02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

18 Tartışma CBT 1449/26 Aralık 2014 Tarımsal üretimde önceliklerin akılcı belirlenmesi Prof. Dr. Alper Yılmaz, İstanbul Üni. Veteriner Fak. Zootekni A.D. Öğretim Üyesi, [email protected] Tarımsal üretim, hayvansal üretim ve bitkisel üretim olmak üzere iki ana başlık altında toplanabilir. Bu iki üretim kolu arasında çok sıkı bir ilişki ve pek çok faktörün belirlediği bir denge söz konusudur (Yalçın, 1981). Ekonomik açıdan gelişmiş ülkelerde hayvancılığın tarım içerisindeki payı genellikle %60 ve üzerinde olarak gerçekleşmektedir. Oysa Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde bu oranın %2530’lar düzeyinde kaldığı görülebilir. Bu yapılması gereken bir tercihtir. Ülkenin var olan doğal kaynakları ağırlıklı olarak bitkisel üretim için mi, yoksa katma değeri daha yüksek olan hayvansal üretim için mi kullanılmalıdır? Türkiye’de bu tercihin, özellikle 2. Dünya Savaşı sonrası bitkisel üretimden yana yapıldığı görülmektedir. 2. Dünya Savaşı’nda yaşanan yoğun gıda sıkıntısının da etkisiyle, savaş sonrası, Türkiye’nin Ortadoğu’nun tahıl ambarı olması fikri gelişmiştir. Amerika Birleşik Devletleri’nden Marshall yardımıyla 1950’li yıllarda gelen 40. 000 civarındaki traktörün de katkısıyla, Türkiye’nin mera alanları kontrolsüz ve plansız bir biçimde sürülerek bitkisel tarıma ve özellikle tahıl üretimine açılmıştır. Seçilen bu yöntemin nedenleri mutlaka mevcuttur ancak akılcı olup olmadığı ve Türkiye’nin özgün koşullarından kaynaklanıp kaynaklanmadığı konusu tartışmaya açıktır. Toprağın doğal örtüsünün bozulması sonucu, bitkisel tarıma uygun olmayan topraklar erozyona açık hale gelmiş ve önemli bir kısmı zaman içerisinde verimliliğini kaybetmiştir (Yılmaz, 2007). Türkiye’nin 1935’te 44 milyon hektar olan mera alanı bugün 14 milyon hektar düzeyine inmiştir. Son yıllarda çıkan mera alanları ile ilgili yasalar ve özellikle köylerin mahalleye dönüştürülmesini içeren, bazı illerin büyükşehir kapsamına alındığı 6360 sayılı yasa ile mera, yayla, kışlak gibi köyün ortak malı olan alanların nasıl kullanılacağı tartışmalı hale gelmiştir (Bozkaya, 2014). Geçmişte bitkisel tarımın baskısı ile azalan mera alanlarının bugün, bütün diğer yeşil alanlar gibi, vahşi bir yapılaşma ve rant tehdidiyle karşı karşıya kalması çok olası görünmektedir. KİŞİ BAŞINA 84 GRAM ET Farklı faktörlerin etkisine bağlı olarak değişebilmekle birlikte, ergin bir insanın dengeli bir şekilde beslenebilmesi için 28003000 kalori ve 7580 gr protein alması ve bu proteinin yaklaşık yarısının hayvansal kaynaklı protein olması gerekmektedir. Türkiye’de ise kişi başına günlük protein tüketiminin 84 gr olduğu ve bunun yalnızca 17 gramının hayvansal kaynaklı olduğu bildirilmektedir (TASAM, 2014). Yani Türkiye’de belki toplam protein alımı açısından bir yeterlilik söz konusu iken, alınan hayvansal protein açısından eksiklik görülmektedir. Bu dengesiz beslenmedeki en önemli payın ise ülkemiz hayvansal gıda üretimindeki ve tüketimindeki yetersizlik olduğu vurgulanmaktadır. Örneğin Türkiye’de kişi başına düşen yıllık kırmızı et tüketim miktarları gerçekten çok düşük olarak gerçekleşmektedir (13 kg). Oysa gelişmiş ülkelerde bu rakamlar çok daha yüksektir (ABD 65 kg, AB 59 kg) (BESDBİR, 2014). Bugün dünyanın en önemli kırmızı et kaynağı domuz eti üretimidir. Domuz türü bir doğumda 1012 yavru vermesi ve yemden yararlanma gücünün fazla olması dolayısıyla kümülatif bir kırmızı et üretimi sağlamaktadır. Türkiye’de ise kırmızı et üretiminin yaklaşık %80’i, süt üretiminin de %92’si sığır yetiştiriciliğinden sağlanmaktadır. Besi için gerekli olan hayvanları ise genellikle, süt verimi için kullanılan ineklerin erkek danaları oluşturmaktadır. Yani Türkiye’de kırmızı et üretimi, önemli ölçüde süt sığırı yetiştiriciliğinin sürdürülebilirliğine bağlıdır. Nitekim 20072008 yıllarında yetersiz süt fiyatları nedeniyle süt ineklerinin mezbahaya gitmesi ile gerçekleşen damızlık inek sayısındaki azalma, besiye alınacak erkek dana sayısını düşürmüş ve sonuçta Türkiye 2010 yılında kırmızı et açığıyla karşı karşıya kalmıştır. Bu plansızlık ve öngörüsüzlük nedeniyle, Türkiye’ye kontrolsüz biçimde 3 milyar dolar maliyetli bir kırmızı et ithalatı gerçekleşmiştir. Bu ithalat hayvan yetiştiricisine büyük zarar vermiş ve tüketiciyi de gıda güvenliği açısından riske sokmuştur. Hükümet tekrar bu kırmızı et açığıyla karşılaşmamak için 2010 yılından itibaren hayvancılık için sıfır faizli kredi sağlamaya başlamış ve sağlanan kredi miktarı 8 milyar TL’ye ulaşmıştır. Krediyi alan kişiler hayvan bulmaya yurtdışına koşmuştur. Bu nedenle Macaristan’da o dönem 1700 Avro olan gebe düve fiyatları 3000 Avro’ya çıkmış ve bu nedenle sıfır faizli kredi de anlamını bir ölçüde kaybetmiştir. Ama bu arada yurtdışı yetiştirici ve aracılar en iyi şekilde fonlanmıştır. Bu sağlanan sıfır faizli kredilerin direkt olarak hayvan yetiştiricisine ulaştığını söylemek de zordur. Geliri sınırlı olan hay van yetiştiricisi, kredi için banka tarafından istenen daire, arsa vs. ipoteğini sağlayamadığı için bu krediler daha çok düşük faizle, hızlı gelir beklentisinde olan hayvancılığın içinden gelmeyen yatırımcıya gitmiştir. Bu kişiler de aldığı krediyi büyük oranda çiftlik bina ve teçhizatı gibi alanlara yatırmış ve yem üretimini sağlama olanaklarını düşünememişlerdir. Neredeyse inek oteli gibi kurgulanan bu işletmelerde dışarıdan alınmaya çalışılan yemin maliyetleri çok yukarı çıkmıştır. Türkiye’nin Cumhuriyet tarihinde ilk kez saman ithal etmeye başlaması ile sonuçlanan süreç, belli oranda bu işletmelerin piyasadan toplu miktarlarda saman almak istemesi ile gerçekleşmiştir. Süt sığırı işletmelerinde tümüyle dışarıdan sağlanmaya çalışılan yem, maliyetleri çok yükselttiğinden, çiğ süt satışı giderleri karşılayamaz duruma gelmektedir. Bu durum süt sığırı işletmelerinin sürdürülebilirliğini tehlikeye sokmakta ve işletmeler kapanma, inekler de mezbahaya gitme tehdidi altında yaşamaya çalışmaktadırlar. Süt sığırı yetiştiricisinin önemli gelir kay naklarından biri ve Türkiye’nin kırmızı et üretiminin şu anki en önemli kaynağı süt sığırlarının erkek danalarının besiye alınması ve kasaplık ya da kurbanlık olarak değerlendirilmesidir. Verilen sıfır faizli kredinin önemli nedenlerinden biri de damızlık inek sayısını artırarak, bunlardan doğacak besiye uygun erkek dana sayısını yükseltmek, böylece Türkiye’nin oluşabilecek kırmızı et açığını da engellemek olmalıdır. Bütün bu çabaya ve masrafa rağmen, bu yıl yaz aylarında hükümet yine besilik hayvan ithalatı kararı almıştır. Söz konusu ithalatı yalnızca 100 baştan daha fazla hayvanı olan işletmeler yapabilecektir. Yani, nispeten küçük yetiştirici bu ithalatı yapamayacağı gibi erkek danasını besi, kasaplık amaçlı ve istediği fiyata kurbanlık olarak satma imkanını da önemli ölçüde kaybetmiş olacaktır. Bu kontrolsüz ithalat kararları, hayvan yetiştiricisine çok büyük zararlar vermektedir. Aynı zamanda tüketicinin gıda güvenliğini ve sağlığını tehdit eden önemli unsurlar da içermektedir. Bu noktada hatırlamak gerekir ki Türkiye’nin toplam süt ve et üretiminde en önemli belirleyici olan süt sığırı yetiştiriciliğine çok daha özenli yaklaşılmalı ve yetiştiricinin kendi bölgesinde üretimi sürdürmesi için bütün gereklilikler yerine getirilmelidir. Bu tespitler, hayvancılık ile ilgili alınan kararların çoğunlukla, ortaya çıkan anlık problemleri çözmeye yönelik olduğunu göstermektedir. Oysa Türkiye’de günlük şartların, uluslararası etkenlerin, çıkar çevrelerinin, piyasanın dayattığı bir tarım ve hayvancılık politikası yerine, ulusal çıkarları, çiftçinin faydasını ve insanımızın yeterli, dengeli ve güvenli beslenmesini önceleyen, tarım için bilimsel, akılcı ve planlı bir bakış açısına önemli ihtiyaç bulunmaktadır. Kaynaklar: Başkaya, M. (2014): Meralar Yok Ediliyor. Cumhuriyet Bilim Teknoloji, sayı 1434, sayfa 19. BESDBİR (2014): Piliç Eti Sektör Raporu (Üretim, Tüketim, Dış Ticaret, Sorunlar, Görüşler), Ankara. TASAM (2014): Tarım, Gıda ve Hayvancılık 2023 Kongresi Sonuç Raporu, İstanbul. Yalçın, B.C. (1981): Genel Zootekni. İstanbul Üni. Veteriner Fak. Yayınları, No:1, İstanbul. Yılmaz, A. (2007): Hayvancılıkta Sanayileşmek Gerek. Cumhuriyet TarımGıdaHayvancılık Dergisi, sayı 33, sf. 25. Prof.Talât Halman için Muazzez İlmiye Çığ 6 Aralık’ta telefonum çaldı, açtım, Prof. Talât Halman’ın öldüğü haberi veriliyordu. Öyle şaşırmış ve heyecanlandım ki haberi kimin verdiğini bile hatırlayamadım. Çok üzüldüm. Bu değerli insan benden önce gitmemeliydi, sevgili kardeşim Turan gibi. Gelmek gitmek elimizde değil ki.. Rahmetliyi Kültür Bakanlığı zamanından tanıyordum. Eşim Kemal Çığ o zaman Topkapı Sarayı Müzesinde müdürdü. İlk bir Kültür Baka nı olarak O müzeye gelmiş, çok ilgilenmiş, yapılması gerekli işlerde eşimle bir işbirliğine girmişti. Ne yazık ki, Bakanlığı kısa sürdü. Eşim çok üzülürdü, kırk yılda anlayışlı bir Bakan gelmişti,diye. O zaman ben de tanışmıştım kendisi ile. Ama sonra Amerika’da ailece dost oldum.Dostluğumuz mektuplarla bugüne kadar sürdü. O benim bazen akıl hocam, bazen dert ortağımdı. Eşi Sayın ve sevgili Seniha ve kızı Defne Halman’a başsağlığı ve sabırlar dilerim. Aynı şekilde dostlarına, Bilkent Üniversitesinin, özellikle Edebiyat bölümü mensuplarının kaybettikleri bu değerli insan için olan üzüntülerine katılır ve anısının daim kalmasın temenni ederim Toprağı bol ve aydınlık olsun! 30. BİLİM AKADEMİSİ KONFERANSI Bilim Akademisi popüler bilim konferanslarının 30.’su 27 Aralık 2014 Cumartesi günü saat:13.00’da İstanbul Kültür Sanat Vakfı Salonu’nda gerçekleşecektir. Konferansta Ayşe Öncü “Hiperİnşaat ve Kentsel Dönüşüm” başlıklı bir konuşma yapacaktır. Bilim Akademisi web sayfası: http:// bilimakademisi.org/ Ayşe Öncü’nün özgeçmişi: http:// myweb.sabanciuniv.edu/ayseoncu/
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle