02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

GÜNCEL TIP Mustafa Çetiner [email protected] Yine ve Yeniden Cep Telefonları... Bu sütunun devamlı izleyicileri bilirler, bu güne dek cep telefonu ve sağlık konusunda bir çok yazı yazdım. Cep telefonlarının özellikle kanser ile ilişkisi bilim dünyasının popüler konularından biridir. Kanımca cep telefonu şirketlerinin en çok reklam verenlerin başında gelmesi elde edilen verilerin medyada yeterince yer almamasına neden oluyor. Oysaki hayatımızın vazgeçilmez bir parçası haline gelen “cep telefonları” ile “kanser” arasındaki ilişkinin kamuoyuna anlatılması şarttır. İlk kez Mayıs 2011’de Dünya Sağlık Örgütünün (DSÖ) bir kuruluşu olan “International Agency for Research on Cancer” (IARC), cep telefonlarını ve benzeri iyonize olmayan elektromanyetik alan yaratan cihazları “muhtemel” kanser nedenleri arasında gösterdi. Aynı yıllarda İsveç’ten ünlü Hardell grubu, cep telefonları ile beyin tümörleri arasındaki ilişkiyi doğruladı. Bu çalışmaya göre cep telefonları beyinde glioma ve akustik nörinoma isimli tümörlerin sıklığını anlamlı biçimde arttırıyordu. O yıllarda dünyada 6 milyar cep telefonu kullanıcısı vardı ve bunların çok büyük bölümünü ergenlik çağındaki gençler oluşturuyordu. Bu sayının günümüzde daha yüksek olduğunu söylemek yanlış olmaz. Amerikan Kanser Enstitüsü’nün (NIH) web sayfasına bir göz atarsanız riskin sadece beyin tümörleri ile sınırlı olmadığını, tükürük bezi tümörlerinin sıklığının da arttığını iddia eden çalışmalar olduğunu görürsünüz. “Pathophysiology” dergisinde 2013 yılında yayınlanan bir metaanaliz, yani o tarihe kadar yapılan bilimsel çalışmaların tümünün değerlendirildiği bir istatistiksel çalışma net olarak ilişkiyi ortaya koydu (Pathophsiology 20 (2013) 85110). Bu çalışma da cep telefonu kullanımının beyin tümörleri olan glioma ve akustik nörinoma sıklığını arttırdığını doğruladı. Söz konusu meta analizi yayımlayan bilim insanları DSÖ bünyesinde çalışan International Agency for Research on Cancer (IARC) isimli kuruluştan artık cep telefonlarının “muhtemel” değil “kesin” “kanserojen” yani kanser yapan cihazlar olarak tescil edilmesi gerektiğini söylüyorlardı. Peki bu o kadar kolay mı? Aşağıdaki öyküyü dinleyin ve siz karar verin. Norveçli Doktor, Gro Harlem Bruntland, 2000’li yılların başlarında DSÖ başkanıydı. Döneminde DSÖ’nün cep telefonuna karşı daha aktif olması gerektiğini savunmaya başladı ve izleyen 5. ayda görevine son verildi. Dr. Bruntland, aslında öyle kolay harcanabilecek biri değildi. Norveç’te sosyal demokrat bir politikacı, diplomat ve hekim olarak çalışmıştı. İyi bir epidemiyolog, çevre konularına duyarlı, iyi tanınan bir siyaset ve bilim kadınıydı. Norveç’te başbakanlık bile yapmıştı.  O dönem Dr. Bruntland’in görevinden uzaklaştırılmasında cep telefonu sektörü ile yakın ilişkisi olduğu söylenen DSÖ başkan yardımcılarından Dr. Michael Repacholi’nin parmağı olduğu iddia edildi. Rapalochi, Bruntland’ın istifasından 3 yıl sonra elektromanyetik dalgaların “zararsız” olduğunu gösteren DSÖ destekli bir çalışmanın başkanlığını yaptı. İzleyen dönemde Dr. Michael Repacholi’nin telefon endüstrisinden rüşvet aldığı ortaya çıktı ve DSÖ’deki görevinden ayrılmak zorunda kaldı. Cep telefonu sektörünün büyük gücüne rağmen günümüzde IARC yanında Amerikan Kanser Derneğinin (ACS) de cep telefonlarının kanser nedeni olabileceğine vurgu yapmasını önemsemek gerekir. Burada kısa bir ara verelim ve karşı cepheye de biraz kulak kabartalım. Amerikan Ulusal Çevre Sağlığı Enstitüsü (NIEHS), Amerikan Hastalıkların Kontrolü ve Korunma Merkezi (CDC) ve ünlü Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) cep telefonu ve kanser ilişkisinin ikna edici biçimde ortaya konamadığını belirtiyor ama her iki kurum da ekliyor; “Bu konunun netleşmesi için daha çok veriye gereksinim var.” Bu şu demek; elimizdeki veriler bu ilişkiyi net ortaya koyamıyor ama bu ilişkinin olmadığı anlamına gelmez. Sevgili babam derdi ki; bizler cep telefonu olmadan da güzelce yaşıyorduk. Haklı, biz de en azından sağlık için daha az cep telefonu kullanabiliriz. Sağlık 17CBT 1447/12 Aralık 2014 Erken Evre Testis Tümörlerinin Tedavisi2 Testis kanseri nedeniyle tedavi görmüş olan hastaların en azından 5 sene boyunca tümörün tipine ve evresine göre değişen aralıklarla kontrole gelmesi gerekmektedir. Prof. Dr. Tarık Esen Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı. VKV Amerikan Hastanesi Üroloji Bölümü Seminomlu hastalarda, takibi yönlendirecek güvenilir bir tümör belirteci olmayışı ve takip protokolünün nasıl uygulanması gerektiği konusunda evrensel olarak kabul edilmiş doğrular bulunmayışı dikkate alınmalıdır. Risk faktörü olan hastalarda ise inguinal orşiektomi’den sonra 2 ilave tedavi yöntemi gündeme gelebilir. Bu tedaviler, batın içerisindeki lenf nodlarının yaklaşık 10 günlük bir süreçte, düşük bir dozla, sınırlı bir alanda ve minimal yan etkiye neden olarak ışınlanması ya da tek bir ilacın (karboplatin) oluşturduğu kemoterapi protokolünün uygulanmasıdır. Evre I seminomda radyoterapi sonrası sağkalım oranları %95’in üzerindedir. Tek ilaçlı kemoterapi ile radyoterapiyi mukayese eden çalışmalarda nüks oranları ve genel sağkalım oranları arasında anlamlı fark tespit edilememiştir. IV) ERKEN EVRE NONSEMİNOMATÖZ GERM HÜCRELİ TÜMÖR (NSGHT) TEDAVİSİ: Evre I hastalık tüm NSGHT’li olguların % 5560’ını içerir. NSGHT’de risk faktörleri; tümörün testis içerisindeki kan ve lenf damarlarına sıçramış olması, tümör hücrelerinin bölünme hızının belli bir oranın (%70) üstünde olması ve özel bir NSGHT tipi olan embriyonal karsinom’un çıkartılan testis tümörünün yarısından fazlasını oluşturuyor olmasıdır. Gözlem bu evrede özellikle risk faktörleri olmayan motive hastalara önerilecek bir yöntemdir. Bilinmelidir ki gözlem hastalarının % 30’unda 5 yıl içinde nüks gelişebilir. Nüks hastalık genellikle takibin ilk 12 yılında ortaya çıkar ve kendisini tümör belirteçlerinin seviyesindeki yükselme, batın içerisindeki lenf düğümlerinde büyüme ve karşı testiste tümör gelişimi ile belli edebilir. Risk faktörleri olan hastalarda profilaktik kemoterapi (2 kür bleomisin, etoposid, cisplatin kombinasyonu) ve batın içerisindeki lenf düğümlerinin cerrahi müdahale ile çıkartılması (Retroperitoneal Lenf Nodu Diseksiyonu (RPLND)) gündeme gelebilir. Kemoterapi, yüksek risk grubundaki hastalar için uzun vadede nüks ihtimalini %23 seviyesine kadar geriletmektedir. RPLND açık, laparoskopik ve robotik yöntemler ile gerçekleştirilebilir. Bu ameliyattan sonra, cerrahi yaklaşım şekli ne olursa olsun, görülme sıklıkları çok yüksek olmamakla beraber bazı komplikasyonların (meni miktarında azalma, kanama, enfeksiyon vs.) gelişebileceği unutulmamalıdır. RPLND ile çıkartılan lenf düğümlerinde kanser hücresi saptanırsa hastanın ameliyattan sonra 2 kür kemoterapi alması gerekir. Çünkü, lenf metastazı saptanan hastalara ilave tedavi verilmezse takip boyunca % 30 olasılıkla nüks hastalık gelişme ihtimali bulunmaktadır. V) TEDAVİ SONRASI TAKİP: Testis kanseri nedeniyle tedavi görmüş olan hastaların en azından 5 sene boyunca tümörün tipine ve evresine göre değişen aralık larla kontrole gelmesi gerekmektedir. Hastaların bu kontrollerde görüntülemeler (bilgisayarlı tomografi, röntgen vs.) ve laboratuvar testleri yaptırması gerekebilir. Ayrıca, geride kalan testis, ikinci bir testis kanseri gelişme ihtimali göz önüne alınarak, her kontrolde hekim tarafından muayene edilmelidir. Testis kanseri gelişme riski yüksek olan bireyler ya da testis kanseri nedeni ile tedavi görmüş olan hastalar düzenli aralıklarla kendi kendine testis muayenesi yapmalıdır. Bu muayene, ayda bir defa, sıcak bir duştan sonra testisi örten deri katmanı gevşemiş iken, aynanın karşısında rahatlıkla yapılabilir. Fark edilen her türlü değişiklik mutlaka hekim ile paylaşılmalıdır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle