25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ÜRETİM TEKNOLOJİLERİ VE İSTİHDAM Otomasyon, işlerimizi nasıl etkileyecek? Son araştırmalar, önümüzdeki yıllarda mevcut işlerin yarıya yakınının otomasyon yoluyla bilgisayar ve robotlar tarafından yapılacağına işaret etmekte. Tam olarak neler oluyor ve bu konuda neler yapılabilir? Erdal Musoğlu emusoglu@gmail.com G eçen yazımızda Al Gore’un, ‘Geleceğin altı itici gücü’ adlı son kitabından söz etmiştik. Bu itici güçlerden birincisi istihdamın giderek doğu ülkelerine ve otomasyona kayması idi. Bu yazıda konuyu genişletecek ve son gelişmeleri yansıtmaya çalışacağız. Narrative Science (ref 1) adlı ABD şirketi yapay zeka ve bilgisayarla doğal dil işleme dallarında uzmanlaşmış. Şirket, otomatik raporlama ve yazı hazırlama sistemleri üretiyor. Son uygulamalarından biri ise, sportif etkinlikler, finansal raporlar ve çeşitli incelemeleri analiz ederek, gazete ve dergilere yazılar hazırlıyor! Tabii çok büyük bir hız ve doğrulukla. Uygulamanın kullanıldığı yerlerde, yazarlara kalan, konunun çerçevesini ve bakış açısını belirlemek. Gerisi ise bir düğmeye basmaktan ibaret... Yoksa gazetecilik de mi yok olma yolunda? Otomasyonun tehdidi 2013 sonunda Oxford üniversitesi araştırıcıları (ref 2), tam 700 den fazla işin bilgisayar otomasyonu ile yapılmaya başlanarak yakında yok olacağı konusunda bir inceleme yayınladılar. Veri madenciliği, görüntü işleme ve tanıma, yapay zeka gibi teknolojilerdeki gelişmeler, önümüzdeki yıllarda, kredi uzmanlarından vergi memurlarına, kasiyerlerden ev çatısı işçilerine, taksi sürücülerinden hayvan besleyicilerine kadar uzanan bir yelpazedeki işleri ‘sayısallaştırarak’ yok edeceğe benziyorlar! Bilişim ve iletişim teknolojilerindeki hızlı gelişmeler, artık hemen her noktası internetle birbirine bağlı, ekonomileri ve ticareti bütünleşmiş ve yüksek düzeyde etkileşimli dünyamızda, istihdamın dengesine başka türden bir tehdit daha oluşturmaktadırlar. O da, eskiden yalnız düşük nitelikli ve ucuz el emeği ile yapılan işlerden sonra, yüksek eğitim ve nitelik gerektiren işlerin de uzak ülkelere, özellikle doğu Asya’ya kaymasıdır. Asya ülkelerine dikkat: Buna en iyi örneklerden biri, Hindistan’ın, doğru bir strateji izleyerek, iyi ingilizce bilen ve iyi eğitimli bir işgücü oluşturması ve daha başlangıçta hızlı internet altyapısını kurmuş BAŞTARAFI 9. SAYFADA olmasıdır. Hindistan, bu faktörlere düşük ücretleri de ekleyerek, hizmet sektöründeki pek çok işi batılı çalışanlardan alarak ülkesinde yapmaktadır. Çağrı merkezlerinden muhasebeye, tıbbi raporlama ve görüntü yorumlamadan finansal analizlere ve uluslarası şirketlerle entegre biçimde yazılım geliştirmeye kadar uzanan bir spektrumdaki işler böylece ülke değiştirmektedir. Büyük ayrışma: Öte yandan, yirminci yüzyılın ilk yarısından beri, pek çok ülkede yaratılan yeni işler nüfus artışının altında kalmakta. 2000 yılından sonra ise şirketlerin karları neredeyse iki kat artmasına rağmen, enflasyondan arındırılmış hane gelirleri gerilemekte. Yani, şirketler, otomasyonun üretkenliği arttırması sonucu, daha az işçi çalıştırarak daha çok kar etmekteler. Yakınlarda yayınlanan ‘’ İkinci Makine Çağı The Second Machine Age’’ adlı kitabın (ref 3) yazarları ‘büyük ayrışma’ adını verdikleri bu olguyu tarihi bir ‘kayma’ olarak nitelemekteler. Yalnız üretkenlik mi?: Klasik ekonomik teoriler, üretkenlik arttığı sürece herşeyin yolunda gideceği üzerine kurulmuştur. Teknolojik inovasyon üretkenliği iyileştirerek gelirleri ve yaşam düzeyini arttırır. Yirminci yüzyılda oldukça geçerli olan bu varsayım özellikle son on beş, yirmi yılda işlemez olmuş, üretkenlik artarken çalışanların gelirleri düşmüştür. Sözünü ettiğimiz kitaptaki araştırmalar, teknolojik gelişmelerin, başta az beceri gerektiren işler olmak üzere, yarattıkları işlerden daha fazla sayıda işi yok ettiklerini göstermektedir. 1980 lerde, bilgisayarların yaygınlaşmasıyla, gişe memurluğu, makine operatörlüğü, terzilik gibi rutin işlerin otomasyonu ile başlayan bu süreç artık iyice hızlandı. 2001 ile 2011 arası söz konusu rutin işlerin yaklaşık %11’i yok oldu. Ancak, İkinci Makine Çağı kitabındaki bu saptamalarına, birçok iktisatçı, bu konuda yeterli, güncel ve güvenilir veri yok diye karşı çıkmakta. Özellikle, üretkenliğin ölçümü konusunda uzmanların görüşü birbirinden oldukça farklı. Örneğin, Joseph Stiglitz, Amartya San ve JeanPaul Fitoussi gibi önde gelen birçok iktisatçı, üretkenliğin güçlü ve sürdürülebilir bir ekonominin iyi bir göstergesi olmadığını ifade etmekteler. Artık, ekonomik üretim yerine, bireylerin yaşam düzey ve kalitelerini ölçüt olarak kullanmanın zamanı geldiğini düşünüyorlar. Bu konuyu somut bir temele oturtmanın biricik yolu ise sözünü ettiğimiz türden verileri toplamak ve işlemek. İş piyasası verilerinden hareketle, çok daha sağlam ve kesin biçimde hangi işlerin otomasyon yüzünden kaybedildiğinin belirlenmesi gerek. Ancak ondan sonra, sağlıklı biçimde yeni ölçütler ve ekonomik ilkeler belirlenerek, yaşamakta olduğumuz bu postmodern endüstri devrimi yönetilebilecektir. Ya ülkemiz? Ülkemizde de, hızlı nüfus artışımız, yetersiz eğitimimiz, giderek azalan katma değerimiz ve 10.000 dolarlardan yukarı çıkamayan kişi başına yıllık gelirimizin oluşturduğu bir çerçevede, mevcut ve yeni işler, doğu ülkelerine kaçış ve otomasyon nedenleri ile büyük tehdit altındadır. Kaldı ki, bizim ülkemiz de, Hindistanın ya da Güney Kore’nin yaptığı gibi, coğrafi, kültürel, demografik ve ekonomik durumunu doğru ve gerçekçi biçimde analiz ederek, önündeki fırsatları ve tehditleri açıkça ortaya koyabilir ve gelecek için bir yol haritası yani kapsamlı bir strateji hazırlayabilir. Ülkenin gidişi ve gündemi ise, ne yazık ki, bu konuda en küçük bir ümit vermemektedir. Günümüzde üretim, artan biçimde, sanal küresel fabrikalarda, tedarik zincirinin onlarca ülkeyi ve yüzlerce şirketi kapsadığı bir ortamda yapılmaktadır. Birbirleri ile sürekli iletişim halinde olan otomasyon sistemleri ise küresel bir yapay zeka ağı oluşturmaya doğru evrilmektedir. Bu olguları göz önüne alan ve insanlarımızın yalnız refahını değil aynı zamanda yaşam kalitelerini, ekonomimizin sürdürülebilirliğini ve çevrenin korunmasını da içerecek böyle bir strateji, bu yazıda özetlediğimiz, istihdama yönelik tehditleri de mutlaka kapsamına almalıdır. Yoksa, kendimizi, neredeyse hepimizin işlerimizi kaybetmemize kadar gidebilecek bir sürecin içinde bulabiliriz... Referanslar: 1. www.narrativescience.com 2. Scientific American, ‘Will work for machines’, ağustos 2014 sayısı 3. ‘The Second Machine Age’, www.amazon. com CBT 1427 9 / 25 Temmuz 2014 Ücret ve maaşlardaki gerileme ve yaşanan yoksullaşma süreci, borçlanarak telafi edilirken sanal bir refah artışına ve makroekonomi açısından önemli bir kırılganlığa neden oluyor. Diğer yandan bölüşüm ilişkilerinin çalışan sınıf ve katmanların aleyhine gelişmiş olmasına karşın ekonomide yatırım ve istihdam artmıyor ve ekonomide yapısal değişme sağlanamıyor. Bu çerçevede ekonominin geldiği bu noktada bölüşüm ilişkilerine duyarlı iktisat politikalarının temel çıkış yolu olduğunu belirtmek gerekiyor. Başka bir ifadeyle, ücretlerin sadece bir maliyet unsuru olarak değil, talep ögesi olduğunun da dikkate alınması gerekiyor. Diğer yandan, 1980’li yıllarda neoliberal politikaların egemen olması ile birlikte, yoksulluk devletin sosyal politika araçları ile mücadele edilmesi gereken bir olgu olarak değil, piyasa mekanizmasının istenmeyen, bireysel bir sorunu olarak görülüyor. Yoksulluğu yaratan sistemik sorunlar görülmüyor ve yoksulluk sorunu bireyin kapasitesine indirgeniyor. Yoksullukla mücadele ise sadaka ekonomisine indirgenmiş durumda. Bu nedenle yoksullukla mücadelede yeniden sosyal devlet ve onun araçlarına sahip çıkmak gerekiyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle