Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
kitap Nörobilim, Felsefe, Küresel Ayaklanmalar ve Gezi Olayları... dekore ediyorlar, üzerlerine küçük kâğıtlar iliştirerek Yoko Onovari dilek ağaçlarına dönüştürüyorlar. Sinan Çakmak’ın fotoğrafında bir grup insan ele geçirilmiş bir belediye otobüsünün içinde görülüyorlar. Sanki sıradan bir belediye hattında X noktasından Y noktasına gidermiş gibi yerlerini almışlar. Mesele şu ki bu otobüs bir yere gitmiyor. Diren Gezi anlayışının cisimleştiği bir deneyim alanına dönüştürülmüş durumda. İnsanlar bu otobüsün içinde bir yerden bir yere değil de bir hayale doğru, bir fikre doğru gitmeyi bekliyor gibiler. Gitmeyen otobüsün yolcuları bu birlikte arayışları sayesinde bir iç yolculuk gerçekleştirdiler Gezi’de diye bakabiliriz.” Derginin odak bölümünde yazan bir diğer isim Marina Sitrin, “Occupy: Demokrasiyi Bir Mesele Haline Getirmek” başlıklı yazısında diyor ki: “Türkiye’de bir parkın savunulması olarak başlayan eylem, yüzbinlerce insanın tüm ülkenin sokaklarında harekete geçtiği, elinde tutabildiği sürece kamusal alanları dönüştürdüğü ve pek çok yerde eylemleri yatay meclislere, forumlara ve agoralara çevirdiği bir hareket oldu. Ve sonra Brezilya’da, sadece haftalar sonra, yüzbinlerce kişi tüm ülkede seferber oldu ve insanlar burada da kentlerdeki mahallelerinde ve kasabalarda yatay forumlar oluşturup toplumda neyin yanlış gittiğini ve ne yapabileceklerini sorguladılar.” Derginin söyleşi bölümünde ise Susan BuckMorss’un “Neoliberalizm, Ekoloji ve Küresel Ayaklanmalar” başlıklı bir söyleşisi bulunuyor. Bu söyleşide Buck şöyle diyor: “Gezi, kimliklerin çokluğuyla alakalı bir şey. Örneğin 2011’de Tahrir Meydanı’nda insanlar namaz kılan Müslümanları korumak için el ele vermişti ya da Gezi’de ve başka yerlerde örtülü kadınlar, örtülü olmayan kadınlarla dayanışma içindeydi. Yani burada karşımızda şu mefhum var: ‘Evet, benden farklısın, evet kendi kimliğin var ama bu birlikte siyaset yapamayacağımız anlamına gelmiyor.’” Sabancı Üniversitesi Üretim Sistemleri Mühendisliği Programı Öğretim Üyesi Bahattin Koç’un 3B yazıcı ile üretim araştırmalarına yaklaşık 16 yıl önce başladı. Doku mühendisliği ile ilgili çalışmalarına Amerika’da University at Buffalo (SUNY) de yaklaşık 7 sene önce başladı. Amerikan Savunma Sanayi (U.S. Department of Defense) tarafından desteklenen yapay deri ve yaraların iyileşmesi için scaffold adı verilen 3B destek yapılarının tasarımı ve üretimi üzerinde çalışmalar yaptı. Yaklaşık 2 yıldır da bu proje üzerinde, doğrudan canlı hücreleri 3B basımı ile yapay doku ve organ üretimi üzerinde çalışıyor. Bahattin Koç’un 3B Doku ve Organ Basımı Projesindeki çalışmaları Koç bundan sonraki aşamada fibroblastların yanı sıra, endotel ve düz kas hücrelerini de kullanarak oluşturulacak damar dokusunu biyoreaktörde güçlendirmek için çalışmaların devam ettiğini belirtiyor. 3B doku ve organ basımı proje grubunun nihai hedefinin, laboratuvar ortamında bir doku veya organının bir bölümünü, anatomik yapısına uygun olarak üç boyutlu biyoyazıcı ile canlı hücreler kullanarak basmak olduğunu işaret eden Koç, bu bağlamda en önemli adımın biyoyazıcı ile hastanın kendi normal hücrelerini veya kök hücrelerini kullanarak, organının bire bir kopyasını üretebilmek olduğunu söyledi. Böylece hastanın kendi hücreleri ile üretilen yapay doku veya organı, hastanın vücudunun reddetmesi gibi bir durumu ortadan kalkacak. Ancak şu anda bu çalışmaların başlangıç aşamasında olduklarını söyleyen Koç, klinik uygulamaların uzun yıllar alabileceğine dikkat çekiyor. Aort örneğine niçin öncelik verdiklerini Koç şöyle anlatıyor: “Bunun iki temel sebebi var: Birincisi, aort insandaki en büyük ve tek damar olduğu için, bunun otolog greft ile tedavisi maalesef mümkün değil. Bunun tedavisi için şu anda plastikten (dacron) yapılmış sentetik damarlar kullanılıyor ve bunlar hiçbir zaman normal insan damarı gibi olmuyor. İkinci sebep, eğer 3B yapay doku veya organ üretecek isek, bu doku veya organların beslenmesi için öncelikle damar dokusunun oluşturulmasının gerekliliği. Bu, daha sonraki aşamalarda ele alınacak bir hedef. Şu anda tam fonksiyonlu bir yapay doku üretme aşamasında değiliz ama bunun için çalışmalarımız devam ediyor. Bu konuda temkinli konuşuyoruz, zira önümüzde çok uzun bir süreç var.” Bu projenin sonucunda üretilecek aort damar örneğinin ne işe yarayabileceği sorusunu Koç şöyle yanıtlıyor: “Einstein’ın ölüm sebebinin abdominal aort anevrizması olduğunu çok kimse bilmez. Anevrizma bir damarın balon gibi genişlemesidir. İleri aşamalarda damarın yırtılması ile iç kanamaya ve ölüme neden olabilir. Bu çalışmanın sonucunda hastanın kendi hücre veya kök hücrelerin kullanılarak üretilecek olan aort damarı, hastaya nakledilecek ve bu sorun ortadan kalkacak. Bu çalışmanın bir diğer yararı da ilaç şirketlerinin üretecekleri ilaçları canlılar üzerinde denemek zorunda kalmayacak olmaları. İnsan vücudunun dışında üretilen bu organlar, ilaçların test edilmesi ve toksikoloji aşamasında büyük kolaylık sağlayacak. Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Dekanı Yusuf Menceloğlu, bu projenin üretim aşamasına geçmesi için yeni yatırımcılara, yeni girişimcilere ve genç yeteneklere ihtiyaç duyduklarını belirterek, özellikle ilaç şirketlerinin bu çalışmaya destek vermeleri için çağrıda bulundu. Ülkemizde en büyük sorun, üretim aşamasına geçmeye aday projelerin, sanayi sektöründen yeterince destek görememesi. NİHAİ HEDEF ORGAN BASIMI NİÇİN AORT? Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan cogito dergisinin bu ayki dosya konusu Nörobilim, Felsefe ve Toplumsal Dönüşüm... Dergi bu üç ana konudan yola çıkarak işgal hareketlerinin anarşist kökenlerine ve Gezi olaylarına eğiliyor. 3 aylık düşünce dergisi cogito’nun kış sayısında dosya olarak Nörobilim ve Felsefe var. Bu sayının dosyasını, Koç Üniversitesi tarafından düzenlenen “Nöroloji, Biyoloji Felsefesi ve Yapay Zekâ” başlıklı sempozyumda sunulan tebliğlerin bir bölümü oluşturuyor. Bilinç, benlik, ahlak, özgür irade, deneyim gibi felsefe geleneğinin yapıtaşlarını teşkil eden meseleler nörobilim dalında kaydedilen gelişmeler ışığında değerlendiriliyor. Bu dosyanın yazı konuları: Bernard Stiegler: Beyin, Teknik ve Transbireyleşme Süreçleri ; Patrick Roney: Beynin Sanatı. Nöroestetiğin Ortaya Çıkışı; Zeynep Direk ve Ceyda Sayalı: Nöroetik ve Levinas’ın Başkalık Etiği; Fuat Balcı: Öznel Zaman; Barış Korkmaz: Nörobilim ve Psikanaliz; Stephen Voss: Benlik İnancı; Barry Smith: Lezzete Dair, Karmaşıklıklar; Emrah Aktunç:“Acımasız İndirgemecilik”: İndirgenen Nedir? ; Alva Noë: Bulunuşun Çeşitleri; Aziz F. Zambak: Plastisite ve Yapay Zekâ.. Derginin Occupy Wall Street hareketi ekseninde anarşizmin, yataylık hareketinin toplumsal dönüşüm açısından sunduğu imkânların araştırıldığı “İşgal Hareketlerinin Anarşist Kökenleri” başlıklı Odak bölümünde yer alan “Occupy Tahrir ve Mayıs 68 Hatlarıyla Gezi’ye Seyahat” adlı yazısında Süreyyya Evren şöyle diyor: “Haziran Geçici Otonom Bölgesi haliyle Taksim’deyiz... Enstalasyona dönüştürülmüş otomobiller, otobüsler her yerde. İnsanlar bu araçları yeniden NE İŞE YARACAK? CBT 1405 9 /21 Şubat 2014 GİRİŞİMCİLERE ÇAĞRI Bugüne değin karadeliğin tanımı kısaca şu şekilde yapılırdı: Karadelikten hiçbir şey kaçamaz, hatta ışık bile. Fakat İngiliz astrofizikçi Stephen Hawking şimdi bu olay ufkunun, dönüşü olmayan sihirli sınırın belki de hiç bulunmadığını düşünüyor. Bunun yerine görülebilir bir ufuk gerçi ışık ve maddenin burada tutulmasını sağlıyor, ama her ne kadar çok farklı bir biçimde de olsa bilgiler buradan kaçabiliyor. Halihazırdaki bilimsel kanıya göre kara delikler sonsuz yoğunlukta eşsiz bölgelerdir. Bunların merkezlerinde genel görelilik kuramının yasaları geçersiz kalır. Bu eşsiz bölgelerin kütle çekimleri, madde ve ışığın kendine doğru çekilmelerine ve yeniden dışarı çıkmamalarını sağlar. Einstein’ın teorisine göre yanlışlıkla bir olay ufkundan geçen bir astronot bunu ilk önce fark etmeyebilir. Çünkü bu bölge görünmezdir ve uzayın diğer yerlerinden farksızdır. Ancak kuantum mekaniği olayı farklı görüyor. İlkelere göre olay ufku daha çok bir yangın duvarına yani son derece zengin enerjili bir bölge olmalı. Buradan geçen bir astronot anında küle dönüşürdü. Bu iki bakış açısı şimdiye dek uyumsuz olarak yan yana duruyordu. Fakat Hawking şimdi gerek Einstein’ın yasalarını gerekse kuantum teorisini “tatmin edecek” üçüncü bir çözüm sunuyor. Fizikçi “Karadelik için bilgi koruma ve hava durumu” başlıklı makalesinde, aslında bir olay ufkunun bulunmadığını iddia ediyor. Çünkü diyor Hawking, “Karadelik diye bir şey yok” karadeliğin etrafındaki çevre kesin bir sınır oluşturamayacak kadar değişken. Ve bir olay ufkunun yokluğu da aynı zaman karadeliklerin bulunmadığı anlamına gelir, en azından ışığın hiçbir zaman kaçamayacağı bir bölge yoktur. Fizikçinin görüşüne göre karadelikler daha çok kütle çekim alanının istikrarsız sınırları olarak görülebilir. Bu da yakalanan maddeyle ilgili bilginin tamamen yok olmadığı anlamına geliyor. Bu bilgi sadece çok fazla değişir ve bozulur, en sonunda da Hawking ışınımı olarak yayılır. 1975 yılında Hawking tarafından önerilen bu ışınım, madde parçacıklarının karadeliğe yaklaşmaları halinde oluşur. Karadelik ne kadar küçük ve ne kadar düşük kütleliyse ışınım o kadar kuvvetlidir. Hatta mikroskobik boyuttaki deliklerde ışınım bunların zaman içinde küçülmelerini ve birden bire ışınımın içinde çözülmelerini sağlar. Yıldız patlamalarıyla oluşan zengin kütleli veya galaksilerin merkezinde bulunan karadelikler ise çok az ışınım yayarlar. Hawking şimdi Hawking ışınımının, karadeliğe düşen maddelere ait bilgileri barındırdığını söyleyerek bu teoriyi genişletti. Bu teori, her şeyi yutan olay ufku kavramıyla çelişiyor. Çünkü soğurulan maddenin bilgileri çok değişmiş bir biçimde geri veriliyor. Ne var ki bu bilgileri okumak neredeyse imkânsız. Fizikçi bunu hava durumunu uzun vadeli olarak kesin bir şekilde tahmin etmeye benzetiyor. Gerçi bu teorik olarak mümkün, ama gerçekte en azından şimdilik neredeyse olanaksızdır.