Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
www.iku.edu.tr B L M KÜLTÜR VE E TM tencinin (iradesinin) özgür olup olmadığı İslâm Felsefesi’nin temel sorunudur. “Kader” İslâm Felsefesi’nin araştırma alanı içinde sorgulanarak alın yazısı olmaktan istence (yapabilme iradesine) dönüştürülerek tartışılmıştır. Kader (mutlak irade) karşısında cüzi (insani) iradenin gücü, felsefe alanındaki arayışlar sayesinde fark edilmiştir. “Kelamcılar” bilgiye iç bilgi ya da gönül bilgisiyle değil, akıl yoluyla ulaşılabileceğini öngördüler. Akılcılığı öne çıkaran “Mu’tezile” (Ayrılanlar) okulu düşünürleri, bilgi kuramlarında kuşkuculuğa varacak kadar ileri gittiler. Demokritos’un, Zenon’un, Empodokles’in, Epikuros’un düşüncelerinden yararlandılar. “Eş’ari” okulunun yaklaşımını benimseyenler ise aklın bilgiye ulaşmada yetersizliğine inanarak “kelam” çerçevesi içinde akıldan çok “vahye” dayalı yoldan bilgiye ulaşmayı önemsediler. İslâm mistisizmi olarak da tanımlayabileceğimiz tasavvuf; “Anadolu İslâm Tasavvufu” anlayışı içinde bir eylem, yaşama, davranma felsefesi olarak karşımıza çıkar. Anadolu İslâm Tasavvufu’nda, Hint Mistisizmi’nin dünyadan uzaklaşma, varlıktan sıyrılma ve yoklukla bir olma (kaynaşma) düşüncesi ağır basmaz. Onda, biçimden, görünenden sıyrılıp öze ulaşma çabası yer alır. Olgunluğa ulaşmış bir kimse olarak yaşama katılma düşüncesi vardır. İslâm mutasavvıfları bunu “terki dünya, terki ukba, terki terk” (dünyayı terk etmek, ahireti terk etmek, terki terk etmek) sözüyle dile getirirler. İslâm Felsefesi içinde batıni izler: Tasavvufun varlık görüşünde ağırlıklı olarak “Vahdeti vücut” (varlık birliği) düşüncesi yer alır. “Tanrı ile evrenin birliği” (panteist) görüşünün yorumu vardır. “Vahdeti mevcut” (panenteist) görüşünü benimseyenler ise bu yaklaşımın karşısında durarak Tanrı’nın evrende göründüğünü fakat bu görünüşün “bir ve aynı” olmadığını savunurlar. “Yaratanyaratılan” ayrımının hassasiyeti bakış açılarının çıkış noktasını oluşturur. Tasavvufun felsefe açısından önemi; biçimci nesnelliğe karşı öznelliğin önemini bir ilke olarak öne sürmesinde ve savunmasında saklıdır. Anadolu’da tasavvuf, örtüleri aralamadan hakikate (saf bilgiye) ulaşılamayacağını önemseyen batıni (İçrekezoterik) ve sanatlı arayışların adı olmuştur. Düşünürlerin aktarımlarında edebiyat, müzik, dans, yazı, süsleme (vs.) estetik varlıklarıyla bir zenginlik oluştururken, inançla örtüştürülmüş kültürel değerlerin sürekliliğini ve kalıcılığını da sağlamıştır. “Batınilik” (içrekçilik) ve tasavvuf zaman içinde toplumsal sınıflara ve onların ideolojilerine karşı farklı düşünce, duygu ve inanç altında giriştikleri bir protesto niteliği de sergilemiştir. Şeyh Bedrettin (XIVXV yy.) “Varidat” adlı eserinde: “İnsanlar, birbirlerine yahut dirhemlere, dinarlara (paraya) rütbe ve mevkilere, yiyecek ve içeceklere ibadet ediyorlar da Allah’a ibadet ettiklerini sanıyorlar.” diyecektir. Mutasavvıflar (tasavvuf yolculuğunda yol almışlar), arayışlarında “bilmek, görmek ve olmak” olarak tanımlanabilecek üç noktada bilgiyle buluşulabileceğinden söz ederler. Tasavvufta, “Aşk” kavramı tüm aşkların ilâhi aşka köprü olması anlamıyla işlenmiş zahmetli bir yolun yolculuğunu yüreklendirmek adına önemsenmiştir. Bilgiye ulaşabilmenin ilk adımı şüphesiz onu samimiyetle istemekten geçecektir. Kaynakça:*Hilav, Selahattin.”Felsefe El Kitabı”, YKY, İstanbul, 2009 * Magee, Bryan. “Felsefenin Öyküsü” Dost Kitabevi, Ankara, 2007 *”DoğuBatı Dergisi” sayı:3340, DoğuBatı, Ankara, 20052007 * Ansary, Tamim: “Destiny Disrupted”, Public Affairs, New York, 2009. * Armstorng, Karen: “A History of God”, Ballantine Books, New York, 1993.* Russel, Bertrand: “The Problems of Philosophy”, Williams and Norgate, London, 1912 * Russel, Bertrand: “A History of Western Philosophy and Its Connection with Political and Social Circumstances from the Earliest Times to the Present Day”. Simon and Schuster, New York, 1945. * Störig, Hans Joachim: “Dünya Felsefe Tarihi”, Say Yayınları, 2011. *Wikipedia ve Google * Duygu Korunan’a katkılarından dolayı teşekkür ederim. Ortaçağda İslam Felsefesi O Okday Korunan / İKU Sanat ve Tasarım Fakültesi Sanat Yönetimi Bölümü Öğretim Görevlisi İstanbul Devlet Tiyatrosu Oyuncusu. rtaçağ’da felsefe ve din ilişkisi oldukça karmaşıktır; felsefe, din karşısında kaybolmuş gibi görünürken bu kayboluş aynı zamanda felsefenin din içinde saklanmasını ve korunmasını da sağlamıştır. Din, yasa ve uygulamaları ile değiştirmeyi hedeflerken, Felsefe, yaşananları anlama ve anlamlandırma çabasıdır. Din yaratıcıya, felsefe yaratılmış olana aittir. Aralarındaki ilişki vicdanı, erdemi geliştirirken bu ilişkiyi kavrama sürecini de başlatır. İslâm Felsefesi’nden söz ederken, tek bir anlayıştan söz etmek olası değildir. Bu tespit, tek noktadan tanımlarla konuya yaklaşmanın yanıltıcı olacağı bilgisi ile İslâm Felsefesi’nin sentez bir olgu olduğu gerçeğini içerir. İslâm Felsefesi’nin, kelâm, felsefe ve tasavvuf kavramları arasındaki alışveriş neticesinde “anmiktarderece” ölçüleri ile şekillendirilmeye çalışıldığını söyleyebiliriz. Bu düşünceyi ‘kilim’ metaforu ile açıklamak olasıdır. Kilim, küçük dokuların birleşmesiyle ortak bir hikâyeyi ve o hikâyenin sembolizmasını bizlere aktarırken, üzerinde var olan motiflerle o motiflerin her birinden çok daha derin başka bir yeni anlamı da oluşturur. Bir tek ilmekle başlayan doku bağı yine küçük bir parçanın çözülmesi sonucu kaybolup gidecek kadar hassastır. Ortaçağ Felsefesi’nden söz ederken, Arap Felsefesi’nin ya da İslâm Felsefesi’nin sentezci, hassas yapısının etkisinden ve öneminden de mutlaka söz etmek gerekir. İslâm’ı kavramak ve kavratmak adına elbette farklı felsefi ekoller var olmakla birlikte Ortaçağ başlıklı tarihsel sınırlama yapıldığında; antikitenin etkisinde, akıl yoluyla felsefi sorulara cevap vermeye çalışan “felâsife” (filozoflar) ya da “hükemâ”nın (hakîmlerbilgeler) öne çıktığını, Aristo’nun (Aristoteles) etkisinde kalmış bu düşünürlerden başka doğa ve maddeciliğe yönelenlerle, dini özgür yorumlarıyla kavrayan “batıni” akımların varlıklarını görebiliriz. İslâm Felsefesinde öne çıkan isimler ve yaklaşımlar: Ortaçağ İslâm Felsefesi içinde Aristo’nun etkisinde kalan İslâm filozoflarına ve onların görüşlerini benimseyenlere “Meşşaiyun” (Gezginler) adı verildi. “Meşşailer” yalnızca Aristo’nun değil, Eflatun’un (Platon, MÖ. 427347) ve bu iki filozofun yorumcularının da etkisinde kaldılar. Antikçağ düşüncesinin taşınması ve geliştirilmesinde “Meşşai” felsefecilerin temsilcilerinden olarak anılan; Farabi (Avenassar, 870950), İbn Sina (Avicenna, 9801037), İbn Rüşd (Averroes, 11261198) ile bir toplumbilimci filozof olan İbn Haldun’un (13321404) Batı Felsefesi üzerindeki öne çıkan önem ve etkisinden rahatça söz edebiliriz. Tarih bilimi ve toplum felsefesi alanında önemli görüşler ortaya koyan İbn Haldun’un maddeci tarih görüşünün yüzyıllar öncesinden Karl Marx’a (18181883) ilham öncülüğü ettiği de kıymetli bir tespittir. Dönem içinde öne çıkan filozoflardan İmam (El) Gazâli (10581111), İbn Arabi (11651240) gibi düşünürler İslâm Felsefesi’nin bilgi arayışlarını daha çok “ilham” ve “keşfi” önemseyerek çerçevelendirmişlerdir. Bu ve benzeri görüşleri benimseyen düşünürlerin Batı Felsefesi’nin gelişiminde etkili olduğu iddialarına ölçülü yaklaşmakta fayda vardır. İmam (El) Gazali’nin “Tehâfatü’l Felâsife” (Filozofların Tutarsızlığı/”Felsefenin Tutarsızlığı”) adlı risalesinde, akıl ve bilimi dayanak alan Farabi ve İbn Sina’ya karşı “vahiyi” savunan “ Ebu Hasan Eş’ari”nin (873936) (İslâm inancında Ehli Sünnet’in itikattaki iki imamından biridir, diğeri Maturidi’dir. 852944) yanında yer alması, İslâm çatısı altında aralarındaki görüş farkını belirlemiştir. İbn Rüşd daha sonra “Tehâfütü’t Tehâfüt” (Tutarsızlığın Tutarsızlığı) adlı risalesiyle İmam (El) Gazâli’nin “hikmet” kavramı içinde “aklı” sınırlayan yaklaşımını çürütmeye çalışmışsa da İslâm topluluklarını tam olarak ikna etmeyi başaramamıştır. Günümüzde hâlâ Vahhabi anlayışını gizlemek için “Selefiyecilik” (SelefiyeÖncekiler) yaklaşımını benimseyen akıl ve mantık desteğini yanıltıcı bulan İslâm toplulukları mevcuttur. Bu yaklaşım, inancı (akide) müctehidlerin (İslâm kaynaklarını, varlıkları ve delilleri ile inceleyip bir konu hakkında hüküm çıkaran bilim adamı) yorumundan yoksun bırakan, zaman kavramını dışlayan değişim ve gelişime mesafeli duran bir bakış açısıdır. Konunun öznesini sabit bir noktaya sıkıştırarak (değişimin sürekliliğini dışlamak/ vehim saymak) akıl ve bilimi (a posteriori/deney sonrası/”tüme varım”) sapkın (heretik) bularak alanını çerçevelemektedir. Özetlersek, tartışılmaz olan (tabu) yasaklarla korunan bir alanın bekçiliğini yaparak, sınanmadan benimsenen (dogma) bir bilgi arayışını hakikatin kendisi olarak görmek (a priori/deney öncesi/”tümden gelim”) ve kabul (iman) etmektir. Batı Felsefesi, Aristoteles’i (MÖ.384322) yorumlarken İbn Rüşd ve İbn Sina’nın katkılarıyla Thomas Aquinas’ın (12251274) açtığı yoldan cehalet ve muhafazakârlık engellerini aşmaya çalışmıştır. Skolastik anlayışın etkilerinin çözülmesiyle İbn Rüşd’ün eserleri Avrupa üniversitelerinde okutulma imkânı bulmuştur. Aynı zaman dilimi içinde Hıristiyan dünyanın düşünce evreni akıl ve bilime dayalı (Protestan ve Reformist) bir gelişimin içinde yol alırken, İslâm düşünceciliğinde metafizik yaklaşımlarla akıl ile bilimden uzaklaşılmaya başlanmıştır. İslâm Felsefesinde Antikite’den günümüze süren izler: Geçmişten günümüze ötekileştirilerek algılanan pek çok düşün dizgesinin yaşam pratiğinde sanılanın aksine yaşam birlikteliklerini, etkileşimlerini (tezantitezsentez) görürüz. Örneğin; Elea Okulu yaşama madde ötesi açıdan yaklaşmayı seçmiştir. En temel insani soru olan “varlık” ve “mükemmeliyet” sorgulamasına Xenophanes (MÖ.570480), dünya ile bir bütün olan tek varlık fikri ile cevap aramıştır. Elea Okulu: “Varlık her şeydir, değişim, görünüşten ibarettir.” derken, Herakleitos (MÖ.535475): “Değişim her şeydir, varlık ve devamlılık bir vehimdir.” anlayışı içinde yaklaşmıştır. Pythagorasçılar (Pisagorcular) varlık alanına idealist biçimde yaklaşırken, Leukippos (MÖ.V.yy) ve Demokritos (MÖ.460370) maddeci yaklaşmayı seçmiştir. Anaksagoras (MÖ.500428) tarafından dualist bir farkla ortaya atılan yaklaşımla, atomcu sisteme bağlı monadcılar ve atomcular bu zıt iki sistem algısını uzlaştıran yeni bir yaklaşım içinde hem devam hem de değişim fikrini öne çıkardılar. Devamı varlıklarda, değişimi varlıkların ilişkilerinde açıklayan bu yaklaşım Pythagorasçıların geleneğe dayalı ideal birlik anlayışının yanına, atomcularla fiziki ya da maddi birlik yaklaşımını da eklemişti. Bu ruh ile maddenin zıtlık algısı karşısında bir biçimde barıştırılmasıydı. Antikitenin Ortaçağ düşüncesine ve İslam Felsefeciliğine ektiği tohumlar yüzyıllar içinde sentezlenerek ve gelişerek doğal felsefi sürekliliği sağladı. İslâm Felsefesi’nin temelinde formsuz, değişmez ve hareketsiz, tam bir dinginlik içindeki öncesiz sonrasız “an” düşüncesi ağır basar. İnsan is CBT 140513 / 21 Şubat 2014