Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Son Araştırmalardan ları kesin. Alışılmışın dışındaki hayvanat bahçesinde özel sehpalarda, mikroplar cam heykeller olarak adeta yıldızlar gibi sunuluyor. Bunların arasında dikenli bir “solucan” da var ve bu bir Ebola virüsü. CBT 1439/17 Ekim 2014 7 Kitap KIRK YILLIK BİR ÖZEL TARİH… AIDS’in kökeni 1920 yılına uzanıyor Sı virüsü (Simian Immunodeficiency Virüs) varyantlarının yirminci yüzyılın başlarında en az 13 kez maymundan insana bulaştığı biliniyordu. Bunların dördünde ise en saldırgan HIV1 biçimi bulaşmıştı. AIDS ile ilgili ilk haberler 1980’li yıllarda Amerika’da duyulduktan sonra HVvirüsü 1983 yılında tanımlandı. Virüs bugüne kadar neredeyse 75 milyon kişiye bulaştı. HV1’de enfeksiyonlar, çeşitli alt gruplara ayrılan M grubu oluşturur. En sık görülen ikinci grup O ise daha çok Afrika ile sınırlı. En eski HIV sekansları 1950’li yıllarda o Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin başkenti Kinshasa’dan alınan iki kan örneğine ait. Oxford Üniversitesi’nden Oliver Pybus ve Löwen Üniversitesi’nden Philippe Lemey bölgedeki virüs varyantlarının analizlerinden bir HIV soyağacı çıkardıktan sonra bunu tarihi verilerle karşılaştırdı. Analizler virüsün ilk kez 1920 yılında Kamerun’un güneyinde insana bulaştığını kanıtlıyor. Orada şempanzelerde bulunan SIV kökleri, M grubundaki HIV etkenlerine çok benziyorlar. Primat avının sonucu olarak bölgede sınırlı olan bulaşmadan sonra virüs Sangha nehir sistemi üzerinden gemilerle Kinshasa’ya ulaşmış. Koku alma yetisinin yok olması bir alarm sinyali Çevremizde 40 Yıl; Anılar, Düşünceler Efil Yayınevi, Ankara, 2014 Yucel Caglar <oduncugil@yahoo.com> Eksiği yok, fazlası var; tam kırk yıl! Her şeyin hızla değiştiği, gerekip gerekmediğine bakılmaksızın değiştirilebildiği; övünçle sahiplenilmesi gereken varsıllıkların kolaylıkla gözden çıkarılıp unutulabildiği ülkemizde kırk yıl sürdürülen kaç ülkü ve ülkücü örneği verilebilir, kestiremiyorum doğrusu. Cumhuriyetimizin kazanımlarının bile kolaylıkla gözden çıkarılmaya, deyim yerindeyse “tu kaka” edilmeye çalışıldığı günümüzde, saygı gösterilmesi gereken çabalarını ödün vermeksizin sürdürebilen yurttaşlarımızın varlığından mutluluk duyuyorum. Sayıları gittikçe azalan bu yurttaşlarımızın bilgi ve deneyim birikimlerini topluma sunma çabalarının ise bir fırsat olarak değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ne yazık ki, ülkemizde, bu fırsatlar topluma yeterince sunulmuyor. 1978 yılında adı daha sonra Türkiye Çevre Vakfı’na (TÇV) dönüştürülen Türkiye Çevre Sorunları Vakfı’nın kurucularından hukukçu Engin Ural da, bu yıl Efil Yayınevi tarafından yayımlanan kitabıyla okurlara böyle bir fırsat sunuyor. “Çevre sorunu” sayılan oluşumlarla azıcık olsun ilgilenenler, Birleşmiş Milletler’in 1972 yılında gerçekleştirdiği “İnsan ve Çevresi Konferansı”nın, dünyanın gündemine yeni tartışma konuları getirdiğini anımsayacaktır. 1970’ler, ülkemizde de, özellikle Ankara’daki yoğun hava kirliliğinin tartışılmaya başlandığı yıllardır. Bu tartışmalara katılan, katkıda bulunanların başında gelenlerinden birisi de Engin Ural idi. Engin Ural, bu çabalarıyla yetinmemiş; 1978 yılında TÇV’nin kuruluşuna da öncülük etmişti. Kuruluşundan bu yana TÇV’nin Genel Sekreterliği görevini yürüten Ural, bu çatı altında onlarca bilimsel etkinlik düzenlemiş, ikiyüz dolayında kitabın, bültenin yayımlanmasını sağlamıştır. Öyle ki, bu etkinlikler ve yayınlar, ülkemizde çevre korumacı çabalara giren her kesimden yurttaşımız için yol açıcı olmuştur. Engin Ural’ın ağırlıkla bu deneyimlerinden hareketle hazırladığı kitap, geçtiğimiz aylarda “Çevremizde 40 Yıl; Anılar, Düşünceler”1* adıyla yayımlandı. Öyle anlaşılıyor ki, Engin Ural, çevre korumacı çabalar içinde olan yurttaşlarımıza yol açma çalışmalarını bundan sonra da sürdürecek. Ural kitabında, işin kolayına kaçıp yalnızca anılarını aktarmakla yetinmemiş çünkü. Sözgelimi; ülkemizde çevre korumacı hareketin içinde yer alan kişi ve kuruluşların kamu yönetimi, üniversiteler ve birbirleriyle yaşadıkları ve yaşayabileceklerine ışık tutmaya; benzer amaçlı ülkelerarası kuruluşlarla ilişkiler ve bu ilişkiler sırasında dikkat edilmesi gereken davranışlar ile bilgi ve deneyimlerini paylaşmaya da özen göstermiş. *** TÇV’nin son derece kısıtlı olanaklarıyla, örneğin; 1980 Anayasasına çevrenin korunması ile ilgili kuralların konulması, çevre yasasının hazırlanması, Çevre Bakanlığı’nın kurulması vb gelişmelere göz ardı edilemeyecek katkılar koyan; “çevre” ile ilgili tarafları ve özellikle de bilim insanlarını buluşturan; pek çok “çevre kavramını” düşünsel evrenimize kazandıran kırk yıllık bir özel tarihten öğrenilecek çok şey olsa gerek. Yaşlı insanlarda koku alma yetisinin yok olması yüksek ölüm riski için bir alarm sinyali olabilir. Bir koku testi belki de ağır hastalıkları haber verebilir, diyor Chicago Üniversitesi’nden Jayant Pinto (PLOS ONE dergisi). Araştırmacı 57 ve 85 yaş arası üç bini aşkın kişiyle bir test yapmış. Katılımcılardan nane, balık, portakal, gül ve deri kokusunu birbirinden ayırt etmeleri istenmiş. 5 yıl sonra 20102011’de gerçekleştirilen ikinci bir analizde 3000 katılımcıdan kaç kişinin hayatta olduğunu kontrol etmişler. Araştırmaya katılan 430 kişi yaşamını yitirmişti, yani katılımcıların yüzde 12,5’i ölmüştü. Beş yıl önceki testte verilen kokuları alamayanların ise %39’u ölmüştü. Koku alma yetisi biraz azalmış olan kişiler arasında ölenlerin oranı ise %19. Beş kokuyu da iyi alan katılımcıların sadece %10’u hayatını kaybetmiş. Yaş, cinsiyet, sosyal statü ve sağlık durumu gibi faktörler de dikkate alındığında bu etki azalmışsa da belirginliğini korumuş. Bilim insanları bununla birlikte koku alma yetisinin ilerleyen yaşla birlikte herhangi bir hastalığa bağlı olmaksızın da zayıfladığını hatırlatıyor. İngiliz tümamiral Franklin 170 yıl kadar önce büyük planlarla yola çıkmıştı. Amacı Atlantik ve Pasifik arasındaki kuzeybatı geçidini bulmaktı, ama ne yazık ki misyonu başarısız oldu. Kanadalı bilim insanları daha birkaç hafta önce Arktik buzunda bu Franklin’in keşif gemisi bulundu lunan batığın, John Franklin’in keşif gezisine ait olduğunu kanıtladılar. Batık, misyona katılan iki gemiden biri. Kanada başbakanı Stephen Harper, geminin “HMS Erebus” olduğunu açıkladı parlamentoda. Diğer gemi HMS Terror idi. 19 Mayıs 1845 tarihinde İngiltere’den yola çıkan gemiler son olarak balina avcıları tarafından Grönland ve Arktik takımadaları arasındaki Baffin körfezinde görülmüştü. 14 yıl sonra ise iki geminin buza saplanıp kaldığı ve tüm mürettebatın da öldüğü anlaşıldı. HMS Erebus batığı 7 Eylül’de KingWilliam adası önündeki Victoria Strait boğa Nilgün Özbaşaran Dede nilodede@hotmail.com zında bulundu. Mvirüsü özellikle de demiryolu ağı boyunca Kongo havzasında yayılmış. Kinshasa o zamanlar çok iyi bir ulaşım sistemine sahipti. Koloni arşivlerindeki verilere göre 1940’lı yılların sonuna dek her yıl bir milyondan fazla insan trenle seyahat ediyordu. Virüs Kongo nehrinin karşı kıyısına yer alan ve sadece birkaç kilometre uzaklıkta olan Brazzaville kentine 1937 yılına dek ulaşmıştı. 1960’lı yıllara kadar M ve O grupları yavaş ve hemen hemen aynı oranda yayılmaya devam ederken, 1960’lı yıllarda M grubunun yayılışı üç misli artmış. Bunun başlıca nedeni seks işçiliğinin yaygınlaşması ve o zamanki sağlık hizmetlerinin durumuydu. 1950’li yıllarda cinsel hastalıkların tedavisinde kullanılan şırıngalar sterilize edilmiyordu. Bu durum aynı tarihlerde Hepatit B ve Hepatit C (HCV ve HBV) gibi hastalıkların artışıyla da örtüşüyor. Böylece Kinshasa’da 1944 yılına dek Mvirüslerinin B alt tipi oluştu. Bu virüs dünya genelinde çok yaygın. Bunu, Zaire’ye çalışmaya giden ve Kinshasa üzerinden evlerine dönen Haitili işçiler Haiti’ye getirmiş. Bu virüs türü daha sonra Haiti üzerinden Amerika’ya ulaşmış. Enfeksiyonların yarısına neden olan C alt tipi ilk önce Afrika’da sınırlı kalmış. Anlaşıldığı üzere Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ndeki maden bölgelerinde ortaya çıktıktan sonra göçmenlerle Zambiya, Angola ve Sahra’nın güneyinde kalan diğer Afrika ülkelerine ve daha sonra da dünyanın çeşitli bölgelerine yayılmış. 1* Çevremizde 40 Yıl; Anılar, Düşünceler, Efil Yayınevi, Ankara, 2014.