23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Modern biyoteknolojinin geleceği üzerine bir analiz ABD, Çin, Singapur, Hindistan, geleceğin ilaç ve teknolojilerine milyarlarca liralık yatırım yapıyor. Biyoteknolojiye en fazla yatırım yapan ülke ABD. Son 10 yılda ilaç geliştirmede dünyadaki toplam ARGE’nin %64’ünü, biyoteknolojik ilaçlardaki ARGE’nin ise %80’ini ABD kökenli kuruluşlar yaptı. Başlıca kanser, enfeksiyöz ve otoimmün hastalıklar hedef alındı. Doç. Dr. Filiz Gürel, İÜ. Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü, filiz@istanbul.edu.tr C ci ve üçüncü nesil biyoyakıtlar çevreyle dost yem bitkilerinden üretilebilecek. Nişasta bazlı biyoetanol üretimi lignoselülozik otsul ve odunsul bitkilere kayacak. Lignoselülozik biyoetanolün eldesinde hemiselülozu ve organik atığı şekere çeviren enzimler kullanılmakta. Bu enzimlerin katalizini daha iyi bir hale getirmek için British petrol ve DuPont gibi firmalar modern biyoteknolojiye yatırım yapmakta. Biyoteknolojiye en fazla yatırım yapan ülke kuşkusuz ABD’dir. Son 10 yılda ilaç geliştirmede dünyadaki toplam ARGE’nin %64’ünü, biyoteknolojik ilaçlardaki ARGE’nin ise %80’ini ABD kökenli kuruluşlar yaptı. Başlıca kanser, enfeksiyöz ve otoimmün hastalıklar hedef alınırken spesifik örneklerde vardır. Örneğin, deri kanserine karşı virüs bazlı aşılar, yaşlanmaya karşı füzyon proteinleri ya da antisens ilaçlar gibi. Bu ilaçların keşfi ve güvenilir şekilde geliştirilmesi uzun süren pahalı bir süreçtir. 2010 yılında firmaların bu ilaçları geliştirmek için harcadıkları para yaklaşık 67.4 milyar dolardır ki 2008 krizinden sektörün fazla etkilenmediği de gözlendi. ABD’de sadece biyoteknoloji temelli üretim yapan 1600’e yakın firma faaliyettedir. ABD’yi gerek firma sayısında gerekse ihracatta Almanya, Fransa ve İngiltere izler. Biyoteknoloji yoluyla 100’den fazla hastalığa karşı geliştirilmiş çeşitli aşamalarda 400 kadar ilaç ve aşı üzerinde çalışıyorlar. Peki Batı tekelinde görünen bu pazarların gelecekteki du anlıları kullanarak üretim yapmak çok eskilere dayanır. Çiftçilerin çaprazlayarak elde ettikleri melez tahıllar bu türlerin günümüze kadar gelen ehlileşme sürecinin başlangıcıdır. Benzer şekilde şarap, bira ve yoğurt yapımı da tıpkı melezleme gibi geleneksel biyoteknolojinin önemli örnekleridir. Günümüzde ise biyoteknoloji, sofistike genetik yöntemlerinin kullanıldığı, GDO’ların, klon koyunların, kök hücrelerin üretildiği çok disiplinli popüler bir alan oldu. Şarap yapımından bizi bu noktaya getiren süreci anlamak için biyolojideki gelişmelere bakmalı. Başta DNA olmak üzere hücresel moleküllerin aydınlatılması ve akabinde DNA’yı değiştiren enzimlerin keşfi, biyolojinin moleküler seviyede hareket alanını genişletti. Moleküler biyoloji ve genetikteki bilgi birikimi 80’li yıllardan itibaren ivme kazandı. Öyle ki hücredeki kimyasal reaksiyonların daha iyi bilinmesi onun kimyasal bir fabrika gibi kullanılabilmesi düşüncesini doğurdu. İlk biyoteknoloji firmalarından Genentech Inc. 1977’de bir insan proteinini (somatostatin), bir yıl sonra da insülini genetiği değiştirilmiş bakteri hücresinde üreteceğini açıkladı. Genetik değişimlerin fazlasıyla yapıldığı günümüzde ise çok çeşitli başarılı örneklere karşın ticarileşmiş ürün sayısı azdır. İnsülin bu bağlamda üretimi en iyi optimize edilmiş biyoteknolojik ürünlerden biridir. Bazı kaynaklar: A. Arundel, D. Sawaya, Biotechnologies in Agriculture and related natural resources in 2015 (OECD Report) Agricultural Biotechnology to 2030 (OECD) Pharma Biotech and Profile 2011 Raporları Global Biotechnology raporu 2011 (Ernst&Young) Nature Biotechnology (2012);30 (3) :2319 Gürel ve ark. (2011) Recent molecular tools for detecting transgenic events in genetically modified (GM) crop products. Scientific Research and Essays, 6(24): 50915099 CBT 1360/ 19 12 Nisan 2013 Bugün istenen amaç doğrultusunda herhangi bir canlı organizmada üretim yapılabilir. Koli basili olarak bilinen Escherischia coli iyi bir örnektir. Yapısı üretim için ideal şartlara getirilen E. coli birçok büyüme hormonu ve terapötikleri hücre kütlesinin %50’sine kadar üretebiliyor. İnsan hormonları, kolera aşıları ve gıda koruyucuları bunlardan bazıları. Maya, insan ve bitki hücreleri ise bakteriye göre daha kaliteli ürün verebiliyor. Günümüz itibarıyla ABD’de satılan ilaçların %20’ye yakını “genetiği değiştirilmiş” organizmalarda ürettiriliyor. Bu ilaçlar içinde aşılar %37, farmasötikler %10’luk bir oranda. Sonuçta kullandığımız ilaçların çoğu yine geleneksel (kimyasal) yollarla üretiliyor. Ancak, biyoteknolojik ilaçlar arasında hormonlar gibi daha karmaşık yapıda moleküller var. Örneğin kronik böbrek yetmezliğiyle ilişkili anemide kullanılan bir ilaç temelde kan yapımında rol oynayan bir hormondur (eritropoetin) ve genetiği değiştirilmiş memeli hücrelerinde üretildi. Bir diğeri kemoterapi hastalarında enfeksiyonlara karşı kullanılmakta. Araştırmalar gelecekte daha iyi çözünürlükte, yapısal stabiliteleri yüksek ilaçların üretilebileceğini gösteriyor. Genom çalışmalarındaki ilerlemeye bağlı olarak, kişiye özel ilaçlar geliştirilebilir. 2011’de FDA’nın onayladığı yeni bir ilaç (Zelboraf) deri kanseri hastaları arasında sadece özel bir mutasyonu taşıyanlar için geliştirildi. Bu tipte ilaçların geliştirilmesi için patent başvurusu yapan ve biyoteknolojiye yatırımı sürdüren ülkeler arasında Belçika, Finlandiya ve Hollanda başı çekerken; ARGE, yetişmiş uzman ve yayın sayısında ABD, Singapur ve İsviçre lider ülkeler (Kaynak: OECD ve Scientific American). Scientific American dergisinin ülkeler sıralamasında biyoteknolojik innovasyon bazında Türkiye 33. sırada (36 ülke arasında) yer alıyor. Türkiye özellikle eğitim, işgücü ve ayırdığı bütçe açısından düşük skorlar aldı. Gelecekte Türkiye biyoteknolojik üretimde ve GDO analizlerinde kendine yeterli olabilecek mi? Ya da sadece takipçi mi olacak? BİYOTEKNOLOJİK İLAÇLAR PAHALI Bugün endüstriyel üretimde de biyoteknoloji sağlam adımlarla ilerlemekte. Çeşitli enzimler, gıda katkı maddeleri , amino asitler, biyopolimerler ve antibiyotikler bakterilerde üretilebiliyor. Bu ürünlerdeki olası risklerin belirlenmesi kapsamlı araştırmaları gerektirir. Biyotek endüstrisinin bu araştırmalara ayırdığı bütçeler ne yazık ki ARGE ile karşılaştırıldığında çok düşüktür. Esasen ürünlerin GD organizmada doğru katlanma yapması ve insan sağlığına zarar vermeyecek şekilde üretilmesi hedeflendi. Ancak bazı zorluklar bakteri yerine yeni konak adayların denenmesi konusunda bilim insanlarını zorladı. Bu adaylardan biri bitkiler. Bugüne kadar gıda, tekstil ve biyoyakıt sektörlerinin merkezinde yer alan bitkiler üretim için de çok önemli bir canlı grubu haline geldi. Bitkilere genetik müdahale yapılmadan sadece doku kültürü teknolojisiyle (dokuları bir solüsyon içinde büyüterek) bazı maddeler ürettirilebilir. Bunlar arasında renklendiriciler, antibakteriyeller ve antikanser hammaddeleri bulunur. Yani genetiği değiştirmeden bitkide üretim yapılabilir. Ayrıca genetik yapı değiştirilerek bitkinin normalde üretmediği kimyasallar da üretilebiliyor (Biyofarming). Bunlar arasında kolera ve antraks aşısı, interferon, lipaz, antikorlar ve tripsin gibi enzimlerin yanı sıra kollajen ve kartilaj gibi insan dokuları var. Bu üretimler en çok mısır, tütün, patates, pirinç ve deniz yosunlarında yapılıyor. ARGE aşamasında olan bu sektörde henüz onaylanmış bir ilaç veya madde bulunmuyor. Ancak 2009 yılında SemBioSys şirketi insülini aspir bitkisinde (Şekil 1) Şekil 1. İnsülin üretimi için üretmiş ve tüm risk testlerini yayeni aday papatyagiller aiparak bakteriyel eşdeğerinden farklesinden aspir bitkisi. sız olduğunu gösterdi. Bu çalışma terapötik üretiminin bitkilere kayabileceğini gösteriyor. Biyolojik bilimlerdeki gelişmeler bu ivmeyle devam ederse üretim ve hizmet sektörlerine daha fazla değer katacak yeni bir ekonomi doğabilir. OECD yayınladığı “2030 Biyoekonomi” raporunda genler ve karmaşık hücresel süreçlere dayanan yeni biyoteknolojik uygulamaların geliştirileceğini ve bunların en fazla sağlık ve endüstriyel sektörleri etkileyeceğini öngörmekte. Küresel nüfus, 2030 yılında daha çok az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde artarak 8.3 milyara ulaşacaktır. Diğer yandan küresel iklim değişiklikleri ve biyoçeşitlilikteki kayıplar günümüzde dahi tarımda verimi düşürmektedir ve tarımsal alan sıkıntısından çok su azlığı sonucu oluşan kuraklık ve tuzlanma gibi abiyotik stres faktörleri etkili olmaktadır. Özellikle hızla yükselen sıcaklıklar bitkisel patojenlerin hastalık oluşturmasına neden oluyor. Raporda bu şartlara dayanıklı yeni GD varyetelerin geliştirilmesi önerilmektedir. Ancak son araştırmalar genetik değişiklik içermeyen yeni yaklaşımların yolda olduğunu da gösteriyor. Her durumda pestisit kullanımını elimine ederek toprağın kirlenmesini önleyecek ve klasik ziraatin izlerini ortadan kaldıracak kimyasala dayanmayan yeni bir tarımsal anlayış benimseniyor. Tarımın dışında biyoyakıtlar öne çıkan diğer bir konu. İkin BİTKİLERİN ÖNEMİ GELECEKTE PAZARLAR Şekil 2. Dünyadaki toplam ARGE harcamalarının sektörel dağılımı (Kaynak: EFPIA Rakamlarla İlaç Endüstrisi Belgesi, 2010). BİYOYAKIT ÜRETİMİNDE GDO’LAR rumu ne olacak? Daha önce bahsettiğimiz biyoteknolojik innovasyon skoru listesinde ABD’den sonra ikinci konumdaki ülke Singapur. Bu alana yatırım yapan ülkeler içinde Singapur, Çin ve Hindistan dikkat çekiyor. Hindistan 5 senede 1.7 milyar dolar harcayarak 20’ye yakın biyoteknoloji parkı kurdu. Bu ülkeler biyoteknoloji politikalarını ve ticaret altyapılarını hızla oluşturmakta, kamu ve özel sektör ortaklıklarını teşvik etmekte, lise ve üniversite düzeyinde nitelikli insan gücü yetiştirmektedirler. Biyoteknolojik üretim yüksek katma değerli ürünler ortaya koymaktadır. Bu sektörün iş modeli innovasyona dayanıyor ve dünyadaki ARGE yatırımının %20’sini çekebiliyor (Şekil 2). Bu nedenle de moleküler biyolojideki bilgi birikiminden beslenen biyoteknolojik üretim ve hizmetler yakın gelecekte çok daha hedefli ve güvenilir bir hale gelecek. İnsana gen terapisinde, transgenik bitki üretimlerinde, kök hücre tedavilerinde önemli gelişmeler olacak. İlaçta “farmakogenomik” özellikle kanser ve diyabet tedavilerine katkı sağlayabilir. Açlığa çare olarak sunulan transgenik bitkiler ise daha çok üretime yönelik içerik değişiklikleri ile dikkat çekecektir. GDO’ların güvenirliliği konusunda mevcut test sistemlerinin geliştirilmesi gerekmektedir. Tüketici hakları açısından bu ürünlerin etiketlenmesi ise en önemli beklentilerden biridir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle