Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Çıktım erik dalına... Senedi İttifak’la anlayana! Gündem, Yeni Anayasa taslak çalışmalarının yükselen tansiyonu üzerinden yürüyor. Siyasi partilerin anayasa timleri, sivil toplum kuruluşları konuyu çalışıyor. Öğr. Gör. Okday Korunan, İstanbul Kültür Üniversitesi ve İstanbul Devlet Tiyatrosu Sanatçısı bilecek zenginliğimizdir. Bu birikimi silmeye güç yetiremeyenler; unutturmaya, yok saymaya çalışmaktalar. Konunun özü, kirli ve kanlı cüzdanların iştahlı niyetlerindeki sıkışmışlıkta yakalanmalıdır. İçinden geçilen süreçte itibarsızlaştırma, hafıza silme operasyonu içeren senaryolara tarafsızca dur diyebilmek; aş, eş, iş, huzur, kardeşlik, gelişim ve gelecek adına vicdani sorumluluğumuzdur. Yunus’ça söylersek; “Çıktım erik dalına anda yedim üzümü Bostan ıssı kakıyıp Der ne yersin kozumu” Erik ağacından üzüm yerken, kavun karpuz tarlası sahibinin ‘eriğimi neden yersin?’ diye sorması sokak dili algısıyla nasıl anlaşılamazsa, anlam yazılı olanın nasıl gerisinde saklıysa, dilin saklı sembolleri varlığını korurken; “bir”liğimiz, “et tırnak” oluşumuz yüzeysel bir algıyla asla anlaşılamayacaktır. Taktığı maskelerle maskeler yırtan Yunus’u sansürlenmek yerine Yunus’ça konuşmanın kıymetini kavradığımızda; Yunus, günümüze uzanan derinlik ve genişlikteki ozan diliyle ışık olur, aydınlık saçar: “Balık kavağa çıkmış Zift turşusun yemeğe Leylek koduk doğurmuş Baka şunun sözünü Yunus bir söz söylemiş Hiç bir söze benzemez Münafıklar elinden Örter ma’na yüzünü” Erik, üzüm, koz, leylek... Sözcükler, deyimler, alaylar, açmazlar hepsi halktan, hepsi özünde halkın. Yunus, halkın vicdanıdır. Halktır, her düğümü çözecek olan. Bir Kastamonu, Tosya Türküsü’nde; “Manda yuva yapmış söğüt dalına yavrusunu sinek kapmış gördün mü?” sözlerini işitip, söz ebeliği sonucu türkünün yakıldığını düşünmek yanılgı olur. Türküdeki anlamı kavrayabilmek için pirinci ile meşhur Tosya yazında, çeltik tarlasında söğüt dallarının ardına saklanmanın önemini bilmek, bunu keşfeden mandayı anlamak, yörede ısırığa, “kapmak” dendiğini hatırlamak yeterlidir. Anadolu coğrafyasında gölge (hayâlelzıll) olmayı aşarak, hareketli resim, edebiyat, musiki, oyun, sanat, her şey olan “Karagöz” taklitlerinde; farklı dil ve lehçe kullanılmasına rağmen “etnisite” ayrımcılığı üzerinden ötekileştirme ithamlarına tarih boyunca muhatap olunmamasında, engin hoşgörü ile ortak şuurda “bir”leşmiş olmanın sosyolojik karşılığı vardır. Onun adı ‘Karagöz’dür. Onu tüm sanatları kucaklayan sembol değer olarak düşünmek, Dersaadet’in kıraathanelerine hapsetmeden algılayabilmek ufuk açmak açısından önemlidir. “Hacivat Huzuru hazirun, cemiyeti irfân, vakti safâyı merdân. Lâindir, dinsizdir, münafıktır şeytan. Şeytanın dinsizliğine, Rahman’ın birliğine, bizi seyre gelen dostların sağlığına, ne olur şu dört köşe perdede bana da bir arkadaş olsa, eli temiz, yüzü temiz, sözleri tatlı... Karagöz Hoş geldin muşmula suratlı. Hacivat Bir yâri vefâdârım olsa, şu dört köşe perde üzre Yazının devamı 19. sayfada ERİK AĞACINDAN ÜZÜM YEMEK 1 921–1924–1961–1982 ve 2013; Yeni Anayasa taslak çalışmalarında “kurucu milli irade” ile şekillenip, 1961 Anayasası’ndan günümüze uzanan 54. md. “Türklüğün tanımı”, 1982 Anayasası’nda 66. md. : “Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür...” ifadesi, gelip tartışmaların odağına oturuyor. Hukukçular, tarihçiler, siyaset bilimciler, politikacılar, taraflar ve sokak bu konuda düşünüyor, konuşuyor. Kafalar karışmaya, karıştırılmaya, gündem korunmaya çalışılıyor. Birileri susuyor, birileri tartışmaktan keyif alıyor. Bir diğerleri bu konunun tartışılmasını istiyor vs. Dışarıdan bakan için fotoğraf bu. Demokrasi, özünde tolerans demektir. Dinlemek, anlamak, kavramak, paylaşmak, konuyu sonlandırmak, geçmişle didişmek yerine gelecekle barışmak için istemli bir tercihtir. Düşüncelere saygılı ve düşüncelerin çarpışmasından doğacak faydayı şimdiden kıymetli bularak, tartışmayı uzmanlarına teslim edip; aidiyete dilden, dili kıymetlendiren sanat dilinden yaklaşıp, konuyu Karagöz ve Yunus’ça okumayı önereceğim. Birileri bu açıyı romantik bulabilir, ben onu silinemeyecek en insani değer “vicdan” olarak seslendirmekle yetineyim. Sanat dilinin, halkın vicdanına tercüman olduğunu bilenlerdenim. yoksun ya da art niyetli yaklaşımların cambazlığında, anlam merkezlerinden uzaklaştırılabilir. Bu tehlikeyi önlemenin yolu; ninniler, masallar, türküler, ağıtlar, maniler, bilmeceler, deyimler, tekerlemeler, fıkralar, öyküler, oyunlar, destanlar, nefeslerle yazısız başlayıp gelişen ve davranışlarımızı belirleyen kültürel dili kavrayıp gelecek kuşaklara sevgiyle, kavratmaktan geçer. İnsanlık kültür mirasını; sembol ve alegorilerle kuşaktan kuşağa taşıyarak yalın anlatımlarla günümüze ulaştırmayı bildi. Bu yöntemi geliştirerek kullanan sanat dili, kültürel coğrafyaların dilini (göreli) uygarlığa taşıdı. Bugün; kültürü felsefi derinlikle yoğuran sanat diline uzak zihinlerin sanat korkularını besleyen şey, kendi hikâyeleriyle yüzleşme cesaretinden yoksun olmalarıdır. Sanat, olması gerekeni paylaştığı gibi zaman zaman da olanla yüzleşmemize yardımcı olur. Kurgusu içinde kimi zaman örtük, kimi zaman açık biçimde anlamı paylaşır. Düşündürürken eğlendirir, ağlatırken güldürür. Suratımıza bir tokat gibi indiği de olur, kızaran yüzümüzün rengini kahkahalarla coşturarak yürekteki acıyı sildiği de... Yaşamın çelişkilerle örülü bir bütün olduğunu kavratır. Değişimi ve devamlılığı önemser. Yarını kurgulamanın değerini, sevginin kıymetini, değer vermenin bilgisini, emek yüklü eser bırakmanın ciddiyetini, sabrın, mücadelenin, ümidin gücünü paylaşır. Zekâ, birikim, bilgi, bilgelik dolu yaratımın insanoğlunu inşa etmedeki büyülü keyfini tattırır. Anlam; sokakta, dilin alfabesinde, müziğinde, şifrelerinde kabaca hissedilir. Kültür bağlarının derinliklerinde ise sokağı aşan, sayfalardan taşan, yüzeyselliği silen bir değer vardır; asıl korunup kollanması ihtimam ile saklanması gereken o derinlikli insani değerdir. O, görünenin ardındadır ve görüneni tarif edendir. Okuduğunuz yazıya konu olan “dil” bu gerçeğin önemine vurguyu önemsemektedir. “Zarfa değil mazrufa bak!” deyimi kıymetli bir cümledir. Ortak yaşanmışlığı dışlayan, coğrafyaların parmak izini yok sayıp, unutturmayı hedefleyen küresel kurguların hesaplarını bozacak olan bu değerdir. Gelecek kuşakları silmek, sindirmek, parçalamak, yönetmek için sürdürülen saptırmalara karşı uyanık olmanın yanında, barışa emek vermenin bir zorunluluk olduğu da herkesçe bilinmelidir. Sevgisiz, emeksiz yol alınamayacağı kavranmalı, kavratılmalıdır. Destanlaşan ortak değerleri var eden köklerin kardeşliğini, birliğini; cehalet ve bağnazlık yoluyla sömürme isteği taşıyan anlayışlara, bin yıllarla katışarak paylaşılmış, çoğalarak olgunlaşmış, sembolleşmiş değerler gerçeği hatırlatılmalıdır. Bu verilmesi gereken bir sınavdır. Kültürel dil ve coğrafyaların ortak kardeşliği, tüm saptırmalara karşı koya YÜZLEŞME KORKUSU CBT 1364/13 10 Mayıs 2013 Dil toplumların; anasından, atasından, toprağından, aşından, dokumasından, kısaca yaşam biçiminden, değerlerinden artırdıklarını geleceğe, uygarlığa taşıdığı kültür izidir. Aidiyet duygusunun yansımasıdır. Yaşanmışlığın tortularından damıtılmıştır. Semboller denizinde yaratılmış anlamı paylaşmanın ortak coşkusudur. Pek çok anlam içinden kastedileni yakalama hüneridir. Dil, kırbaç kadar kıvrak, ateş kadar yakıcı, su kadar güçlü, ana kucağı kadar sakinleştiricidir. Bu tanımlar çoğaltılabilir, önemli olan dilin ardındaki sembollerde anlaşabilmektir. Anlaşma sembollerde sağlanamadığında; dil de buluşulamaz, anlamda bütünlenilemez, düşüncede sapma başlar, davranışlar farklılaşır, kopma yaşanır! İşte konunun kilit noktası burada saklıdır. Anlam; sözlüklerde yazılı olanın ötesinde, zaman ve mekânın içinde, durum, ilişkiler, kişiler, göndermeler (semboller) eşliğinde, sözcüklerin ruhunda düzenlenerek açıklanabilir. O, yaşayan karmaşık bir organizmadan farksızdır. Bu yüzden anlaşmak, hiçte kolay bir eylem değildir. Anlamda buluşmak, buluşmaya açık olmayı gerektirir. En az aynı derecede akılcı çözüm aramayı, iyimser olmayı, konu hakkında yargılardan uzak durmayı, düşünmeyi, dinlemeyi, söylemeyi, kendini bilmeyi gerektirir. Semboller; yol gösterici oldukları kadar birikimden DİLİN ÖZELLİĞİ