02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Araştırma Dünyası 3CBT 1447/12 Aralık 2014 Obezlik anababaların fark edemeyeceği kadar sıradanlaştı Kurbağanın suyunun yavaş yavaş ısı tılması durumu bütün alanlarda etkili İnsanların, geçen zamana karşın birtakım şeyleri göremedikleriyle ilgili sözcüklere sıklıkla tanık olunur. Adam 50 yıldır birlikte olduğu eşiyle ilgili olarak, “Onu ilk gördüğüm günkü gibi görünüyor,” der, ya da birileri çocuklar için, “Nasıl da büyümüşler,” diyerek onların gelişip serpildiklerini anababalarına anımsatırlar. Kurbağanın soğuk suya konup yavaşça ısıtıldığında neler olduğunu fark edemeyip yavaşça kaynayarak öleceğini anlatan kaynayan kurbağa öyküsünün temelinde de, insanların aşamalı değişikliklere karşı uyanık olmaları gerektiği, aksi taktirde istenmeyen birtakım sonuçlarla karşılaşabilecekleri görüşü yatar. Gerçek şu ki, insanlar yavaşça gerçekleşen değişiklikleri genelde fark etmiyorlar. Nitekim, kısa bir süre önce Güney Georgia Üniversitesi tarafından yapılan ve Pediatrics dergisinde yayımlanan bir araştırma da anababaların çocuklarının ne zaman obez olduklarını fark edemediklerini ortaya koyuyor. Her gün tanık olduğumuz birtakım unsurlarda yavaş yavaş meydana gelen değişiklikler gözümüze görünmeyebilir, ya da gözden kaçabilir. Bu durum yaşlanan eşler açısından müthiş olsa da, kurbağalar ve fark edilmesi durumunda sorunlarına çözüm getirilebilecek çocuklar açısından hiç de iç açıcı değil. Peki, bu salt zamanlamayla mı ilgili bir konu? Anababalar bir şeylerin yolunda gitmediğini eninde sonunda fark ettiklerinde ne yapmalılar? YENİ NORMAL Anne ve babaların çocuklarının şişmanlıklarını görmezden gelmelerinin nedeni yalnızca onların kiloları yavaş yavaş almalarından değil, bu konuyla ilgili bilgilerin de değişime uğramış olmasından kaynaklanabilir. “Obezlik” deyimi yalnızca bedenin aşırı kilolu olduğu anlamına gelmeyip, aynı zamanda bir rahatsızlığa, hastalığa, değişikliğe ve “soruna” da işaret ediyor. Ne var ki, obezliğin son 40 yılda çarpıcı bir biçimde yaygınlaşması ve insanların giderek şişmanlamalarıyla birlikte aşırı kilolar artık yeni normale dönüştü ve bu yüzden de göze batmaz oldu. Artık şişman çocuklar geçmişe kıyasla zayıflar. Otobüs, uçak ve stadyumlarda koltuklar genişledikçe, giysilerin bedenleri büyüdükçe obezlik de, özellikle belirtilerinden daha sonraki yıllarda etkilenebilecek çocuklar için, giderek bir sorun olmaktan çıkıyor. Hemen hemen herkesin aşırı şişman olması durumunda, ne gariptir ki, kimsenin şişmanlığı göze çarpmıyor. Şişmanlık sıradan bir olaya, bir ölçüne dönüşüyor. Öyle ki, günümüzde “obezler” kapsa mına iç içe yaşadığımız ve artık “tombul” olarak nitelendirilen “iri kemikli” çocuklar değil yalnızca televizyon ekranlarında gördüğümüz ve evlerinden ancak uçakla taşınabilen şişmanlar giriyor. YAPICI EYLEME GEÇMEK Anababaların çocuklarının aşırı kilolarını görebilme ve böylelikle eyleme geçme yönünde yüreklendirilmeleri, böyle bir sorunun kendi başlarına da gelebileceğinin ayırdına varmaları gerekiyor. Ancak anababalar kaş yapayım derken göz çıkarmamak için ne yapmalılar? Anne ve babalar çocuklarının aşırı kilo almalarını istemezler, çünkü şişmanlık onlarla dalga geçilmesine ve buna bağlı olarak da özgüvenlerini yitirmelerine ve çocuklukta astım, şeker, kalp, daha sonraki yıllarda da kanser gibi hastalıklara yakalanmalarına neden olabilir. Anne ve babaların beslenmeyi bir soruna dönüştürmeden çocuğun kilo vermesine yardımcı olabilmelerinin temelinde çocuğun olan bitenlerin ayırdında bile olmayacağı incelikli (hatta gizliden gizliye) bir denetim yatıyor. Uzmanların kanıtlara dayanarak anababalara önerdikleri birtakım çözümlerin arasında (onları konuşa rak uyuşukluktan vazgeçirmeye çalışmak yerine) etkinlik düzeyi daha yoğun hafta sonları geçirmek, (abur cuburdan uzak durmalarını önermek yerine) daha sağlıklı besinler satın almak, (tabaklarına konan yiyeceklerin tümünü yemeyip bir bölümünü bırakmalarını beklemek yerine) daha ufak porsiyonlar dağıtmak ve (çocukların karşısında canının çektiğini yemek ve onların buna kayıtsız kalmalarını beklemek yerine) sağlıklı beslenme konusunda çocuklara iyi bir örnek olmak gibi çözümler yer alıyor. Yeme ile ilgili davranış ve uygulamalar elde edilebilirlik, örnekleme ve çağrışım gibi süreçlerle denetlenir. Durumu en basit biçimde açıklamaya çalışırsak, başkaları da yapıyorsa ve yapması kolaysa, kişinin istediği şeyi yapması daha kolay olur. Anababalar çocuklarının aşırı kilolu olduklarını fark etmeli ve bunu fark ettiklerinde çocuklarının yeme ile ilgili davranışlarını onlara zarar vermeden ve sorunu daha da beter duruma getirmeden değiştirmeye çalışmalıdırlar. Sağlık uzmanları kimi zaman insanları üzeceği, ya da kendilerine gelmekten vazgeçireceği korkusuyla onlara aşırı kilolu olduklarını söylemekten kaçınabilirler. Ancak “aşktan gözleri bu denli kör olmamış” sağlık uzmanları eğitmenler ve yakın dostlar yapıcı bir çift göz işlevi görerek, anababaların çocuklarında bir terslik olduğunu görmelerine ve sorunu ivedilikle çözüme kavuşturacak önlemleri almalarına yardımcı olabilirler. Rita Urgan, Scientific American Online / 29 Ağustos 2014 Oksitosin gerçekten de “Aşk Hormonu” mu? Aşk karmaşık bir duygu, aşk hormonu olduğu öne sürülen hormon da öyle, Oksitosinin toplumsal ilişkileri etkilediği su götürmez bir gerçek.. Beyinde üretilen oksitosin adlı biyokimyasal son dönemlerde “aşkın” , “kucaklaşmanın” ve “bağlanmanın” hormonu olarak popüler kültürün gündemine girdi. Bu da, bizlere çok sayıda seçenek sunmuş oluyor. Oksitosin doğum sırasında rahim kaslarının kasılmasına ve doğum sonrasında annenin bebeğini emzirebilmesi için süt salgılamasına olanak tanıyor ve bu işlevi yüzyılı aşkın bir süredir biliniyor. 1990’larda yapılan deneyler oksitosin hormonunun, tekeşli davranışlarıyla bilinen Kuzey Amerika’ya özgü çayır farelerinin kendilerine yaşam boyu bir eş seçmelerinde son derece etkili olduğunu ortaya koydu. Daha sonraki araştırmalar da söz konusu kimyasalın, aralarında insanların da yer aldığı, çeşitli hayvan türlerinde güven duygusunun yaratılması ve toplumsal ilişkilerin kurulmasına katkıda bulunduğunu gözler önüne serdi. Çayır faresiyle ilgili araştırmanın ardından dokuz amino asit içeren bu peptid hormona duyulan ilgi giderek artmaya başladı. TED (Technology Entertainment Design) konferansı kapsamında bir konuşma yapan ekonomi uzmanı Paul Zak oksitosin hormonunun güven duygusu, eşduyum ve başarıyla olan ilintisinden yola çıkarak ondan “törel molekül” diye söz ediyordu. Derken internet üzerinden yayın yapan “beynini yeniden yarat” siteleri bu görüşü ele aldı. Vero Labs “iş yerinde çalışanlar arasındaki bağları güçlendirdiğini” ve “kişinin olumlu yönde farkındalığını arttırdığını” öne sürdüğü “Connect” adlı oksitosin püskürtecini 79 dolardan satışa sundu. Şirket daha sonra oksitosini, fareleri cinsel açıdan uyaran ancak insanlardaki etkisi henüz ateşli tartışmalara neden olan, feromon adlı çeşitli kimyasallarla karıştırmak suretiyle hem kadın hem de erkek tüketici kitleyi hedef aldığı “Attrakt” adlı bir ürün de geliştirdi. (Oksitosini araştıran uzmanlar bu tür ürünlerin uzun erimde ne gibi sonuçlar doğuracağı henüz bilinmediğinden olası alıcıları uyarıyorlar.) TOPLUMSAL DAVRANIŞI ETKİLİYOR Ne var ki, oksitosin deyince akla yalnızca pazarlama taktikleri ve plasebolar gelmiyor. Kayda değer bir dizi araştırma oksitosin ve onunla ilintili vazopresin adlı bir molekülün çeşitli toplumsal davranış türlerini etkilediğine işaret ediyor. Katılımcıların yatırımla ilgili bir oyun oynadıkları bir araştırmada hormonu koklayan deneklerin paralarını yatırımlara aktarmaya daha yatkın duruma geldikleri görüldü. Yeni çocuk sahibi olan anababalarla ilgili bir çalışma da aileye yeni katılan bireyle yaşamaya alıştıkça anne ve babanın oksitosin düzeylerinde de bir artış meydana geldiğini ortaya koydu. Oksitosin aşk iksiri olmanın dışında bir özelliğe de sahip. Yapılan son araştırmalar oksitosinin yaşanan olumsuz bir toplumsal deneyimle ilgili söz gelimi, patronunuzun iş arkadaşlarınızın önünde size bağırıp çağırması gibi anıları yoğunlaştırıcı bir etki yarattığını ortaya koyuyor. Araştırma sonuçları oksitosinin sizle bağlantısı olmayan kişilere karşı saldırganlık ve şiddet sergileme olasılığını bile arttırabiliyor. Oksitosinin toplumsal ilişkileri etkilediği su götürmez bir gerçek. Ancak bu etki büyük ölçüde koşullara göre farklılıklar gösterebilir. Amerikan Ruhbilim Birliği tarafından yayımlanan Science Watch dergisinde bilim insanlarının oksitosinin toplumsal ilişkilerin yönetilmesinde değişmez bir rol oynadığı görüşüne karşı insanları uyardıkları iki alıntıya yer veriliyor. Emory Üniversitesi ruhbilim uzmanlarından Larry Young, “Oksitosin aşkın hormonu değil. Bu hormon bizleri toplumsal bilgilere duyarlı kılıyor ve bu bilgileri daha yüksek bir çözünürlükte ele almamıza olanak sağlıyor,” diyor. Kaliforniya Üniversitesi’nden Shelley Taylor da, “Bir hormona ruhsal bir profil yüklemek hiç de iyi bir fikir değil, çünkü hormonların ruhsal bir profili yoktur,” diyor. Bu da, tek bir koklama ya da içe çekişle oksitosinin o aşk dolu duyguları yoğunlaştırmasını beklemektense, şimdilik bir iki kadeh kırmızı şarap ya da köpüklü şaraptan şaşmamanın çok daha iyi olacağı anlamına geliyor. Rita Urgan, Scientific American Online/ 8 Eylül 2014
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle