Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ZÜMRÜTTEN AKİSLER A. M. Celal Şengör Dünyamızda titanyum dioksit beyaz pigment ve güneş losyonunda nano katkı olarak kullanılıyor. Astronomlar bu molekülü ilk kez uzayda da saptadı. Titanyum dioksit bilinen en büyük yıldız olan VY yıldızı (Büyük köpek takım yıldızı) tarafından üretiliyor. Astronomlar daha soğuk yıldızların da yaşam döngülerinin sonunda büyük miktarda titanyum oksit ve titanyum dioksit ürettiklerini tahmin ediyor. Hatta bunlar katalizör olarak uzaydaki karmaşık moleküllerin oluşumunda anahtar rol bile oynuyor olabilir (Astronomy & Astrophysics). Astronomlar yüz yıldan bu yana bazı yıldızların ışık tayfında titanyum oksidin (TiO) karakteristik eğrilerinin görüldüğünü söylüyordu. Bu eğriler düşük yüzey sıcaklığına sahip belli başlı yıldız tiplerinin sınıflandırılmasında kullanılır. Teoriye göre bu tür yıldızlar büyük miktarda titan oksit üretiyor ve bunlar daha sonra yıldız rüzgârıyla dışarıya atılıyor. Fakat uzayda titanyum dioksitin (TiO2) de bulunup bulunmadığı bugüne dek bilinmiyordu. Titanyum beyazı olarak bilinen bu pigment, nano partiküller halinde birçok üründe kullanılır. Bu iki molekül ilk kez uzayda da tespit edildi. Bilim insanları olağanüstü bir yıldızı incelerken iki bileşimin karakteristik izlerini görmüşler. Büyük köpek takımyıldızında yer alan ve kısaca VY CMa olarak bilinen VY Canis Majoris, değişken bir yıldızdır. Bilinen en büyük yıldız da olan VY CMa, ömrünün sonlarında. Yıldız yüzeyinden büyük miktarda malzeme savurduğu için etrafından düzensiz bir toz bulutu oluşuyor. Bu tür bir bulutun karmaşık yapısı astronomları on yıllar önce bir soruyla karşı karşıya bırakmıştı. VY CMa süpernova olarak patlayacak ama bunun tam olarak ne zaman gerçekleşeceği bilinemiyor. Son gözlemler VY CMA’nın çevresindeki iki titan bileşiminin büyük miktarda bulunduğunu gösteriyor. Uzayda titanyum dioksit saptandı Bu başlığı okuyan okuyucularım onu yadırgayabilirler ve içlerinden bana şu soruyu yöneltebilirler: Türkiye’de yaşayan bilim dalı var mı ki, can çekişeni olsun? Araştırmacılar hipotezlerini kontrol edebilmek için kırk iki aileyi iki kez evlerinde ziyaret etti. Bu ziyaretler sırasında anne babalar çocuklarıyla geçmişte yaşanan dört deneyim hakkında konuşmuşlar. Araştırma sonuçlarına göre anneler geçmişteki deneyimleri babalara kıyasla daha fazla süslüyor ve bu durum çocuğun cinsiyetine göre de değişmiyor. Ayrıca anneler genelde daha duygusal anlatıyor. Mesela “Niçin öfkeliydin?” gibi açık uçlu sorular soran anneler, çocuklara duygularını yansıtmalarına izin verip, bir dahaki sefere daha farklı davranmaya özen gösteriyor olabilirler. Bu durum çocukların kendilerini duygusal açıdan daha iyi hissetmelerine yol açtığı gibi kendi görüş açılarının ve fikirlerinin önemli olduğu ve ciddiye alındıklarının hissini veriyor. Annelerin çocuklarıyla daha fazla etkileşim halinde olmaları nedeniyle deneyimlerin işlenmesinde çocuklara kolaylık sundukları sanılıyor (Sex Roles). Türkiye’de Can Çekişen Bir Yerbilim Dalı: Jeomorfoloji Bu sorunun cevabı bireysel başarılar dışında Türkiye’de hiçbir bilim dalının kurumsal bir varlığı olmadığı, dolayısıyla, aslında hiçbirinin yaşamadığıdır. Ama Türkiye’de pek çok bilim dalının uygulaması yapılmakta, mesela tıp gibi bazılarının ise pek çok gayrimedenî ülkeye kıyasla çok da iyisi yapılmaktadır. Bu uygulaması kabul edilebilir düzeyin biraz altında olmakla beraber yapılabilen bilim dallarından biri de jeolojidir. Bu çerçevede iki hafta evvel MTA Jeoloji Dairesinin yaptığı iyi işlerden bahsetmek fırsatını bulmuştum. Ancak yerbilimi branşlarından önemi Türkiye için yaşamsal olan (çünkü, heyelan, sel, genç faylanma, toprak, erozyon, depremlerin neden olduğu yerşekilleri, karst gibi konuları içerir) jeomorfoloji, yani yer şekilleri bilimi, Türkiye’de yavaş yavaş ölmekte, hatta ömrünün son kertelerine de ulaşmış bulunmaktadır. Bunun sebebi, devletin bu bilim dalının önemini hiç ama hiç anlayamamış olması, bu bilimden sorumlu olan kişilerin de yirmili ve otuzlu yıllarda bu bilime büyük bir fenalık etmiş olmalarından kaynaklanmaktadır. Yapılan fenalık, jeomorfolojinin Avrupa geleneğine uyarak coğrafyanın içinde bulunduğu ülkemizde, coğrafyayı edebiyat fakülteleri içine tıkıştırmaktır. Fransızların Vidal de la Blache geleneğinden kaynaklanan bu anlaşılması güç karar, içinde jeomorfoloji, klimatoloji, meteoroloji, hidrografya, oseanografi, kartografya gibi tamamen doğa bilimlerine dayanan branşları da içeren coğrafyayı, adam gibi bir temel fen eğitimden yoksun kılarak, jeomorfologların eksik eğitim görmelerine neden olmuştur. Ancak bu ne jeomorfolojinin ne de jeomorfologların kabahatidir. Kabahat Türkiye’de coğrafyayı coğrafya okumamış insanların eline teslim etmekte olmuştur ki, ne yazık ki o zaman bunun başka çaresi yoktu, zira memlekette coğrafya okumuş tek bir insan mevcut değildi. Jeomorfolojinin olmadığı bir Türkiye büyük zararlarla karşı karşıya kalacaktır. Jeomorfolojiyi kurtarmanın temel yolu, aslında bir kül olarak coğrafyayı kurtarmaktır. Ancak Türkiye’nin günümüzdeki entelektüel yapısı, üniversitelerimizden sorumlu olan kişilerin vizyon ve görgüleri ve nihayet Türkiye’deki coğrafyacı kütlesinin genel bilgi ve görgü düzeyi bunu gereken süratle yapmaya müsait değildir. Dolayısıyla öncelikle ülkenin çok acil bir ihtiyacına cevap verebilmek için, jeomorfolojiyi Avrupa geleneğinden çıkarıp, Amerikan geleneğine göre, coğrafyadan jeolojiye transfer etmektir. Bu transfer çok kolay bir şekilde, YÖK tarafından yapılabilir. Bunun için gerekli müfredat değişikliği minimal olup, bunun tespiti Millî Eğitim Bakanı, YÖK Başkanı, Bayındırlık ve Ulaştırma Bakanları, Orman ve Köy İşleri Bakanı, MTA ve DSİ Genel Müdürlerinden oluşturulacak bir komisyonla en çok iki hafta gibi bir sürede birkaç toplantıyla yapılabilir. Bu iş için dünyaca tanınan Türk coğrafya ve jeoloji hocaları da bu komisyona alınır. Ancak bu transfer gerçekleştirildikten sonra, şimdi jeomorfoloji ihtisası yapmış olan coğrafyacıların da durumlarının hızla açıklığa kavuşturulması gerekir ki bu da zor bir iş değildir. Birkaç ders farkıyla onlar da yeni statülerine kavuşurlar. Ancak uzun vadede coğrafyayı daha da çok yaralayacak olan bu operasyonun coğrafyaya vereceği zararlar ortaya çıkmadan behemahal coğrafyanın durumunun da iyileştirilmesi lazımdır. Coğrafya sadece tüm bilimlerin en eskisi ve kraliçesi değil, bugün de üzerinde yaşadığı gezegen ile ilişkileri çok ciddî bir krize girmiş olan insanın en çok ihtiyaç duyduğu bilim dalıdır. Coğrafya bilinmeden, ne tıp olur, ne sanayi, ne tarım, ne de insan gibi yaşam. CBT 1360/ 7 12 Nisan 2013 Uzun bir süredir, bir deneyimi birlikte hatırlamanın çocuğun gelişimi açısından önemli olduğu biliniyordu. Çocuklar bu sayede deneyimleri yorumlamayı, geçmişi, bugünü ve yarını birbirine bağlamayı öğreniyorlar. Ayrıca annelerin bir olayı anlatmak ve ortak hatırlama için daha fazla çaba gösterdikleriyle ilgili bulgular da vardır. Bu hipotez ve ayrıca anne babaların kızları yerine oğullarıyla konuştukları zaman, anıları ve öyküleri daha az süslediklerine dayanan tahmini, şimdi Florida Central Üniversitesi’nden Widaad Zaman ve Emory Üniversitesi’nden Robyn Fivush daha ayrıntılı bir şekilde inceledi. Anneler başka anlatıyor İlk yırtıcı kuş kalıtımını sekanslayan bilim insanları iki başarılı avcının nasıl geliştiğini açıkladı. Dünya genelinde yaygın olan bayağı doğan (Falco peregrinus) ve Orta Asya ve Doğu Avrupa’da yaşayan akrabası ulu doğan (Falco cherrug), yaklaşık 2.1 milyon yıl önce yollarını ayırmışlar. Dünyanın en hızlı hayvanı olarak bilinen bayağı doğan, pike yaparken saatte 300km’lik hıza ulaşabiliyor. Buna bağlı olarak da bedene etkiyen kuvvetler o denli büyüktür. Dolaşım ve solunumun bu tür bir pike sırasında meydana gelen hava basıncına karşı dayanıklı olması gerekir. Ayrıca kuşların avlarından etleri çekip aldıkları kıvrık gagaları da çok kuvvetli bir çarpmadan sonra sağlam kalmalı. “Evrim genom dizilimini alışılmadık bir yöne doğru sürüklüyor sanki” diyor doğan ve ulu doğanın kalıtımını ispinoz ve tavuk gibi diğer kuşlarınkiyle karşılaştıran Mike Bruford (Cardiff Üniversitesi). Araştırmacı, doğanların genetik olarak uyum sağlamalarının çok kısa bir zamanda gerçekleştiğini söylüyor. Bayağı doğanın yüksek hızdan sorumlu genleri daha hızlı gelişirken, ulu doğan ise çok kurak bir yaşam alanına hızla uyum sağlamış. Bu gelişme, rekabet baskısıyla meydana gelmiş olabilir. Nitekim günümüz doğanların ataları ve kartal, şahin ve atmaca gibi doğanın doğrudan akrabası olmayan yırtıcı kuşlar da, benzer yaşam biçimlerine sahip diğer avcı kuşlarla “yarışmak” zorundaydı. Belli başlı yaşam alanlarına veya avlanma tekniklerine hızlı uyum sağlama, hayvanların hayatta kalmalarını sağlıyordu. Nilgün Özbaşaran Dede Dünyanın en hızlı hayvanı çok çabuk gelişmiş