22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Tartışma CBT 1439/17 Ekim 2014 19 GÜNCEL TIP Mustafa Çetiner dr.m.cetiner@gmail.com Oturmak: Yüzyılımızın Yeni Sigarası… Yirminci yüzyılda insan sağlığının en büyük tehditlerinden biri herhalde sigara idi. Araştırmacılar bu yüzyılın sigarasını ise daha şimdiden tespit etti: “Oturmak” yani “hareketsiz yaşam” biçimi. ABD’de Mayo Kliniğin Endokrinoloji Bölümü uzmanlarından Dr. James Levine son 15 yılın en büyük sağlık sorununun “oturmak” olduğunu söylüyor. Yapılan çalışmalar, gün içinde 6 saat ve üzeri süreleri oturarak geçiren kişilerde şeker hastalığı, obezite, depresyon ve bazı kanserlerin arttığını gösteriyor. Kronik hastalığı olan kişilerin hastalık bulguları da hareketsiz yaşam ile şiddetleniyor. Asıl kötü haber, düzenli egzersiz yaparak oturmak ile artan risklerin önlenebileceğini düşünenler için. Eğer günde 6 saatten daha fazla süreyi oturarak geçiriyorsanız, yaptığınız bir kaç saat süren ağır egzersizler sizi kurtarmıyor. Peki ne yapmak gerekiyor? Yanıtı 4 harf; NEAT yani “nonexercise activity thermogenesis.” NEAT pratik olarak şu demek. Olabildiğince sık ayağa kalkın, olabildiğince uzun süre ayakta durun, olabildiğince yürüyün, yürüyün, yürüyün... Kolay mı? Her işi bir koltukta halledebilecek teknolojik donanım çağında kolay değil. Ama çalışmalar ayakta bir kişinin metabolizmasının oturan birinin iki katı daha hızlı çalıştığını ortaya koyuyor. Dolayısıyla gün içi aktiviteyi arttırmak tüm gün oturup bir kaç saat yüksek tempolu ağır sporlar yapmaktan çok daha sağlıklı. Araştırmacılar, sadece ayakta geçirilen sürenin belirgin arttırılması ile kilo verilebileceğini ve sağlıklı bir yaşam sürdürülebileceğini belirtiyor. Amişler üzerinde 2004 yılında yapılan bir klinik çalışma, hareketsiz yaşamın zararları üzerine oldukça önemli bilgiler veriyor. Amiş topluluğu, ABD’de yaşayan, muhafazakâr bir Hıristiyan grubu. Genel olarak basit bir yaşama inanıyorlar. Otomobil, telefon, elektrik gibi modern yaşamın kolaylıklarından sakınıyorlar. İşte bu grup insanlar üzerinde yapılan epidemiyolojik çalışma, Amişlerin çağdaşı sıradan Amerikalılara göre çok belirgin biçimde düşük kanser ve obezite riski taşıdığını gösterdi. Üstelik Amişler, sıradan Amerikalılar gibi düzenli egzersiz yapmıyor, kırmızı etten zengin besleniyor, rafine şeker ve diğer yağlı gıdaları sakınmaksızın kullanıyorlar. Peki Amişlerin sırrı ne? Sır tabii ki NEAT... Amiş toplumunda ortalama bir kadın günde 14.000, bir erkek ise 18.000 adım atıyor, günde ortalama 12.8 km yürüyor. Peki bizler bu modern dünyada bu mesafeleri yürüyebilir miyiz? Yanıt evet. İşte size bir kaç pratik yol. Yürürken konuşun. Yani yürürken yanınızda arkadaşınız olsun ve zamanı unutun. Araba kullanmayın. Toplu taşıma İstanbul’da bile tercih edilmelidir. Bir konu hakkında konuşurken, tartışırken ayakta durun, kahvelerinizi ayakta için. Cep telefonu konuşmalarınızı ayakta yapın. Telefonu evin veya ofisin uzak bir noktasına koyun ve çaldığında ayağa kalkıp almaya gidin. Masa başından çalışırken küçük aralar verin. Normal şartlarda hareketsiz geçirilen her 20 dakikanın sonunda eklem ve bağlarda deformasyon başlıyor. Dolayısıyla 20 dakikada bir 15 dakika süreyle ayağa kalkın, gerinin, bir kaç adım atın. Gözünüzü uzaklardaki nesnelere odaklayın. Olabildiğince merdiven kullanın, mümkünse asansörün ismini unutun. Toplu taşımalarda bir durak önce veya sonra inin, yürüyün, yürüyün, yürüyün. “Home Office” çalışmak sanıldığı gibi iyi bir şey değil, uzak durun. Mümkünse kendinize evinizin uzağında bir ofis kiralayın. Ofisinizi içinde dolaşabileceğiniz biçimde tasarlayın, mesela çöp kutusunu uzağa bir yere koyun, dosyalarınız yanı başınızda olmasın. Kalkın, gidin, alın. Büyük fincanlarda kahve, çay içmeyin, gereğinden uzun oturmak zorunda kalırsınız kafelerde. Küçük fincanlarda hemen çayınızı kahvenizi için ve kalkın. Az TV izleyin. ABD’de ortalama TV izleme süresi 5 saatin üzerinde, TV izleme süresini günde bir saatin altına indirin. Ailenizi, arkadaşlarınızı dostlarınızı da bu yürüme ve ayakta durma seferberliğine dahil edin. Hep beraber yürüyün, yürüyün, yürüyün... Sularımızı can çekişmekten kurtarmanın yollarını aramalıyız! S baskaya@superposta.com u… Tüm canlıların yaşamlarını sürdürebilmesi için zorunlu olan en değerli varlık. Su, biz olmadan varlığını sürdürebilir. Ancak biz canlılar su olmadan varlığımızı sürdüremeyiz. Suyun bu önemi, uygarlıkların kuruluşundaki yer seçimini de doğrudan etkilemiş. O yüzden, uygarlıklar hep su kaynaklarına yakın kurulmuş ve nehir uygarlıkları oluşturulmuş. Su, birçok mitoloji ve efsanenin konusu olmuş. Birçok kültürü de etkilemiş. İnsanların inanç sistemlerinde de yerini almış. Tarihimizin bir döneminde başlayan ve izler halinde süregelen su kültü inancının oluşması elbette boşuna değil. Bu inancın günümüzdeki yansıması olarak kabul edebileceğimiz bir uygulama da, yeni ölen insanın mezarına, Anadolu’da bir testiden bolca su dökümesi. DenizliGüney’de güzel bir gelenek var. Oraların kırsalında su kaynağı yok. Çevre köylüler, taştan kulübeler yapmışlar ve buralara su küpleri koymuşlar. Bu küplere de eşekleriyle su getirip döküyorlar. Gelen geçen, çevrede çalışanlar gelip buralardan su içiyorlar. Artan suyu da hemen bu kulübelerin yanındaki taştan çukurlara döküyorlar, kurt kuş su içsin diye Mümtaz Başkaya Gerçekten de, su ile iç içe yaşamak zorundayız. Ancak elbette ki bu bizim tercihimiz değil, biyolojik yapımız gereği. Dünya yüzeyinde suların kapladığı alan %71. Bu suların yaklaşık %97’si okyanuslarda yer almakta. %2.4 ise buzul ya da kardır. Göl ve nehirlerin oranı ise %0,6. Görüldüğü gibi; dünyadaki tüm suların hepsi içilebilir nitelikte değil. O yüzden, neredeyse dörtte üçü su olan dünyamızda içilebilir su az. Günümüz savaşları petrol üzerine. Ancak yaşamsal önemi olan suyun temininde zorluklar çıkacağı için geleceğin savaşları da su üzerine olabilir. Ama su, gün geçtikçe kirleniyor. Tüm dünyada içilebilir nitelikli su bulmak da güçleşiyor. Dünyadaki su döngüsü belli. Karalarda ve denizlerde buharlaşan su, bulut haline dönüşüyor ve rüzgârın etkisiyle hareket ediyor. Bir bölümü de karalara yağmur, kar, dolu ve çiy tanesi olarak geri dönüyor. Ancak bu döngüyle kendini yenileyen su, dünyadaki suların kirlenmesiyle güçlükleri de beraberinde getiriyor. Yağan yağmurlar, suların kirlenmesini temizleyemiyor ve aksine duruluğunu bu kirlilikte yitiriyor. Suların kirlenmesinin birçok nedenleri var. İnsanların doğaya verdiği tahribat gibi daha birçok nedenlerle dünya suları kirleniyor. Bu kirlenme çığ gibi büyüyor. Ancak, en başta sanayi gelişiminin kontrolsüz biçimde olması, en önemli nedenlerden. Özellikle kentlerin nüfus bakımından kontrolsüz gelişimi, çarpık kentleşme bu kirlenmeyi daha da arttırıyor. Bu olumsuzluklar elbette bu yaydıklarımla da sınırlı değil. Ekonomideki ve siyasal yapılardaki olumsuzluklar gibi daha birçok etkenler var elbette. Ülkemiz de diğer bazı dünya kentleri gibi suları hızla kirlenenler arasında. Ne yazık ki denizlerimiz, göllerimiz, nehirlerimiz hızla kirleniyor. ‘Akan su kir tutmaz’ diyerek, akarsularımızı hoyratça kullanmışız ve kullanmayı sürdürüyoruz. Göllerimizi, derelerimizi, çaylarımızı da. Zaman zaman çay, dere ve nehirlerimize elektrik santralleri kurma inatlaşması da bu güzelim sularımızı kurutuyor. Sulak alanlarımız da kurutuluyor. 2 Şubat 1971 tarihinde İran’ın Ramsar kentinde imzalanan ‘Ramsar Sözleşmesi’, su kuşları yaşama ortamı olarak uluslararası öneme sahip sulak alanlar hakkında bir sözleşme. Amacı, sulak alanların korunması ve sürdürülebilir kullanımını sağlanması. Ülkemiz de RAMSAR SÖZLEŞMESİ bu sözleşmeye imza koyan ülkeler arasında. Ancak ne derece uyulduğu belli değil. Su alanlarımızı korumak için bazı kararlar alınsa da kâğıt üzerinde kaldığı açık. Öncelikle, ülke olarak sularımızın nasıl korunması gerektiği ciddi bir ülke politikası olmalı. Bunun için üniversitelerimiz, çeşitli kuruluşlar, sivil toplum örgütleri ve halk bu çalışmaya katılmalı. Ancak öyle yasak savma anlayışıyla değil. Öncelikle ülkemizdeki tüm bölgelerde kirlenmenin boyutu nedir ortaya koyulmalı. Ayrıca kirlenme nedenleri saptanmalı. Bölgesel haritaları çıkarılarak öncelikli yerler sıraya koyulmalı. Her ne kadar çoğu kentlerimizde geç kalınmış olsa da, ülkece tespit edilen bu yol haritasına göre düzenlemeler yapılmalı ve kent plânları doğayı koruma ve sularımızı kirletmeme esasına göre yeniden yapılandırılmalı. Ancak bunun için ülke insanları olarak bilinçli olmamız gerekiyor. Asıl sorunu görmezden gelerek; deniz kenarlarında, plajlarda çevre temizliği yapmakla yetinip, ülkemiz sularını kurtardığımızı sanırsak yanılırız. Bu yanılgı da doğal olarak, ülkemiz sularını vahşi kapitalizme kaptırıyoruz demektir. Ayrıca, suyollarının yapay ve tehlikeli değişimini de…
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle