Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
18 Tartışma CBT 1446/5 Aralık 2014 Kadın, çocuk doğurmak, toplum ve bilim Feryal Saygılıgil Beril Eyüboğlu Minu İnkaya Sayın Orhan Bursalı, derginizin 7 Kasım 2014 tarihli ekinin orta sayfasında yer alan Mehmet Doğan ve Mustafa Soylak’ın “87 başarılı kadın bilimcimiz” başlıklı yazı içerik açısından oldukça sorunludur. Yazıdan alıntılar yaparsak: “Bilim yapmayı tercih eden kadınlarımızın çoğu çok zeki ve çalışkan kadınlardır. Bunların çoğu da kendileri gibi zeki erkeklerle veya meslektaşlarıyla evleniyor. Kariyer yaparken çocuk yapmayı ihmal ediyorlar, halbuki yapsalar bu çocuklar daha da zeki ve iyi eğitimli, ülkesini ileriye taşıyan nesiller olacaktır. Bu seçkinler ve zeki kimseler yerine daha cahil ve çocuklarını da iyi yetiştirecek maddi imkânı olmayanlar nüfus artışına daha çok katılıyorlar. Bu kısır döngü sonucu toplum yeni nesilleri orta veya daha düşük IQ’lü nesillere bırakıyor”. s.feryal@gmail.com önemli bir toplumsal işlevi olduğunu bilmekteyiz. Özel hayatın ve çekirdek ailenin korunması, aile mahremiyetine verilen önem, devletin aileye bakışının yeni bir nüfus kavramına ve bunun ölçülmesinin demografik tekniklere yol açması, ahlak ve sağlık açısından nüfusun kontrolü ve bütün bunların yeniden üretimi gibi birçok şey eşzamanlı ve birbirine bağlı ortaya çıkışlardır. Aile kurgulanırken sağlıklı çocuk yetiştirmek, hijyen, gebelik, evlilik yaşı, görücü usulü ile uygun evlilik yaşı gibi meseleler sürekli gündemde tutulur ve basın tarafından “doğru” ailenin propagandası yapılır. Aile kısacası “döllenmeye göre düzenlenmiş cinsiyet ilişkilerinden başlayarak, toplumsal cinsiyet ilişkilerinin belirlendiği ve sağlamlaştırıldığı devletin sürekli yardımıyla mümkün kılındığı bir alan”dır. Aile dışında kalan bireyler toplumun dışına itilir, statüden yoksun kılınır. Değerli yurttaş olarak tanınmak ancak aile içinde söz konusu edilebilir. Bu düzenleniş içinde erkekler kamusal alanda politika yapabilirken, kadınlar iktidarlarını onlara uygun görülen alanda açığa çıkarırlar: Aile. Eğer erkekler, kadınların politik ve sivil haklardan yararlanmasını reddetmişlerse tabii ki bunun “haklı nedenleri” mevcuttur; kadınların yaşamlarını adayacakları çok daha önemli bir görevi vardır: Çocukların eğitimi. Kadınlara biçilen görev gelecek nesli yetiştirmektir. Yazıda geçen “iyi çocuk yetiştirmek ve eğitimin cahillerin eline bırakılmaması” modern bir söylem olarak ulusdevletlerin kuruluş sürecine damgasını vurur. Burada bir parantez açarsak, 1940’lı yıllarda bu söylemin öjenik politikalarla “sağlıklı nesiller yetiştirmek” adı altında temerküz kamplarında katliama yol açtığını çok iyi bilmekteyiz. Bir ikinci sorunlu mesele ise, çocuk yapıp yapmamaya kadınlar adına erkeklerin değil kendilerinin karar verecek olmasıdır. Feminizm 1960’lı yılların ikinci yarısından itibaren “özel alan politiktir”, “bedenimiz bizimdir” önermeleriyle ailenin sorunsallaştırıldığı, kadınlar için ailenin anlamının tartışılmasının önünü açan politikaların gündeme getirildiği bir hareket olur. Ev içi emek, cinsiyetçi iş bölümü, bakım emeği, “annelik”, evde yaşanan fiziksel, psikolojik, cinsel, ekonomik, duygusal şiddet biçimleri görünür kılınır. Feminizm eşitlik arayışı politikalarını aşarak kadınların özgürlük mücadelesini esas alır. Kadınların/ve de tabii ki herkesin istedikleri gibi yaşama özgürlüğü ellerinden alınamaz. Kadınların nasıl bir yaşam süreceğine, kiminle yaşayacağına “erkekler” karar veremez… Eğitim, yenilik ve ‘YENİ TÜRKİYE’ Erdoğan Yılmaz, Eğitimci eybjk@yahoo.com İ Ve devam ediyor yazarlarımız: “Bu durumu önlemek, toplumun geleceğini emin ellere bırakmayı düşünenleri akademisyenliği seçen kadınları, çocuk yapmayı özendirecek, örnek; daha uzun süre doğum izni verme, her üniversitede anaokulu ve kreş açılımını teşvik gibi önlemleri almayı düşünmelidir. Gerçi birçok çocuksuz veya az çocuklu akademisyen kadınlar fakir ve kimsesiz çocukların eğitimi ve sokak hayvanlarının bakımı gibi sosyal etkinlik yapıyorlar. Ancak kendi çocuklarıyla daha şevkle ilgilenebilirler. Yoksa ‘kadın evinde oturup çocuğunu büyütsün’ diyecek kadar savurgan ve nüfusun % 50’sinin üretime katkısından mahrum olamayız…” (vurgular bana ait) Yazıya ilk eleştiri, “zeki ve çalışkan kadınların kendileri gibi zeki ve çalışkan erkeklerle evlenecek olmaları ve doğacak çocukların zeki ve iyi eğitimli olmaları” meselesine. Ailenin ulus devlet yaratma sürecinden itibaren hükümetlerin politikalarıyla uyumlu, itaatkâr, toplumsal cinsiyet rollerine uygun bireyler yetiştirmek açısından lk kim söylemiş bilmiyorum, “Tüm yenilikler eninde sonunda eğitim kapısından geçmek zorundadır.” Biraz da bu nedenle olacak, büyük toplumsal dönüşümlerde, siyaset de bilim de, eğitimöğretimi yeniden yapılandırmış, eğitimin ideolojisi, amaçları, içeriği, yöntemi gibi temel süreçleri yeniden tanımlamıştır. Buradaki “yeni” kavramı, “kullanılmamış olan, en son edinilen, o güne kadar söylenmemiş, görülmemiş, düşünülmemiş” olan anlamındadır. Öyleyse kısaca şöyle diyebiliriz: Bilim ve akla dayalı cumhuriyetin ilke ve değerleri yerine, çökmüş bir imparatorluğun köhne ideolojisini diriltme çabası, bu amaçla eğitimi kullanmak, bir “yenilik” değildir ve maddi temellerden yoksun, geçersiz ve keyfi bir geri dönüştür. Kuşkusuz eğitim ve ona ilişkin tanım ve yaklaşımlar değişebilir; ancak bu, tarihsel ve sosyoekonomik dönüşümlerden, toplumsal ve çağdaş gereksinimlerden kaynaklanırsa bir anlam ve değer taşır. Dinamik bir kavram olarak eğitim tanımı, ancak bu yolla bir ideolojiye evrilir ve sistemleştirilebilir. Madditarihsel koşullardan kopuk keyfi değişiklikler, “eğitimde yenilik” olarak sunulsa da toplumu bir süre gerileten, işlevsellik ve bütünsellikten yoksun, çağın gidişine, toplumun gereksinimlerine ters, bilim ve akıl dışı girişimler olduğu için geçersizdir ve silinip gitmeye mahkumdur. Bugün eğitimin her alanında önümüze konulan sözüm ona “yeni” yaklaşım ve uygulamaların geçerli ve gerçekçi temelleri olmadığı gibi bir sorunu çözmek şöyle dursun her şeyi daha da karışık hale getirdiği ve durmadan yeni sorunlar yarattığı açıktır. Daha kötüsü, bireyin ve toplumun yerel, ulusal ve evrensel gereksinim ve taleplerinden uzak bu uygulamalar açık ya da örtük bir geri dönüş dayatmasıdır. Yani ileriye dönük ve geleceği kucaklayacak, bireyi ve toplumu belirsizliklere hazırlayacak bir “yenilik” değildir. Bilim ve akıl dışı bu tutucugerici uygulamalara yakından bakınca bu saptamaların haklılığı ortaya çıkmaktadır: Eğitim bilim ve eğitim kavramları hiç rastlanmamış ölçüde çarpıtılmakta, amacı, süreci ve içeriği, her geçen gün boşaltılmaktadır. Örneğin, eğitimin bireyi “eğip bükme” ve “yaşken eğme” işi olduğu sanılmakta; sözcüğün latince kökenindeki gibi, “beslemekeducare, geliştirici ortam hazırlamakeducario ve yükseltmek, yukarı kaldırmakeducare” anlamları (*) yok sayılmaktadır. Yapılanlar bireyin özgür irade ve demokratik karar verme gücünü daha oluşmadan yoketmeye ve onu kimliksizleştirmeye yönelmiştir. Uygulayıcıların bireye kendini geliştirip gerçekleştirecek ortam yaratmak, onu yükseltmek derdi yoktur; okullar, programlar, öğrenci seçme sistemi, öğretmen ve yöneticiler, “eğip bükme” işleminin keyfi uygulama alanlarıdır. Bu yaklaşım ve eylem, eğitimin özünde bulunması gereken, düşünme, sormasorgulama, araştırma, tartışma ve yenilikçi buluşlar yapmayı ortadan kaldırmıştır. Bunun için de tepeden inmeci, baskıcı ve bağnaz bir tutum; ezberci, tekrarcı ve nakilci bir kültür, dinle kinle beslenme egemen kılınmaktadır. Böylece “yeni” eğitim tanımına “bükeğsindir” ve “hoca efendiye/lidere sorgusuz sualsiz biat et” anlamı yüklenmiştir. Böylece daha kolay yönetilecek bir toplum için eğitim kapısı kullanılmaktadır. Bu yaklaşım, E.L.THORNDİKE’nin “Eğitim, plastik maddelere şekil verme ve boş kafaları doldurma işi değildir.” düşüncesiyle taban tabana çelişen okullar yaratmaktadır. Böylece eğitim yoluyla, tarihseltoplumsal, ulusalevrensel köklerinden koparılmakta, çağdaş gereksinimlere yanıt verme ve yığınla soruna çözüm getirme yerine kaos, kaygı ve çatışma yaratılmaktadır. Eğitimde “yeni” ve “değişim”den murat, müspet bilimlerin temellerinden, akıl ve aydınlanmanın insanlığa açtığı çığırdan olabildiğince çabuk bir kopuşu yaşama geçirmek olmuştur. İş sadece kitap, program, tabela, yönetici, öğretmen sorunu olarak kalsa, bir kuşak üzerinde yapılan çok haksız, yıkıcı ve travmatik başka denemeler, örneğin “kredili sistem” ve “yabancı dilde kur sistemi” gibi onlar da yokolup gidecektir. Ancak sorun burada kalmamakta, sistemde, bireyde, toplumda, yönetimde telafisi güç tahribat, giderek büyüyen ve derinleşen yaralar açmaktadır. Bu durum özgür birey yerine sorgusuz sualsiz biat eden kullara; çalışarak kazanan ve başarılı olan birey yerine, himmet ve kayırmacılığı kabul eden, yoksulluğu ve yolsuzlukları kader sayan, sadaka kültürü ile yaşayan, kestirmeden her şeye sahip, işsiz güçsüz yoz yığınlar yaratmaktadır. Bu süreç, soran sorgulayan, hakkını arayan, hak yemeyen, hukukun üstünlüğüne inanan, demokrat ve çağdaş yurttaş tipini yetiştirmeyi olanaksız kılmakta, dincikinci, avantacıçıkarcı, yeni bir ahlakın egemenliği toplumun kılcallarına eğitimle şırınga edilmektedir. Server TANİLLİ’nin dediği gibi, “Yüzyılımız eğitimi(nin)…. amacı, dengeli bir kişiliği geliştirmek, doğuştan gelen bütün yetenekleri açılıp serpilmiş, yeni yetenekler kazanmış, karşılaştığı yeni durumlarda uyum sağlayabilen, kendini değiştirmesini ve düzeltmesini bilen dengeli bir kişilik…. (Bireyi) Kökünden söküp koparmadan geliştirmek, dallarını kırmadan zenginleştirmek; ulusal kültürlerin zenginlik ve değerini yadsımadan evrensel kültür değerleriyle donatmak; insanı, dünyadaki yeri konusunda bilinçlendirmek; geçmişe neler borçlu olduğu, bugünün ne olduğu ve geleceğin nasıl olacağı konusunda bilinçli kılmak…”tır.(**) “Yenilik” de, “Yeni Türkiye” de ancak böyle oluşacaktır; gerisi lafı güzaftır!... (*) Prof.Dr.Fatma VARIŞ, Eğitim Bilimine Giriş, Ankara, 1978 (**) Server Tanilli, Nasıl Bir Eğitim İstiyoruz, İstanbul, 1988