25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

TEKNOLOJİPOLİTİK Baha Kuban baha.kuban@gmail.com ABD’de 2009’da ekonomik krize karşı ortaya atılan ‘kurtarma paketi’, iklim değişikliği ile mücadele ve yenilenebilir enerji sektörlerine derman olamadı. ABD’de İklim Politikası Savaşları Esas olarak bankacıları kurtarmayı hedefleyen paketten sonra ikinci Obama döneminde, iklim politikalarına destek bağlamında, ne ABD Enerji Bakanlığı’nda ne de Kongre’sinde dişe dokunur bir ilerleme kaydedilebildi. Geçen yazının konusu EPA’nın (ABD Çevre Koruma Kurumu) “Temiz Güç Planı” idi. Elektrik sektöründe seragazı salımlarını azaltmayı amaçlayan bu plan ABD’nin kaygılı liberallerine, çevrecilerine ve yenilenebilir enerji destekçilerine rahat bir nefes aldıracak mı? 2014 kongre ara seçimlerinde, gündeme adayların iklim politikaları konusundaki tavırlarının damga vuracağı söyleniyor. Zira iklim politikası asla sadece iklim politikası değil! Federal hükümetin bu konudaki tavrı, ABD muhafazakârlarıyla liberalleri arasındaki savaş alanının, devlet müdahalesi, kuralsızlaştırma, serbest pazar, sağlık politikası v.s konularını da kapsayan politik fay hatlarına yerleşiyor. Bu nedenle, ABD muhafazakâr çevrelerinin koçbaşı Koch biraderlerin, 2014 ara seçiminde “yeni enerji politikası” sloganı altında, EPA’nın yeni düzenlemelerini topa tutacak ve geri çekilmesini zorlayacak kampanyalara destek vermeleri hiç şaşırtıcı değil. Biraderler bu işe 300 milyon ABD $ ayırmış. EPA Başkanlığına atanması Senato’da Cumhuriyetçiler tarafından aylarca engellenen yeni başkan Gina McCarthy, “Temiz Enerji Planı” nın temel hedefinin ABD elektrik sektörü seragazı salımlarının önemli ölçüde azaltılması olduğunu açıklarken, 2030 yılına gelindiğinde 2005’e göre %30 bir düşüş öngördüklerini belirtti. McCarthy “Plan”ın akıllı ve esnek bir şekilde tasarlandığını söylerken, eyaletlerin kotalarına erişmekte seçecekleri yolu kendilerinin saptamalarına olanak verildiğini ekledi. Gerçekten de Plan’da, eyaletlerin enerji verimliliği, yenilenebilir enerji teknolojileri ya da karbon tutucu teknik ve yöntemler arasında kendilerine en uygun ve düşük maliyetli rotaları benimsemeleri öngörülmüş. Kendi başına hedeflerine varamayacağını düşünen eyaletlerin birlikler oluşturarak ortak hedefler koyması da Plan’nın sağladığı esnekliklerden. Plan’a yapılan eleştirilerin başında, seragazı salımlarını enerji verimliliği tekniklerini kullanarak zaten azaltan elektrik sektörü üzerinde çok da fazla bir baskı yaratmayacak olması. Ancak, beklenenin çok üzerinde olumlu etki yaratacağını düşünenler de var. ABD’de eyalet yönetimleri iklim ve yenilenebilir enerji alanlarında her zaman Federal Hükümetin ilerisinde (çoğunlukla) yer aldılar. Bu düzenlemenin, bu konuda başı çeken eyalet yönetimlerinin elini çok rahatlatacağı belirtiliyor. Örneğin, güneşten elektrik alanında nal toplayan bazı eyaletlerin bile Plan ile, en azından büyük ölçekli güneş santrallarını gündeme almaları gerekeceği konuşuluyor. Geçen yazıda belirtildiği gibi, EPA’nın ve Obama yönetiminin konuyu hava kirliliği düzenlemeleri kapsamında ele alarak buna ABD Yüksek Mahkemesi nezdinde desteklettirmeleri, başta Koch Biraderler, muhafazakâr sermayenin, planı geri çevirme çabalarını zora sokuyor. Bu takımın şapkasından çok farklı tavşanlar çıkarabildiği de biliniyor tabii. Her türden çevre düzenlemesine olumsuz tepki gösteren ABD Ticaret Odaları Birliği ise, derhal kendi raporunu yayımlayarak ABD ekonomisinin EPA’nın yeni hava kirliliği düzenlemeleri ile her yıl 50 milyar ABD doları zarar edeceğini iddia etmiş. Bu iddiaya McCarthy’nin yanıtı kısa ve net; son 40 yılda ABD’de hava kirliliği, EPA’nın düzenlemeleriyle %70 oranında azaltılırken ABD ekonomisi 3 kat büyümüş, bu arada ABD’li işverenler de her şeye karşı çıkmış. ABD’de emekliye ayrılacak kömür santralı kapasitesinin 30 GW olduğu düşünülürse, kısa vadede plan sayesinde eyaletlerin her türden yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği programlarının ciddi bir ivme kazanacağını öngörmek kâhinlik olmaz. EPA’nın kendi tahminlerine göre ABD’de ilk on yılda 21 GW hidroelektrikdışı yenilenebilir enerji kapasitesi bekleniyor. Bu tahminler kimilerince düşük bulunuyor. Örneğin, ABD güneş sektörü dernekleri EPA’nın kuralları olmadan bile 2017’de yıllık 8 GW’lık bir güneşelektrik kurulumu olacağını öngörüyor. Nanoteknolojiye evet de, nanoparçacık tehlikesi ne olacak? Gelecekte insanlığa asbestten de daha fazla zarar verecek bir kâbusun farkında mıyız? Prof. Dr. İbrahim Akkurt, İş ve Meslek Hastalıkları Uzmanı, Emekli Öğretim Üyesi, akkurtbr@gmail.com C umhuriyet Bilim Teknoloji dergisinin 30 Mayıs 2014 tarih, 1419 sayısının 89. sayfalarında Sayın Erdal Musluoğlu imzalı “Nanoteknolojilerin gelişimi” adında bir inceleme yazısı yayımlandı. R. Feyman’ın 1959 tarihli bir konuşmasında bahsettiği rüyasının ürünü olan nanoteknoloji son yıllarda günlük yaşamımıza yüzlerce yeni ürünle girdi, girmeye de devam ediyor. Çevremizde gördüğümüz birçok ürün (kirlenmez çocuk elbiselerinden, leke tutmaz masa örtülerine, arabalarımızdaki ıslanmazleke tutmaz boyalara, bizleri güneş ışınlarından koruyacak yağlarakremlere, hatta sabahları kullandığımız deodorant tıraş losyonlarımıza kadar 800’e yakın ürün) bu teknolojinin eseridir. Hatta bu ürünlerin bir kısmının da reklamlarında “sağlığa zararsız” sloganları olduğundan hepimiz için cazibe kaynağı olmaktadır. Daha da ilginci bugün için tıbbi uygulamaların bir kısmında bile bu teknoloji yer bulmaya başlamıştır. Nanoteknoloji o kadar devasa bir gelişme göstermektedir ki 56 yıl önce yapılan bir projeksiyonda bu teknoloji 2012’ye kadar olan sürede tüm dünyada 1 trilyon dolarlık pazar hedeflenmekteyken 2012’de bu katlanmış ve 2 trilyon doları geçmiş; 2020’ye kadar ise 3.2 trilyon doları geçeceği tahmin edilmektedir. Yani görünüşte “çağın mucizesi” diye isimlendirilecek bir endüstri ile karşı karşıyayız. Tıpkı geçmişteki asbest endüstrisi gibi… Ancak madalyonun öbür tarafında ne var? Bu yazıda madalyonun öbür tarafı azıcık kazınmaya çalışılacak. Nanoteknolojinin işlevsel ana maddesini oluşturan “nanopartikülnanoparçacık”lardır. Nanoteknoloji 1015 yıldır yaşamımıza girmesine rağmen NP tanımlaması ancak 2006’da yapıldı. Nanoparçacıklar (NP) da asbest gibi en boy oranı boy lehine 3 mislinden daha fazla olmaları nedeniyle “lif”sel parçacık özelliğindedir. Ancak bu öyle bir parçacıktır ki tüm tıbbi klasik kitaplarda yazan bilgileri altüst eden yani tüm hekimlerin ezberini bozan bir maddedir. Klasik tıp kitaplarında maruz kalınan maddelerin zararları anlatılırken kullanılan tanımlamalardan biri de zararlı ajanın büyüklüğüdür. Birkaç yıl önceye kadar yazılan kitaplarda “mikron” büyüklüğünde olanlar, en çok da 0.15 mikron arasında olan lar zararlıdır denilmekte; 0.1 mikronun altında olanlara maruziyet çok yoğun değilse “zararsız” da olabilir; bunlar “aerodinamik hareketlerle tekrar dışarı atılırlar” denilmekteydi. Oysa yeni bilgilerimize göre bu 0.1 mikronun altı meğerse ayrı bir dünya nano dünya yani 0.1 mikronun altındaki parçacıkların 100 nanometre (nm) olduğunu; bunlardan 30100 nm büyüklüğünde olan, en az 2 boyutlu lifsel maddelerin ise bu NP olduğunu artık bilmekteyiz. Asbest için yapılan lif tanımlaması boyu eninin en az 3 misli şeklinde iken, NP’de bu oranın yüzlerce kat daha fazla olduğu gösterildi. Asbestin değişik formlardaki silikatlardan oluştuğu bilinmekteyken, NP’lerin karbon ve birçok metal formunun olabileceği gösterildi. Belki de bunlardan da öte en önemlisi asbest sadece solunum yoluyla zararlı etkilerini gösterirken, NP’lerin solunum yolu dışında her türlü mukozal yüzeye penetre olabileceği gösterildi. Yani burun mukozasındaki sinirlerin aksonal lifleri yoluyla, gastro intesitnal sistem, hasarlı cilt vb. her türlü mukozal yolla dolaşıma geçebildiği gösterildi. Ancak NP zararları konusundaki ilk bilgilerimiz bugün için çoğunlukla deneysel hayvan çalışmalarına dayanmakta. Bu çalışmalarda da yapılan incelemelerin çoğu günümüze kadar bilinen en zararlı lif olan asbest ile karşılaştırılarak ortaya kondu. Bu ilk çalışmalarda bile asbestten çok daha fazla kanserojen olduğu, asbestten daha hızlı ve kısa sürede akciğerin üzerindeki zarın kanserine (mezotelyoma) neden olduğu, asbestten daha fazla doku ve organlarda nasırlaşmaya (fibrojenik) yol açtığı ortaya konuldu. Bu etkileri hem daha şiddetli, daha erken hem de daha hızlı ilerleyen tiptedir. Yine yapılan deneysel çalışmalarda bu etkilerin sadece akciğerler üzerinde değil, diğer sistemler üzerinde de oluşabildiği anlaşıldı. Bunlardan belki de en korkutucu olanı kanın pıhtılaşma mekanizmasını bozarak değişik sistemlerde bu yönde patolojilerin oluşmasına yol açmasıdır. Özellikle son yıllarda erken yaşlarda ve sık görülen felçler, kalp krizleri, akciğer ana damarlarında pıhtı oluşmasına bağlı görülen CBT 1424 14/ 4 Temmuz 2014
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle