17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

HUKUK POLİTİKASI rın sorumluluğunu alabilecekleri kadar çocuk yapmalarını ise bir hak olarak görür. Kimsenin çocuk sayısına ise karışılmaz. Yöneticilerin tavrı ve bu konuda çıkan yasalar açıkça yaşam tarzına müdahele olarak algılanmıştır. Alkol kullanımına karşılar. Alkol konusunda islamiyetin Hz. Muhammet ve dört halife döneminde, ortaçağın önemli bir bölümünde çok daha hoşgörülü olduğunu bilmekteyiz. Doğru olan bu konuda farmakoloji, toksikoloji ve psikiyatri bilim dallarından görüş alarak karar vermek olmalıdır. “İlim Çin’de de olsa ara bul” diyen bir peygamberi olan dinin bu yaklaşıma karşı olduğunu düşünmek olsa olsa bilgisizliktir. Böyle yapılmadığından alkol düzenlemesi halk arasında ve gençler arasında yaşam tarzına müdahele olarak yorumlanmıştır. Yöneticilerin protesto edilmesine karşılar. Nerede başbakan veya bir bakan protesto edilse, olayın niteliği ile ölçüsüz bir biçimde protestocular suçlanmakta ve cezalandırılmaktadır. Adeta bir korku toplumu yaratılmıştır. Oysa sağlıklı bir toplumda protestolar uzun vadede hükümetlerin işini kolaylaştıran, daha büyük olayların çıkmasını önleyen bir işlev görürler. Olayları bir uyarı gibi algılayarak kendini değiştiren iktidarların daha uzun ömürlü olacakları açıktır. Eylemlere karşılar. Bu nedenle Gezi olaylarının başlamasından bu yana 5 kişi öldü. Polis orantısız güç kullandı. Çok sayıda insan tutuklu. Sanata karşılar. Heykellerin yıkıldığı bir dönemden geçiyoruz. Sanat bir insanın kendini ifade etme yöntemlerinin en sağlıklısıdır. Sanatsal eylem ile dürtülerin yüceleştirilmesi, eski dilde söyleyecek olursak ‘nefsin’ yararlı biçimde kontrolü söz konusudur. Yüceleştirme, kontrol edilmesi gereken dürtü ve davranışların yaratıcı biçimde dışa vurumunu temsil etmektedir. Sanata verilen değerle uygarlığın koşut olduğu genel olarak kabul edilen bir görüştür. Sanata karşı çıkılarak toplumun kendini ifade yollarından en sağlıklısı kapatılmak istenmiştir. Ancak bu kolayca başarılabilcek bir durum değildir. Sanat ne kadar baskılanırsa baskılansın kendini ifade yolu bulur. Eleştiriye karşılar. Hemen her gün basında hükümetin baskısını gösteren örneklerle karşılaşıyoruz. Televizyon programları anlaşılmaz biçimde yayından kaldırılıyor ve yapımcılarının işine son veriliyor. Yani basına “istemediğim şeyi yazıp söyleyemezsin” denmektedir. Oysa basın halkın dilidir. “Konuşma” denmektedir. Bu da açıkça yaşam tarzına bir müdaheledir. Başkalarının düşüncelerini söylemelerine karşılar. “Çoğunluk ise her istediğini yapar, demokrasi çoğunluk demektir “anlayışı ile hareket etmek toplumda farklı düşünenleri, iktidara oy vermeyenleri saymamak ve onların haklarını korumamak anlamına gelmektedir. Tüm insanlar tektipleştirmeye çalışıyorlar. Buna uymayanlar dışlanıyor. Eğitim sisteminde yapılan değişiklik bunun en güzel örneği. Din eğitiminin ne kadar erken verilirse o kadar iyi olacağı, inançlarının bu şekilde yerleşeceğini düşünmektedirler. Oysa soyut düşünme becerisi gelişmemiş bir çocuğa din eğitimi vermek onu korku içinde yaşamasını sağlamaktan öte bir şey ifade etmez. Tamamen kapalı toplumlarda ancak insanın tüm davranışları kontrol edilebilir. Yasak koydukça da yasak koyma gereksinimi artar. Bu nedenle ne kadar çok kontrol etmeniz gereken şey varsa o kadar çok yasak koymanız gerekir. Her yasak doğal olarak kendi antitezini oluşturur. Yasaklar arttıkça tepkiler de büyüyecektir. Görüldüğü gibi yaşam biçimine açıkça müdahele olarak algılanan toplumsal politikalar bulunmaktadır. Bu davranışlar olayları tetiklemiştir. Gerçekte bu olayların ardında dış güçler varsa, bu onların bizi yöneticilerimizden daha iyi tanıdıklarını gösterir. Yaşam tarzına müdaheleden en çok etkilenen grup ergen grubudur. Bu nedenle gezi olayları bir nesil çatışmasıdır. Nesil çatışmasında ebeveynlerin kazanma olasılığı hemen hemen hiç yoktur. Kazanmış göründüğü gibi durumlar aslında etkin bir sindirme davranışıdır. Sindirilen gençlerin tepkisi zaman içinde giderek keskinleşir. Ruh hekimleri kendilerine başvuran ebeveyn çocuk sorunlarında her zaman gençlerin yanında yer alırlar. Başka türlü tedaviler başarısız kalmaktadır. Kültürümüz gençleri denetlemek ve onları konrol etmek üzerine kurulu. Onların seçimlerini bir tehdit olarak algılıyoruz. Oysa bu olayları sağlıklı biçimde yönetmek için yöneticilerimize düşen derin bir hoşgörü ile olaya yaklaşmak olmalıdır. Aksi halde savaş büyüyecek Türkiye kaybedecektir. Hayrettin Ökçesiz [email protected] http://okcesizhayrettin.blogspot.com İçişleri Bakanı, bir soru önergesi üzerine, Batman Cumhuriyet Meydanı’nda bulunan Atatürk anıtındaki “Ne mutlu Türküm Diyene” yazısının “zaman içinde eskimiş ve yıpranmış olması ve bazı harflerinin de eksilmiş olması” nedeniyle başka bir sözle değiştirildiğini açıklamış... Bu söze kimileri zaman zaman, anlamsız bazı nitemler yakıştırmıştı ama, böylesi güldürüyor insanı. Bu sözü eskimez kılan ve kendisine sevinçle, gururla yakıştıran hâlâ on milyonlarca yurttaş var bu ülkede. Halkın yüzde doksan dokuzu Müslüman diye gövde gösterisi yapanların bunu bilememesi elbette olanaksız. Müslüman saymadıklarını bu sayıdan çıkarırlarsa, ne denli zavallı kaldıklarını kendileri de görürler. Bu sözü söyleyenleri ayrısız gayrısız hesaplarsanız ama, bu sav onlarınkiyle yer değiştiriverir. Ancak amaç, insanları zorla Müslüman ya da Türk yapmak, öyle göstermek, buradan faşizan kitle ruhları yaratmak, bunun için de sayılara sığınmak değil. Bu oyunun tuzaklarını ve tezgahlarını tüm ezilen, sömürülen “mazlum milletler” artık çok iyi biliyor. Ya da artık biliyor olmalılar. “Ne mutlu Türküm diyene” sözünün bu zulme karşı söylenmiş olduğunu da biliyor olmalılar. Bir halkı sömürmenin yolu, onun kendisini algıladığı, özgüvenini salgıladığı, güç alarak gelişip serpildiği köklerini çürütmekten geçiyor. Bunu küresel sömürgecilik çok iyi biliyor ve çok iyi uyguluyor. İnsanlar köklerinden mutluluk duymalılar. Bu köklerle yükselen ağaçlarda yaşayanlar, bu ağaçlarda olmaktan mutlu olmalılar. Bu ağaçların kendileri olduğunu, kendilerinden olduğunu, onun yaşamının kendi yaşamları olduğunu duyumsayarak, mutlu olmalılar. Bu mutluluğu onlara ağaçları verebilmelidir. Kurutulmak, çürütülmek istenen bir ağaçtan tüm canlılar kaçıp kurtulmak isteyeceklerdir, ama bu, küresel(ci) bir orman yangınıysa, ağaçlarını ve ormanlarını kurtarmaya çalışmalarının kendi kurtuluşları olacağını düşünebilmeleri gerekir. Kendilerinin de, kazanımlarıyla, gayretleriyle, yaratılarıyla, özgünlükleriyle başka canlıların ağaçları olacaklarını bilmeleri gerekir. Gür bir ormanda yaşamak işte böyle bir şey! Kökleriyle, toprağıyla, tohumlarıyla, canlarıyla kardeşçesine elbette… Hayat bulduğu ağacından nefret ederek, kin besleyerek, öcalasıya, sömürgenlere baltalık yaparak, ancak kendi ölümüne koştuğunu her canlı bilebilmelidir. Bağlılık, karşılıklı bağlılıktır. Bunu birlikte duyumsayarak bu tezgahları, tuzakları bozmak, kırmak olanaklıdır. Asalak olmayan her canlısı, ağacın kendi canıdır. “Ne mutlu Türküm” demeye kimseyi zorlayamazsınız. Bireye kendisi olmak ve kendisinden sorumlu olmak hakkını, özgürlüğünü tanımakla başlamalıdır her işe. Bu temel hakkı, “Türküm” demekten mutluluk duyanlara da tanımalıdır. Bu sözü bir halkın tanımsız bir acıyla, kanla, terle, kederle bezeyip göğsüne taktığı bir gurur, bir sevinç çiçeği olduğunu görmek kimseye zor gelmemelidir. Tüm tarihsel kökleriyle “Türkiye” olan bir ülkenin halkının ilk önce Türk olarak anılacağını; işte o ağacın bu olduğunu, sağlığından, gücünden, adaletinden, yurt yuva olmasından ötürü tüm canlarının mutlu olabileceklerini ve bunu sevinçle, övünerek söyleyebileceklerini düşünebilmek gerekir. Devlete düşen görev, bu mutluluğun köklerini korumak, beslemek ve sonra tüm seçimi yurttaşına bırakmaktır. Yurttaşlara düşen görev, bağlılıklarına ya da bağsızlıklarına dürüstlükle sadık kalmalarıdır. Her ikisinin de gereğini içtenlikle yerine getirmeleridir. Bağlılık Duymayanlar asalaklaşmadan, sömürgenlerle işbirliğine girmeden, kurnazlıklara yeltenmeden, öldürmeden savaşımlarını vermelidir. Bir Hukuk devletinde bunun da tanınabilir yolları vardır. Nihayet, bu ulu ağacın kurtuluşu için, felaket getirecek hastalıklı dallarının budanmasını, büyük bir öngörü ve cesaretle istemekten kaçınmamalıdır. Son sözüm ama şudur: Devletin alnında göreceğiniz her kara lekeye, bu benim “Türkiye”m olamaz diyerek ve özveriyle, özgece, uygarca, etkin ve etkili bir biçimde karşı çıkınız! Yazımın başlığındaki sözü söylemeyi bununla hak edebiliriz. “Ne Mutlu Türküm Diyene” CBT 1377 19 / 9 Ağustos 2013 Baştarafı 13. sayfadan devam deprem mühendisliği ve inşaat mühendisliğinin uygulamasıdır ve inşaat mühendisinin bilgi alanlarına girer. Mevcut binada beton kalitesinin belirlenmesi deprem güvenliğine etki eden parametrelerden sadece birisidir. Bunun için uygulamada beton çekici, ses hızı ölçümü, beton numunesi alınması ve deney yapılması yöntemleri inşaat mühendisleri tarafından başarı ile kullanılıyor. Genellikle ilk iki yöntem üçüncü yöntemle incelenen her binada ayrı ayrı kalibrasyon (ölçümleme) yapılarak kullanılır. Her bina esas alınarak yapılması gereken bu kalibrasyonun genel olarak yapılması ve bütün binalar için kullanılması doğru değildir. Özellikle kentsel dönüşüme tabi olarak binalarda beton kalitesinin katlar ve elemanlar arasında bile değişkenlik gösterdiği hatırlanırsa, genel bir uygulamanın doğru olmayacağı kolayca anlaşılır. Deprem güvenliği incelemesi genellikle birincisi sokaktan tarama, ikincisi belirlenecek kritik katın incelenmesi ve üçüncüsü ayrıntılı inceleme olmak üzere üç kademeli olarak yapılır. Birincisinde Kentsel dönüşüm ve bina güvenliği sadece beton çekici veya ses hız ölçümü bina esasına yönelik incelemeden daha çok yerleşim alanları için kullanılır. Ancak bir binanın deprem güvenliği konusunda görüş bildirmek veya bir binada güçlendirme kapsamını belirlemek için kesinlikle beton kalitesinin numune alınarak belirlenmesi ve bunun diğer tahribatsız yöntemlerle yaygınlaştırılması gerekir. Riskli Bina Belirleme Esaslarında8 da bu durum açık bicimde ifade edilir. Benzer şekilde donatının da belirli kapsamda beton kabuğu kaldırılarak belirlenmesi ve diğer manyetik yöntemlerle yaygınlaştırılması gerekir. KAYNAKÇA: 1. GELİŞLİ, K.2013. “Eski binalarda en iyi inceleme:Ultrasonik”, 28 Haziran 2013, Sayı 1371, Cumhuriyet BilimTeknoloji. 2. TERZAGHI,K. 1925 Bodenmechanik auf Physikalischer Grundlage,Deuticke,Wien; 3. KEÇELİ, A. 2010 Sismik yöntemle zemin taşıma kapasitesi ve oturmasının sismik yöntemle saptanması Uygulamalı YerBilimleri :1:23; 4. ÖZÇEP,F. 2009 Zeminlerin Geoteknik ve Jeofizik Analizi, Nobel Yayın, Istanbul; 5. 16/5/2012 tarihli ve 6306 sayılı “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun”; 6. 6/3/2007 tarihli ve 26454 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan” Deprem Bölgelerinde Yapılacak Binalar Hakkında Yönetmelik” [DBYBHY]. 7. 2 Temmuz 2013 ve 28695 sayılı Resmi Gazete’de “AFET RİSKİ ALTINDAKİ ALANLARIN DÖNÜŞTÜRÜLMESİ HAKKINDA KANUNUN UYGULAMA YÖNETMELİĞİNDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR YÖNETMELİK “. 8 .TS 500 “Betonarme Yapıların Tasarım Ve Yapım Kuralları.”.TSE 2000. 9.TS EN 13791 “Yapılarda ve öndökümlü beton bileşenlerde yerinde basınç dayanımının tayini “, Nisan.2010. 10. “DEPREM KESTİRİMİ VE TAHMİNİNDE ETİK KURALLAR”, T.C. Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı, 2012.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle