Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
BİLİM DÜNYASINDAN SON ARAŞTIRMALAR Dolunay uyutmuyor Basel Üniversite Psikiyatr Kliniği, Kronobiyoloji Enstitüsü’nden Christian Cajochen ve ekibine göre (Current Biology), dolunay zamanları insanlar daha kötü ve daha kısa uyuyorlar. Eğer bu doğruysa ilk kez Ay’ın uyku üzerinde etkili olduğu gösterildi. Bunda ayrıca hormonların da rolü bulunuyor. Uzmanlar daha önce tamamlanmış bir uyku araştırmasını, Ay’ın evrelerini dikkate alarak yeniden değerlendirmiş. Söz konusu araştırmada 33 gönüllü kişide uyuma ve uyanma ritminin çeşitli yönlerini incelemişlerdi. Yeniden değerlendirme sonucunda insanların dolunayda ortalama beş dakika daha geç uykuya daldıkları görülmüş. Ayrıca geceleri yirmi dakika daha az uyudukları gibi uykunun kalitesi de düşmüş. Dahası “Ay faktörü”yle ilgili bazı biyolojik belirtiler de var. Beyin etkinliği, derin uyku süresinin azaldığını gösteriyor. Sonuçta dolunayda melatonin seviyesi de düşüyor. Bu hormon, uyku ve uyanma evrelerinin çalıştırılmasından sorumlu. Ay’ın örneğin keyifli olma hali veya zihinsel yeti gibi davranışlar üzerinde de etkili olduğu sanılıyor. ki bunlar metanın hareketliliğine işarettir. Bilim insanları “metanın hareketlenmesinden” 1945 depremini sorumlu tutuyor. Çünkü deniz diplerinde yırtılmalara ve yarılmalara neden olmuş. Bu açıklıklardan da metan sızmış diyen araştırmacılar, ayrıca Hint Okyanusu’nun kuzeyinde depremin aynı etkiyi göstermiş olabileceği çok sayıda bölgenin bulunduğunu da tahmin ediyor. Araştırma sera gazını atmosfere salan, şimdiye dek bilinmeyen doğal bir mekanizmayı aydınlatmış oldu. araştırmacıları, anılarımızın saklı olduğu hücreleri değiştirmeye çalışırken, fare deneyleri yapmışlar. Amigdaladaki (beyindeki korku merkezi) nöronsal etkinliğin gerçek korku anılarının hatırlanması anındakiyle aynı olduğu görülmüş. Aynısı insan beyninde de gerçekleşiyor diyor Nobel ödüllü sinirbilimci Susumu Tonegawa. Anı gerçek de olsa sahte de olsa beyindeki süreç hep aynı. Bu deneyler anılarımızın ne kadar güvenilmez olduğunu gösteriyor. “Anılarımız kopya kağıdı değil, sadece gerçek deneyimlerimizin canlandırılmasıdır”. Tıpkı farelerde olduğu gibi biz de pozitif veya negatif bir durumu geçmişteki bir olayla ilişkilendirerek hatalı bir anı biçimlendirebiliriz. dir?” gibi basit sorulardan, tariflere göre aranan bir objeyi bulmaya yarayan “İçinden bakılabilir, dört köşelidir ve açılabilir. Bu nedir?” gibi sorulara kadar uzanan bir sözcük testiydi bu.. Sistem örneğin “Başa ne takılır” sorusunda yanıtlayabilmek için veri bankasında, “takmak” ve “baş” ile en fazla çağrışım yapan objeleri aramış. New Scientist dergisinde yayımlanan araştırma sonuçlarına göre, bilgisayar programı, bilgi, kelime hazinesi ve kavramlar arasındaki ilişkileri anlama konusu gibi üç kategoride de dört yaşındaki bir çocuğun zekâ seviyesine sahip. ConceptNet’in yeni versiyonu 17 milyon deyimle beslenmiş. Sloan, bu sistemin çok daha yüksek bir puana ulaşabileceğini ve daha geliştirilmiş bir algoritma ile beş ila altı yaşındaki bir çocuğun zekâ seviyesine yaklaşabileceğini düşünüyor. Anılar gerçek veya hatalı, süreçler hep aynı Amerikalılar bazen anılarımızın niçin güvenilmez olduğunu araştırdı. Daha önceki araştırmalarda korkuyla ilgili anıların yeniden uyandırılabileceğini gösteren bilim insanları şimdi de farelerin beyinlerine sahte anılar yerleştirmeye başardı lar. Anılarımız bizi çoğu zaman yanıltırlar, öyleki bazen hiçbir zaman gerçekleşmemiş olayları bile hatırlarız. Bu fenomen ceza duruşmalarındaki şahit ifadeleriyle ilişkilendirildiğinde kendini gösteriyor. Mesela ABD’de DNA testi sonucunda serbest bırakılan şüphelilerin neredeyse dörtte üçü şahitlerin kurbanı olmuş. MIT Picower Öğrenme ve Bellek Enstitüsü’nde Steve Ramirez ve Xu Liu, beynimizdeki anıların nöronlardan oluşan bir ağ içinde depolandıklarını ve bunların her olay için bir tür anı izi oluşturduklarını söylüyor. Anıların hatırlanmasında bu veri paketinde beynin geçmişi canlandırıyor ve bazen de gerçekler bozuluyor. Bunun nedenini bulmak isteyen beyin Dört yaş çocuğun zekâsında bilgisayar programı Bilgisayar eninde sonunda insanlar gibi düşünebilecek mi sorusunu, yapay zekâ araştırmacıları yıllardır tartışır. Şimdi ampirik bir deneyden söz eden Amerikalı bilim insanları zekâ testiyle, dört yaşındaki bir çocuğun zekâsına sahip olduğu ortaya çıkan bir bilgisayar programı geliştirdi. MIT Media Lab’dan Catherine Havasi ile çalışan ekibin “ConceptNet” yazılım programı, insan beyni gibi neden sonuç ilişkisi çıkarabilen ve soruları yanıtlayabilen bir sistem. ConceptNet daha önce gündelik objeler arasında basit ilişkileri tanımlayan milyonlarca deyimle beslenmiş. Zekâ testini Illinois Üniversitesi araştırmacıları Robert Sloan ve Stellan Ohisson gerçekleştirmiş. Bilim insanları mekânsal ve sembolik düşünmeyi bir tarafa bırakarak, sistemin dil yetilerini incelemişler. Test soruları beş farklı kategoriye göre ayarlanmış. Mesela “Ev ne Dinozorlarda kemik erimesi? Ankylosaurus gençliğinde zaman zaman kemik kaybı yaşıyordu. Çünkü bu gergedan büyüklüğündeki dinozor, “zırhlı derisini” yenilemek için ihtiyaç duyduğunu kalsiyum ve diğer mineralleri uzun iskelet kemiklerinden alıyordu. Yetişkin Ankylosaurus’lar adeta kale gibi sağlamdı. Derilerinin üzerindeki kalın kemiksi plakalar, kafayı, enseyi, sırtı ve kuyruğu koruyordu. Hatta bazı türlerin gözkapakları bile “kemikleşmişti”. Tyrannosaurus gibi dev etçiller bile bu kemiksi deriye zarar vermekte zorlanabilirdi diyor Alman bilim insanları PLOS ONE dergisinde. Zırh gibi bu deri dinozorun ilk yaşam yıllarında gelişiyordu. Fosillerden anlaşıldı Depremin iklim değişimi üzerinde etkisi var mı? Uluslararası bir araştırma ekibi olası bir “iklim katili” buldu: 1945 yılında Pakistan kıyılarında meydana gelen 8.1 şiddetindeki deprem. Bu depremle birlikte olağanüstü miktarda metan açığa çıkmıştı. Bu fenomenin halen geçerli olduğu saptanması halinde depremlerin küresel iklim olaylarındaki rolü doğru olabilir. Depremden bu yana okyanus diplerinden yaklaşık olarak yedi milyon metreküp metan aktı diyor ETH Zürih Enstitüsü. Bu oran aşağı yukarı on büyük gaz tankına denk gelir. Metan örneğin karbondioksitten yirmi misli güçlü bir sera gazıdır. Araştırmamız ilk kez depremlerin metan kaynaklarını serbest bıraktıklarını gösteriyor diyor ETH Zürich’ten Michael Strasser. Bunun gibi kaynaklar, depremden bir yüzyıl sonrasına kadar metan açığa çıkardıktan sonra “kuruyorlar”. Jeologlar 2007 yılında deniz diplerinden çok sayıda tortul örnekleri almışlar. İlk belirti şu: Örneklerden birinde yalnızca yüksek basınçta istikrarlı kalan metan buzu olan metan hidrat bulunmuş. Karot örneklerinin diğer analizleri de 1945 depremi ve metan akımları arasında bir ilişkinin olduğunu ortaya koymuş. Tortulda bulunan dikkat çekici sülfat ve barit değerleri saptanmış CBT 1377 6 / 9 Ağustos 2013 Bilim insanları lazerle kanın pıhtılaşma sürecini başlatıp, durdurmaya başardı. Bir çift altın nano çubuk, duruma göre kanı pıhtılaştıran ya da sulandıran molekülleri dalga boylarına göre salgılıyor.. Eğer kanımız pıhtılaşmasaydı en küçük yaralanmalarda bile kan akardı. Oysa pıhtlaşma sayesinde kanama duruyor, kan kaybı önleniyor ve yaralar iyileşiyor. Sistem sağlıklı insanda dengededir. Bozukluklar kanama olasılığını arttırdığı gibi tromboz ve emboli tehlikesini de doğurur. Mesela kalıtsal bir kan hastalığı olan hemofili de insanlar, genelde ömür boyu zayıf pıhtılaşmayı destekleyen ilaçlar kullanırlar. Yüksek pıhtılaşma olasılığında ise kan sulandırıcı ilaçlar verilir. İki ilaç grubu da organizmada bulundukları sürece etkilidir. Bazı durumlarda, örneğin cerrahide, pıhtılaşmayı isteğe göre kontrol altında tutabilmek aranan bir şeydir. Günümüzde ameliyatlarda genelde pıhtılaşma önleyici ilaçlarla çalışılır. Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nden Kimberley Ha Lazerle kan pıhtılaştırıldı madSchifferi, bu tür ilaçlarla pıhtılaşma önemli ölçüde engellendiğinde ve ilaç kan dolaşımında bulunduğu sürece, bu süreci geri döndürmek mümkün olmadığı için tehlikeli olabiliyor, diyor. Ayrıca ilaçlardan bazılarının kuvvetli yan etkileri var, yan etkilere bağlı meydana gelen ölüm vakaları da küçümsenecek kadar az değil. Araştırma ekibi bu yüzden, pıthılaşmayı isteğe göre ayarlamaya izin veren bir olasılık üzerinde çalışıyordu. Bilim insanlarının bu istekleri nanoteknoloji sayesinde yerine gelmiş. Bu amaçta ışıkla çalıştırılan iki minik nano partikül üretilmiş altından. Bu nano çubuklar üzerlerine düşen lazer ışının farklı dalga boylarına reaksiyon gösteriyor. Parçacık, duruma göre pıhtılaşmayı önleyen ya da kanı sulandıran bir molekülü çalıştırıyor. Bu şekilde her süreç geri döndürülebiliyor.. İnsan kan serumunda testler başarılı olmuş. Moleküler devre uygulamada bazı yaşamları bile kurtarmış.