iyi bir iş yapıyor olabilirim ki? Kötü olmaz mıyım, Kemal Ağbi? Ben iyi olana oyumu vermeyi düşünüyorum. • Eziklerin ezdiği bir dönemden geçiyoruz. • Şuna buna benzeyecek deyip duruyorlar. Türkiye bir şeye benzeyecekse, onu biz benzeteceğiz, değil mi! • Hacıyatmaz niye yatmaz? ağırlık merkezi karnının altındadır da ondan! Dikkat ederseniz, tüm işleri, konuşmaları doğrudan ya da dolaylı olarak mide, bağırsak ve aşağısına hitap ediyor. Buralarda korku, açlık ve şehvet hissedilir! • Kamuoyu bir bakıma iplik pazarıdır. Herkes birbirinin ipliğini taşır oraya. • Bir yolu herkesin evinin önünden geçsin diye çekmezsin. Bir yol çekersin herkes evinin yolunu buna göre çeker. • Torba yasa Hırsız torbası... Hırsızınkiyle yasanınki aynı! Değilse, torba niye? • Felaketlerden haklı çıkmak kadar berbatı yok! • Herkes şimdi şunu çok iyi biliyor: Doğru olan şeyin bedeli daima adildir. • Siyaset ikiye ayrılıyor: İnsanı kurtarmayı istemekle insandan gayri şeyleri kurtarmayı istemek! • Yurttaşlar, bu eve dönüş yasa kafası ülkeyi cehenneme taşıyor! Maddelerinden faşizm fışkırıyor! Ölümler, işkenceler fışkırıyor! Terör, tehdit, korku, aldatma ruhlarınızı boğmaya geliyor. Bu sözler hiç abartı değil. O birkaç maddeyi lütfen bir kez daha okuyun ve cehennemi daha iyi görün! Bu eve dönüş yasası tasarısı, faşizmin vesikalık resmidir. Devlet terörünün tam yetki belgesidir. MİT yasasıyla birlikte yeni rejimin napalmıdır, işkence makinasıdır, Auschwitz’idir. Kimse sevinmesin! Ey Kürtler, siz de sevinmeyin! Sizin de idam fermanınızdır. Artık saygı değmez vekiller, ne uğruna tüm bunlara çanak tuttuğunuzu bir söyleseniz... Meclisi boşaltmamakla yaptığınız yanlışı kimse bağışlamayacaktır. Bu millete dosdoğru bir açıklama borçlusunuz. Ey herkes, yalnızca uyanın yeter! tırmıştır. Mentorlar, yeni cerrahi teknikleri, teknik hataları öğretecek zaman bulmakta zorlanırken, gelişen son teknolojik yenilikleri öğretmekte de sıkıntı yaşamaktadırlar. Cerrahi teknolojideki gelişmeler, sadece açık cerrahiyi değil, laparoskopik, endoskopik girişimleri ve endoskopik uygulamaları da kapsamaktadır. Tıp öğrencilerinin cerrahi stajlarında, asistanların cerrahi eğitimlerinde ve üst uzmanlık alanı seçimlerinde, klinik ve deneysel araştırmalarda mentorun önemi çok belirgin olarak ortaya çıkar; Genellikle ameliyat olacak hastalar, üzerlerinde pratik yapılmasından hoşlanmazlar. Ayrıca çok fazla öğrencinin ameliyathaneye girmesi de gereksiz yere ameliyat süresini uzatırken, enfeksiyon riskini de artırır. Diğer yandan genç bir hastada, ameli yatın önemli kısmı tamamlanmışsa, eşlik eden bir başka hastalığı yoksa, cerrahi stajyerin birkaç dikiş atması veya deri staplerini sıkması pozitif bir katkı sağlayıp “cerrahi için bir tohum ekilmiş olur.”Karnı açılan hastada, karaciğerin palpe edilmesi veya aort nabzının hissedilmesinin olumsuz ve hastaya zararlı hiçbir yanı yoktur. SONUÇ olarak, cerrahi bilimlerde mentorluk, tıbbın diğer alanlarından çok daha fazla önem taşır. Çünkü cerrahi eğitimin temeli “ustaçırak” ilişkisine dayanır. Öğrencilerin cerrahi stajlarında, uzmanlık seçiminde ve eğitiminde, klinik ve deneysel araştırmalarda mentorun çok önemli yeri vardır. Cerrahların ağır ve zor çalışma koşulları, cerrahi alanındaki teknolojik gelişmeler, zaman kısıtlığı, artık tek bir mentorun yerine, birden fazla mentorun olması gerektiğini ortaya koymuştur. CBT 1424 19 /4 Temmuz 2014
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle