17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SON ARAŞTIRMALAR Kışlar önümüzdeki yıllarda da soğuk geçecek dar kesin. Özellikle de iki tür böcek ilacı çok etkili: birincisi böceklerin sinir sistemini etkileyerek felç ve ölüme neden olan nikotinimsi maddeler (Neonicotinoid). Bu maddeler mısır tohumuna karıştırılıyor. Diğer zararlı madde ise arıları Varroa parazitlerinden korumak için kullanılan fosforik asit ester. İki maddenin de arılar üzerinde olumsuz etki yaptığı şimdiye kadar birçok araştırmayla kanıtlanmıştır. Newcastle Üniversitesi biyologları Sally Williamson ve Geraldine Wright birkaç hafta önce Journal of Experimental Biology dergisinde, bu iki maddenin kombinasyonunun özellikle de böceklerin öğrenme ve hatırlama yetileri için zararlı olduğunu gösterdi. Bu karışımın etkisinde kalan arılar sadece dört gün sonra bellek ve öğrenme görevlerinde önemli hatalar yapmış. Doğal ortamda bu maddeler arıların yön bulmalarını zorlaştırarak beslenme alanlarını ve kovanlarını hatırlamamalarına neden olabilir. Dundee Üniversitesi’nden Mary Pamer’in geçen hafta yayımlanan araştırması ise biraz daha ayrıntılı. Araştırmacı zehirli maddelerin etkisinde kalan arıların beyninde yaşananları incelemiş. En önemli süreç böceklerin beyninde yer alan mantar cisimciğinin (Corpora pedunculata) belli başlı sinir hücrelerinde işliyor. Böceklerdeki bu beyin bölgesi bellek ve öğrenme gibi bilişsel yetilerden sorumlu. Sonuç: İki kimyasal da söz konusu sinir hücrelerinin daha kötü etkinleşmesine ve uyarıları daha kötü iletmelerine neden oluyor. Etkileri arttığı için kombinasyon son derece zararlı. İki madde de söz konusu beyin bölgelerindeki tüm bilişsel yetilerin önemli ölçüde zayıflamasına yol açıyor. Bunlara çağrışımsal öğrenme, hatırlama ve mekânsal yön bulma da dahil. Arılar kokladıklarını akılda tutmakta zorlanıyor ve bu da beslenme ve uçma davranışlarını olumsuz etkiliyor. 13 AB ülkesi bu kimyasalları yasaklıyor. Küresel ısınmaya rağmen kış bitmek bilmiyor, peki ama neden? Bilim insanları bunun Kuzey Kutbu’ndaki buz kütlelerinin küçülmesine bağlıyor. Değişken basınç dağılımları İskandinavya üzerinde istikrarlı yüksek basınç bölgeleri oluşturuyor ve bunlar Orta Avrupa’yı soğuk kutup havasıyla besliyor. Doğanın bu seneki ruh hali böyle. Kuzey Kutbu’ndaki deniz buzulları geri çekilmeye devam ederse bu ruh halleri sık sık tekrarlanacaktır diyor Alfred Wegener İklim Bilimleri Enstitüsü yöneticisi Peter Lemke. Tabii bu gelişme de gelecekte de kışların soğuk geçeceğinin habercisi. Amerikan Buz ve Kar Veri Merkezi’ne (NSIDC) göre Kuzey Kutbu’ndaki buz Eylül 2012’de otuz yıldan bu yana en küçük duruma gelmiş. Araştırmalar buzun geri çekilişini karbondioksite bağlı küresel ısınmaya bağlıyor. Değişimlerin hangi biçimde ve nerede en şiddetli bir şekilde meydana geleceği henüz bilinmiyor ama Kuzey Kutbu’nda şimdiden beyaz alanların yok olduğu bunun yerine koyu lekelerin ortaya çıktığı bir gerçek. Koyu alanlar güneş enerjisini soğururken kar ve buz geri yansıtıyor. Şubat ayının küresel sıcaklık haritasına göre şubat ayında sadece Avrupa’da soğuk havanın hâkim olduğu görülmüş. Mesela Sibirya ve Kanada’da daha önceleri görülen soğuklar yaşanmamış. CBT 1360/ 6 12 Nisan 2013 Dünya genelindeki arı ölümlerinin çok sayıda nedeni var. Yaşam alanlarının bozulması ve parazitler dışında böcek ilaçları da önemli bir rol oynuyor. Böcek ilaçları arıları şaşırtarak yön bulmalarını zorlaştırıyor. Biyologlar şimdi şaşırma sırasında beyinde nelerin yaşandığını açıkladı. 2006’da Kuzey Amerika’da yaşanan büyük arı toplu ölümleri “Colony Collapse Disorder” olarak isimlendirildi. ABD’deki arı topluluklarının yarısından fazlası öldü. Avrupa’da da durum benzer bir şekilde yaşandı. Olası sebepler ne kadar çeşitliyse de Varroa parazitleri, iklim değişimi, elektronik kirlenme vs. böcek ilaçlarının da önemli bir rol oynadığı da o ka Böcek ilaçları arıları şaşırtıyor Dünya nüfusunun yarısından fazlası, Helicobacter pylori mikrobu taşısa da sadece onda birinde ülser veya mide kanseri gibi hastalıklar görülmekte. Amerikalılar, bir hastalığın ortaya çıkması aynı anda midede bulunan diğer mikroplara bağlı diyor. Farelerle gerçekleştirilen deneyler sonucunda özellikle de klostridyaların, bağışıklık sisteminin iltihap reaksiyonlarını kısıtlayarak, H.pylori enfeksiyonunun hastalık potansiyelini düşürdükleri ortaya çıkmış. Buna göre belki de midelerinde bu tür koruyucu bakteriler bulunmayan insanlarda H.pylori enfeksiyon riski daha yüksektir (Infection and Immunity, Kaliforniya Üniversitesi’nden Karen Ottemann.) Ağızdaki ve bağırsaklardaki yararlı mikropların hastalık etkenlerinin çoğalmasını önlemeleri gibi midedeki belli başlı mikrop türlerinin de Helicobacter bakterisinin tehlikeli duruma gelmesini önlediği düşünülüyor. Buna karşın diğer türler belki de hastalık riskini daha da yükseltiyor olabilirler. Bu teorilerle ilgili kanıtlar, H.pylori taşıyan farelerle gerçekleştirilen deneylerle ortaya çıkmış. Farelere H.pylori bulaşmadan önce bazı mide bakterilerini öldüren antibiyotik verildiğinde, enfeksiyon daha zayıf iltihap reaksiyonlarına neden olmuş. Mide duvarında dört hafta sonra tedavi görmeyen farelere kıyasla daha az T tipi yardımcı hücre saptanmış. Ayrıca midedeki bakteri popülasyonu Diğer mide bakterileri enfeksiyon sürecini tetikliyor nun bileşimi de değişmiş. Bu durum midede bulunan 10.000 bakteri türünden 4000’i için geçerli. Özellikle de klostridya sayısı artmış. Bu bakterinin bağırsak iltihabını önlediğini biliyoruz diyor Ottemann. İtalyan bilim insanları (Consiglio per la Ricerca e La Sperimentazione in Agricoltura ve Istituo di Genomica Applicata dell’ Universita di Udine) şeftali ağacının tüm gen dizilimini çözdü. 230 milyon baz yüzde 99.9 doğruluk payıyla saptandı. İtalyan Tarım Bakanlığı tarafından finanse edilen araştırma, İtalya’nın Çin’den sonra ikinci büyük şeftali üreticisi olması nedeniyle büyük önem taşıyor. Toplam olarak 27.852 tane gen saptanmış ki bu sayı neredeyse insandaki kadardır. 672 kalıtım faktörü sadece aroma ve şeker içeriği gibi niteliksel özellikler dışında ağa Şeftali ağacının gen dizilimi çözüldü cın biçimi ve meyveleriyle de ilgili. Genomik sekanslama olasılığı uygulamalı genetik araştırmaları için büyük bir adım, diyor projeyi yöneten Ignazio Verde. Bu çalışma sırasında saptanan genler ve genetik göstergeler, büyük ölçekte ayıklanmaya izin verecek. Şimdi çok daha kaliteli ve sağlıklı meyve türleri üretilebilecek. Ayrıca iklim değişimlerine karşı uyum ve böceklere karşı dayanıklılık da söz konusu (Nature Genetics). MİGREN BEYİN ANATOMİSİNDEN OKUNABİLİYOR Migren hastalarının beyninin sağlıklı insanlardan farklı işlediği aslında yeni bir bilgi değil ama beyin kabuğunun farklı bir biçime ve kalınlığa sahip olduğu da ortaya çıktı. Dünya Sağlık Organizasyonu’na göre dünyada 300 milyon üzerinde insan migren ağrısı çekiyor. Uzun bir süredir migrenin genetik kökenli olduğu ve anne babadan çocuklara geçtiği bilinmekteydi ve birkaç yıl önce de migrenli kişilerin beyninin akut nöbet dışında bile farklı işlediği ortaya çıkmıştı. Migrenlilerde ağ etkinliği, duyusal uyarıların algılanmasından sorumlu devrelerde daha yüksek. Bilim insanları bu yüzden migrenli insanların niçin birçok uyarımlara karşı daha hassas olduklarını tahmin ediyor. Bununla birlikte migrenli insanların daha farklı beyin yapısına sahip olup olmadıklarını kesin olarak bilinmiyordu. San Raffaele Üniversitesi’nden Roberta Messina 63 migren hastası ve 18 sağlıklı insanın beyninde iki parametreyi incelemiş: Beyin kabuğunun kalınlığı ve beyin yüzeyinin biçimi. İnsan beyninin yüzey biçimi doğumdan önce belirlenmekte. Girinti ve çıkıntıların nerelerde bulunduğu ve ne derece belirgin oldukları yaşam sürecinde hemen hemen hiç değişmiyor ama beyin kabuğunda durum farklı. Çünkü yaşam süresinde çok değişiyor ve hangi beyin bölgelerinin daha fazla tercih edildiğini gösteriyor. Migren hastalarında beyin kabuğu ön loplarda – yani önemli ağrı devrelerinin bulunduğu bölgelerde daha ince. Kararların alınmasından ve görülen hareketlerin işlenmesinden sorumlu bölgeler ise daha kalın. Fakat beynin yüzey yapısında çok daha belirgin farklılıklar var. Çok sayıda girinti ve çıkıntı migrenlilerde daha belirgin veya daha az belirgin. Bu farklılıklar çok dikkat çekici ve çeşitli beyin bölgelerine dağılmış. Bu tür anomaliler, migren hastalarının ağrılara karşı daha duyarlı olmalarından ve beyinlerinin belli başlı uyarılara anormal reaksiyon göstermelerinden sorumlu olabilir, diyor Massimo Filippi. Migrenin genetik olduğu kesin ama nöbetlerin sıklığı ve şiddet derecesi dış faktörlere bağlı olarak da gelişebiliyor. Beyin kabuğundaki anomalilerin ayrıntılı bir şekilde ölçülmesi sayesinde migren hastalarının daha iyi teşhis edilebileceği sanılıyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle