Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Haberler GÜNCEL TIP Mustafa Çetiner cetiner.m@superonline.com İlkel insandan miras kalan “atlet geni” Tibet platosunda yaşayan insanlar yükseklik ve düşük oksijen seviyesine rağmen özel bir gen varyantı sayesinde gayet iyi yaşıyor. Son bir araştırmaya göre bu “atlet geni” beklenmedik bir kökene uzanıyor. Bu gen yaklaşık 50.000 yıl önce soyu tükenen Denisova insanına ait. Demek ki günümüz Tibetliler ve Denisova insanları arasında cinsel ilişki yaşanmış olmalı diyor Berkeley Üniversitesi’nde Rasmus Nielsen ve ekibi. İlk bakışta birbirleriyle pek alakalı görünmeyen, evrimin iki yapboz parçası ilişkilendiriliyor. Bir yanda Tibetlilerin, vatanlarındaki zor koşullarla başa çıkmaları var. 4000 küsur metre yükseklikteki Himaya dağlarındaki Tibet platosunda, oksijen yoğunluğu, deniz seviyesine kıyasla yüzde kırk daha düşüktür. Birkaç yıldan bu yana bilindiği gibi oksijen alımında EPAS 1 geni yardımcı olarak, Tibetlilerin “soluksuz kalmalarını” önlüyor. 2010 yılında gerçekleştirilen araştırma söz konusu gen mutasyonunu çok hızlı gerçekleşmiş olması gerektiğini göstermişti. Çin’deki ova yerleşmelerinde yaşayanlarla gerçekleştirilen genetik karşılaştırmalar, düşük oksijenli çevreye uyumun 3000 yıldan daha kısa bir süre içinde tamamlandığı anlaşılmış. Öte yanda da gizemli Denisova insanı var. Araştırmacılar 2008 yılında Orta Sibirya’da daha önce bilinmeyen bir insan türüne ait, minik bir parmak kemiği parçası ve iki diş bulmuşlardı. Daha sonraki genetik analizler de bu insan türünün sadece birkaç temsilcisinin Asya’da yaşamış olduğunu göstermişti. Denisova’nın yeni bir insan türü mü olduğu ya da başka bir soy çizgisine mi ait olduğu yani Homo soyağacına sınıflandırılıp, sınıflandırılmayacağı hala tartışmalı. Fakat “atlet geni”nin Denisova insanından miras kaldığı, çok açık diyor araştırmacılar. Peki soyu tükenmiş Denisova insanının geni hala yaşayan Tibetlilerin kalıtımına nasıl girdi? Nielsen, Çinlilerin ve Tibetlilerin ataları arasında ve diğer yanda da Denisova insanları arasında cinsel ilişkinin yaşanmış olduğuna inanıyor. Bu şekilde EPAS1 geni sonuncudan, en baştakine aktarılmış olabilir. Bunun 40.00060.000 yıl önce gerçekleştiği sanılıyor. Denisova insanının buluntu yeri Orta Sibirya’da sadece 700m yükseklikte yer almasına rağmen, bu insanlar da EPAS1 geninden yararlanmış olabilir. Mağara, Altay dağlarının yakınında yer alıyor. “Asya’nın ilkel sakinleri ve Denisova insanları arasındaki gen alışverişinden on binlerce yıl sonra Asya’da EPAS varyantı çok enderdi. Keşfettiğimiz gibi günümüz Han Çinlilerinde de bu gen çok ender” diyor Nielsen. Fakat Tibetlilerin ataları 3000 yıl kadar önce Himalayalar’a tırmanmaya başlayınca bu varyant doğal ayıklanma sayesinde yaygınlaştı. Günümüzde yaşayan Tibetlilerin yüzde 87’si atlet genini taşırken, bu oran Han Çinlilerinde sadece yüzde 9 civarında. Nielsen, soyları tükenmiş Homo kolları ve modern insan arasında bugüne kadar tahmin edilenden daha fazla gen alışverişinin yaşandığına inanıyor. Evrim açısından bakıldığında bu tür bir gen akışı mantıklı. Nitekim Homo sapiens, Afrika’dan çıktıktan sonra yeni çevrelere uyum sağlamak zorundaydı. Evrim teorisine göre uyum sağlama genetik mutasyonla gerçekleşmekte. Fakat bu süreç çok uzun sürebilir. Oysa uyum sağlamış bir türden bir gen varyantı almak çok daha çabuk gerçekleşir ki bu süreç insanın gelişimi için bugüne dek düşünülenden çok daha önemli. Biyolojide buna “adaptive Introgression”/”adaptif melezleşme” deniyor. Kimi anlar vardır, gözünüzün önünden perde kalkar, yaşama dair göremediğiniz, anlayamadığınız, çözemediğiniz bilinmezler apaçık dökülüverir ortaya. Kendinize şaşarsınız. Nasıl fark edemediğinize kızarsınız. Duru Akıl Karmaşık Kurnazlıktan Daha Güçlüdür! Ya da biliyorsunuzdur aslında ama aklınıza getirmek istemiyorsunuzdur. Deprem olacağını bildiğiniz bir şehirde yaşamaya çalışmak gibi… Ama gerçek size aldırmaz, bir gün, bir an gelir gerçekle yüzleşmekten kaçamazsınız. Bir gün büyük deprem olur mesela, her şey altüst olur… Bir gün insanları, onların gözünüzdeki yerinizi, kendinizi çırılçıplak görüverirsiniz. Çevrenizdeki insanlara şaşırıverirsiniz. Ummadıklarınızdan gördüğünüz desteği, umduklarınız sizden esirgiyordur aslında, anlayıverirsiniz. Yaşadıklarınız, insanları tanımak için “turnusol” kâğıdıdır. Anlarsınız ki, kerpiç evleri gibi plazaların tepelerindekileri de koftur bu ülkenin. Başkalarının emekleriyle ve onlardan aşırdıkları ile var olmaya çalışanlar, birkaç bölüm yayınlanıp kaybolan televizyon dizilerinin kahramanları gibi gerçek yaşamda aslında “yokturlar”. Bu yokların temel özellikleri sanki varmış gibi davranmalarıdır. Maharetleri; bilmeyip biliyor gibi davranmayı becerebilmeleridir. İnsan tavlayarak sahnede kalır, kendi önceliklerinden başka hiçbir değere inanmazlar. Profesyonel yaşamında taş üstüne taş koyamayanlar, taşları kendileri yaratmış gibi davranarak var olmaya çalışır. Yaşamları “miş” gibi geçenler, olup ta aslında olmayanlar, ne pahasına olursa olsun sahnede olmak, bir köşe tutmak için debelenirler yaşamları boyu. Gerçekle değil görüntüyle ve o görüntünün hak etmeden kendisine kazandırdıkları ile ilgilidirler sadece. Başkalarının emekleri, düşünceleri ve yıllanmış birikimleriyle var olmayı yaşam biçimi seçenlerin önemli sayıldığı bir ülkedir bu ülke. Onun için de gericiliğin, bilgisizliğin, bilimsizliğin ve yobazlığın kucağındadır. Yıllarca yok sayılan halk gruplarının, işsiz ve çaresiz insanlarının umutsuz arayışlarına kayıtsız kalanların, o haykırışı duyamayan sözde aydın ve seçkinlerin eseridir yaşadığımız günler. Her şeyin bir bedeli vardır ve bu bedel ödenmelidir. Adalet bir gün herkes için gerekir. Bu gerçeği işine geldiğinde anımsayanların mağdur olduklarında sızlanmaya hakları yoktur. Gölgesiyle yüzleşemeyen ürkek kalabalıkların, resmi bütünüyle göremeyen, kendine dönük, sadece kendisiyle ilgili kısımları algılayan ve eleştirenlerin, katı ahlakçıların “ne oluyor bize” deme hakları yoktur. Gündelik pratiklerinde “ne tarafa meyil etsem bana daha yarar” diye soranların, işsizlikten, korkudan, yeteneksizlikten “sahibinin sesi” olmayı içine sindirenlerin ülkesinde korku her yana sinmiştir. Italio Calvino, “Görünmez kentler” kitabındaki Marozia için der ki; Marozia, en korkunç farelerin dişleri arasından dökülen artıkları birbirlerinin ağzından kapan fare sürüleri gibi, herkesin kurşun dehlizler boyunca koştuğu bir kent bugün... Öyle mi? Ama umut hep vardır. Sınır tanımaz, kararlı ve değiştirebileceğine inananların gür sesleri yükselmeye görsün bir, susar hepsi… Önce o gür sesin sahiplerini saf görür, arkalarından gülerler… Sonra giderek kızarlar, öfkelenirler onlara… Çünkü alışmadıkları, bilmedikleri bir şeydir. Sonunda korkarlar, sinerler… Çünkü parasız, kendi emeğiyle ve gönülden üretmenin hazzını tatmamışlardır, temiz havada soluk alıp vermeyi bilmezler. Haklı ve doğru duruşun gücü gibisi yoktur, bilmezler… Gizlilik anlaşmaları, rüşvetler işe yaramaz… Duru akıl karmaşık kurnazlıktan, saflık karanlıktan çok daha güçlüdür çünkü. Pandoranın kutusu bir açılmaya görsün. Kaybolup giderler... (2011) Kuzeydoğa Derneği’nden dünya rekoru 5 gün içerisinde 5 ayrı canlı türüne 7 ayrı tip takip cihazı takıldı. ABD Utah Üniversitesi öğretim üyesi ve KuzeyDoğa Derneği başkanı Doç. Dr. Çağan Şekercioğlu liderliğindeki uluslararası ekip, Doğu Anadolu’daki doğa koruma ve yaban hayatı araştırma çalışmalarında Haziran ayında yeni bir dünya rekoru kırdı ve birçok ilki gerçekleştirdi. Bu etkinlikler şöyle: 1İlk kez doğada yaşayan özgür bir kurda National Geographic CrittercamTM takıldı. 2İlk kez bir boz ayıya gece görüşlü (infrared) National Geographic CrittercamTM takıldı. 3Aynı ekip yırtıcı memeliler boz ayı, vaşak ve kurt ile iki kuş türü küçük akbaba ve büyük kamışçına küresel takip cihazları taktı. Doç. Dr. Şekercioğlu, Whitley Gold Ödülünü dünyada iki kere alan tek kişi olarak 2013 yılında son 20 yılın en başarılı doğa korumacısı seçilmişti. Whitley Vakfı’ndan gelen yeni destekle, National Geographic Kâşifi Şekercioğlu’nun ekibi Türkiye’nin yaban hayatını araştırma ve koruma konusundaki çabalarını daha da arttırdı. CBT 142715 / 25 Temmuz 2014