10 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Bilim dünyasından 15CBT 1449 /26 Aralık 2014 ki yeri giderek aşınırken, imalat sanayinin kârlarında ve ticaret hadlerinde gözlenen düşüş kaygı verici bir gelişmeye işaret ediyor. Diğer yandan mevcut sanayiinin üretim, katma değer ve tesis yapısı düşük ve düşükorta teknolojilere dayalı gelişiyor ve bu yapı imalat sanayinin giderek dinamik ve yenilikçi bir sektör olmaktan uzaklaştığını ortaya koyuyor. Türkiye imalat sanayiinin son yıllarda içerisine sürüklendiği olumsuz gelişmelerde 1989 yılında gündeme gelen ve her türlü sermaye hareketlerinin liberalizasyonunu sağlayan 32 Sayılı Karar’ın ve Gümrük Birliği’nin olumsuz etkilerini de belirtmek gerekiyor. 1990’lı yıllarda başlayan ancak esas etkisini 2000’li yıllarda gösterecek olan finansal liberalizasyon politikaları sonucunda, kısa erimli spekülatif sermaye girişlerine bağlı olarak değerlenen TL sonucunda ithalat patlarken, yerli sanayi bu gelişmeden son derece olumsuz etkileniyor ve artan kredi genişlemesi tüketimi besleyerek ulusal tasarruf oranları üzerinde baskı oluşturuyor. Diğer yandan Gümrük Birliği Anlaşması ile birlikte Türkiye’nin gümrükler üzerindeki hükümranlık haklarını kaybederek üçüncü ülkelere karşı önemli bir koruma aracından yoksun kaldığı görülüyor. Özellikle Çin, Hindistan gibi ülkelerin Türkiye’ye karşı rekabet güçlerini yükselterek iç pazara nüfuz ettikleri görülüyor. Gümrük Birliği Anlaşması sonucunda, 2000’li yıllarda giderek değerlenen TL, Asya ülkelerinden düşük fiyatlarla ithalatı gündeme getiriyor ve bu durum ekonomide dış ticaret açıkları yoluyla cari açık üzerinde baskı oluşturuyor ve üretim kayıplarını gündeme getiriyor. Türkiye ekonomisi gelinen bu aşamada, mevcut iktisat politikalarında ısrar etmesi halinde ya da iktisat politikalarında sanayi lehine gerekli dönüşümleri gerçekleştirmemesi durumunda, yarısanayileşmiş, dışa bağımlı ve düşük teknolojilere dayalı üretim yapısını aşamayacağını özellikle belirtmek gerekiyor. Bu çerçevede yeni bir sanayileşme stratejisinin hazırlanıp hayata geçirilmesi gerekiyor. Bu stratejinin orta ve uzun dönemde ülkenin yüksek teknoloji üretme kapasitesi başta olmak üzere, sanayide dışa bağımlılığı azaltması, imalat sanayi gibi ticarete konu olan sektörlere yönelik tempolu sabit yatırımlara girişmesi gerekiyor. WATSON NOBEL MADALYASINI NEDEN SATTI? Kapitalizm Her Şeyi Metalaştırıyor! Doğan Yücel [email protected] Yakın zamanda ölüm yıldönümü nedeniyle andığımız ünlü ozanımız Neşet Ertaş, bir türküsünde şöyle der: “İnsan doğan gene insan ölseydi Belki de dünyada hayvan kalmazdı” Geçtiğimiz hafta basından Nobel Ödülü sahibi James Watson’ın, ödül olarak kendisine verilen altın madalyayı, Nobel Ödülü töreninde yaptığı konuşmanın notlarını ve elyazmasını satılığa çıkardığını öğrendik. Ve madalya, hemen, bir hafta içinde, beklentinin üzerinde “iyi bir paraya”, 4.1 milyon dolara satıldı. James Watson, 1953’te DNA’nın yapısını bulan üç bilimciden birisi. (Diğerleri Francis Crick ve Maurice Wilkins. Aslında bu keşifte çok önemli katkı sağlayan Rosalind Franklin’i de saymak gerek.) Bu bilimcilerden Watson, Crick ve Wilkins, 1962’de, DNA yapısını oluşturan “nükleik asitlerin moleküler yapısını ve canlı materyalde bilgi transferinin önemini keşfetmeleri” nedeniyle Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü ile ödüllendirildiler. Bu keşif, bilim tarihinde dönüm noktalarından birisidir. Yirminci yüzyılın belki de en önemli keşfidir, denebilir. Bugün yaşadığımız ve gördüğümüz, birbiriyle ilişkili üç büyük teknolojik gelişmenin (iletişim bilişim moleküler biyoloji) birisidir ve insan sağlığı ile doğrudan ilişkisi nedeniyle en önemlisidir. Watson, bugün artık yaşamının sonlarına gelmiş, 86 yaşında birisi. Ödül madalyasını neden satılığa çıkardığı konusunda gerekçe olarak “paraya ihtiyacı olduğunu, ödülün bir bölümünü üniversitelere bağışlayacağını ve David Hockney adlı ressamın resimlerini alacağını” gösteriyor. Sağken Nobel madalyasını satan ilk bilimci Watson. DNA yapısını keşfeden Nobel ödüllü bilimcilerden Francis Crick’in maalyası da 2004’te ölümünden sonra satılğa çıkarılmış ve geçen yıl 2.27 milyon dolara, yenileyici tıp alanında faaliyet gösteren Çinli bir girişimci tarafından satın alınmıştı. Watson’uın madalyasını alansa henüz bilinmiyor. Ama büyük olasılıkla ticari dürtülerle alındı ve bu amaçla kullanılacak. Kapitalist düzen böyledir. Her şeyi, ödülleri bile metalaştırır. Para (veya sermaye diyebiliriz) başlıca çekim gücü haline gelir kapitalist sistemde. İnsan yaşamı para çevresinde döner, insan düşüncesi paraya odaklanır. Bilimciler de paranın bu çekim gücüne kaptırırlar kendilerini. Watson’ın durumu da bundan ibarettir. Watson, vaktiyle emperyalistkapitalist sistemin kirliliklerine karşı mücadele etmiş birisi aslında. ABD’nin Vietnam Savaşı’nda gösterdiği vahşete karşı çıkan, savaşın sonlandırılması için ABD askerlerinin Vietnam’dan çekilmesini isteyen az sayıdaki bilimciden birisi. Gene radyaoktif kirliliğin önlenmesi için, Hiroşima saldırısının 30. yıldönümünde (1975), nükleer enerjiye karşı çıkan bilim adamları arasında yer alıyor. Ne var ki, 1990’da Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla başlayan gerici süreç Watson’ı da etkilemiş olsa gerek ki, 2007’de “Artık solu bıraktım. Çünkü genetiğe değer vermiyorlar. Çünkü genetiğe göre, yaşamdaki başarısızlıklarımızın nedeni kötü genlere sahip olmamızdır. Sol ise yaşamdaki başarısızlıkları bozuk düzene bağlar”, diyor. Böylece düzenin pisliklerini veya toplumsal adaletsizlikleri genetik yapıya bağlıyor. Bu gerici yaklaşıma Sosyal Darvinizm diyebiliriz ancak. Watson, aynı yıl, bu gerici yaklaşımını daha da geliştirerek ırkçılığa vardırır. Londra’da yayımlanan Sunday Times adlı gazeteye verdiği bir söyleşide şunları söyler: “Afrika’nın geleceği konusunda doğal olark kötümserim. Çünkü bizim tüm sosyal politikamız Afrikalıların zekâlarının bizimkiyle aynı olduğuna dayanıyor. Oysa tüm testler bunun gerçek olmadığını söylüyor.” Watson bu yak laşımını “Bazıları, tüm insanlar eşit zekâyla doğar düşüncesindeyse de, siyahi işçilerle çalışanlar bunun doğru olmadığını görür”, diyerek açıktan ırkçılık yapar. Watson’ın saçmalamaları bu kadarla da kalmaz. Güneşe daha fazla maruz kalanlarda veya siyahilerde cinsel dürtülerin (libido) daha yüksek olduğunu, şişman biriyle karşılaşıldığında insanın kendini kötü hissedeceğini, bilimde kadınlarla çalışmanın erkekler için eğlenceli olduğunu ama aynı ölçüde verimli olmadığını belirtir. Bütün bunlar Watson’ın ırkçı sözlerinin pek de dil sürçmesi olmadığını göstermektedir. Pozitif bilim alanında Nobel almış bir bilimcinin, özellikle de genetik biliminin temelini oluşturan DNA’nın yapısını keşfeden bir bilimcinin, bu yaklaşımını görmek gerçekten çok üzücü. (Ödülün satış işlemlerinin ABD’de tam da siyahlara saldırıların arttığı ve buna karşı şiddetli gösterilerin yapıldığı bir zamana denk gelmesi de ilginç.) Oysa, toplumsal sorunların nedeni genetik yapımız değildir. Düzenin ekonomik altyapısıdır. Bu düzenin üstyapıdaki (eğitim, kültür, hukuk, sağlık, refah durumu, bilim) hep bu altyapının yansımasıdır. Emperyalistkapitalist sistem, dünya halklarını kandırmak için, ne yazık ki, genetik bilimini de kullanıyor. Ve ne yazık ki, Watson da bu kandırmacaya alet oluyor. Kaçınılmaz olarak gerici gidişten bilim ve bilim adamları da nasibini alıyor. Bilim genel olarak hep ileri gitse de, zaman zaman gericileşebiliyor da… Tıpkı Watson’ın 1967’de yayımladığı İkili Sarmal adlı kitabın önsözünde yazdıkları gibi: “… Bilim, dışarıdan insanların sandığı şekilde doğrudan, mantıklı bir şekilde ilerlemez. Tam tersine, bilimin ileriye (bazen de geriye) doğru olan adımları çoğunlukla kişiliklerin ve kültürel geleneklerin büyük rol oynadığı son derece insani olaylardır.” (James D. Watson. İkili Sarmal. TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları, Ankara, 1994). Watson’ın göremediği, her şeyi paraya “tahvil eden” kapitalizmin, insanları bireyciliğe çektiği, insancıl değerleri törpülediği, manevi değerleri bile yozlaştırabildiğidir. Sonuçta bilim de bu rüzgârdan etkileniyor! Mavi ışık teknolojisi ile ağız kanseri tedavisi   Dünya Sağlık Örgütü  (WHO), en ölümcül 8 kanser türü arasında ağız kanserini de sayıyor. WHO’nun araştırmasına göre dünyada her yıl 40 bin vakaya ağız kanseri tanısı konuluyor. Ağız kanseri nedeniyle bir yılda hayatını kaybeden hastaların sayısı 12 binin üzerinde.  Erkeklerde, kadınlara göre 2 kat daha fazla görülüyor. Alkol ve sigara kullananlarda kullanmayanlara göre 15 kat fazla görülüyor. Kötü huylu olan ağız bölgesindeki kanserler, beyin gibi hayati bölgelere yakın olmasından  ve anatomik olarak vücudun diğer bölgelerine daha rahat yayılabilme ihtimalinden dolayı da çok önem taşıyor.   Ağız bölgesindeki anormallikler daha tam kansere dönüşmeden veya kansere dönüşmüşse bile başlangıç safhasındayken tedavileri çok daha kolay gerçekleştiriliyor ve erken teşhis ile kişinin hayati riski azalıyor. Artık, mavi ışık teknolojisi ile ağıziçi kanserlerinin çok erken safhada tespit edilmesi mümkün hale geldi. Mavi ışık teknolojisi ile ağız içine özel dalga boylu mavi ışık hüzmesi gönderilerek, çok basit ve ağrısız bir biçimde ağızdaki yumuşak dokuların derinlerde olan ve gözle görülmeyen anormalliklerinin tespiti sağlanıyor.  Uluğ Nutku Anma Etkinliği   Felsefi bilgi ve düşünüşün derinleştirilmesine, yaygınlaştırılmasına yaşamı boyunca emek veren 17 Aralık 2014 günü 79 yaşında sonsuzluğa uğurlanan Prof.Dr. Uluğ Nutku için 26 Aralık Cuma(Bugün) günü saat 10.00’da son kez felsefe eğitimine katkıda bulunduğu Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi(MSGSÜ) Fındıklı Kampusu Sedad Hakkı Eldem Oditoryumu’nda anma etkinliği düzenlenecek. MSGSÜ Felsefe Bölümü Başkanı H. Bülent Gözkân’ın öncülüğünde gerçekleşecek, gün boyu sürecek etkinliğe konuşmacı olarak meslektaşı ve öğrencileri katılacaklar.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle