17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Kadına Osmanlı Karartması Cumhuriyetten önce kadına ne seçme ne de seçilme hakkı verilmemiştir. 1924 yılında ve 1926 Medeni Kanun ile kadınlara da seçme ve seçilme hakkı verilmek istenir, ama gerici erkekler uygulamayı engeller. Prof. Dr. Ömer Demircan [email protected] 1 CBT 1360/ 18 12 Nisan 2013 300’den 1920’ye gelindiğinde Anadolu nüfusu on milyon dolayında; toplum, erkekegemen yapıda. Yönetenler dışında okuryazar oranı %1’i bile bulmaz. Eskiyazı (Arap harfleri) ile okur oranı %78; yazabilen oranı ise %1 kadar; kadınlarda binde birin bile altında. Medrese yalnızca erkek öğrenci alır, Tanzimat’tan sonra açılan mektepler ise, erkek için ayrı, kızlar için ayrıdır. 6yaş üstü okullaşma oranı 192324’te %1.7 kadardır; 192829’da %2.4 ulaşır… 192728’de yaklaşık 40.000 köyün sadece 4.707’sinde okul bulunmaktadır [1]. Geri kalan 35.000 köyde ne okul var ne öğretmen. İşte Köy Enstitülerinin hedefi kimsenin gitmediği o köylerdi. Nüfusun yarısını oluşturan kadınlar eğitimsiz bırakılmıştır. Halide Edip, Fatma Aliye, … gibi öne çıkan yalnızca varlıklı kesim kızlarıdır; onlar da parmakla sayılacak kadar azdır. Osmanlının cehalet kuyusundan aydınlanmış değil, yalnızca okuryazar olarak çok az sayıda Müslüman kadın çıkabilmiştir. Nâzım’ın dediği gibi Türk Köylüsü: “topraktan öğrenip kitapsız bilen” durumunda, kadın: “… Ve kadınlar, bizim kadınlarımız: … anamız, avradımız, yârimiz ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen”dir. 1927’de Türkiyede topu topu 267bin (%4.8) okuyan kadın var ama yazabilen oranı belli değil [2]. 1. Özel öğretmenle yetişmiş olan Cevdet Paşa kızı Fatma Aliye bile özgür değildir. Fransız yazar George Ohnet’in Volonte (irade) adlı kitabını çevirip “Meram” adıyla yayınlar (1889). Ancak, çeviren adı kitaba yazılamayıp “bir kadın” olarak belirtilir. Fatma Aliye, ilk yazılarında da “Mütercimei Meram” (“Meram”ın çevirmeni) takma adını kullanır [3]. 2. Dinaşırı ilişki, evlilik ise yasaktır. İstanbulZincirlikuyu’da oturan Müslüman dul bir kadın Rum Todori’nin evine kaçar. Şikâyet üzerine Todori ile Bedriye Beşiktaş karakoluna götürülür. Karakolu basan bir topluluk her ikisini de polisin elinden alır, döve döve öldürür [4]. 3. Yıl 1921, İstanbul işgal altındadır. Darülfünun emini (rektörü) Naim Bey’e İstanbul Maarif Nezaretinden bir emir gelir: “(İnas) Kızlar Darülfününu kapatılmıştır, kız öğrenciler, erkeklerle birlikte okuyacaklardır.” Naim Bey, bunu İslâm dini kurallarına aykırı bulur. “Ben bunu tatbik edemem, kız ve erkek çocukların zanu be zanu (diz dize) oturmalarına razı olamam, bu benim dinime aykırıdır” der [5]. 1921’de Kızlar Darülfünunu öğrencileri erkek Darülfünunu sınıflarını işgal ederler. Böylece karma eğitim ilk önce yükseköğretimde başlar. 1 Mart 1924’te çıkarılan “Tevhidi Tedrisat” ve öteki devrim yasaları ile ilkokulların tümünde geçerli kılınan karma eğitime, Eğitim Bakanı Mustafa Necati’nin sorumluluğu üzerine almasıyla ortaokullarda 1927’de geçilir. Liselerde ise 1930’da başlar [6]. 4. Ülke nüfusunun yarısını oluşturan kadının Anadolu’da adı yoktur. Meclis’te 3 Nisan 1920 günü seçim yasası ele alınacaktır. Osmanlı “Seçim Kanunu”nda seçimle ilgili erkek nüfus’ deyimi kullanılmaktadır. ... Egeher konuda ‘e menlik milletindir ama kadınlar millete dahil değildir” [7]. Darüşşafaka Osmanlı yasalarına göre biçimlendiği için “babası ölmüş” çocukları alırken, ancak 2012’den sonra doğru bir kararla “annesi ölmüş” çocukları da okula almaya başlamıştır (Figen Atalay, Cumhuriyet ,29 Mart 2013: 9). Cumhuriyetten önce kadına ne seçme ne de seçilme hakkı verilmemiştir. 1924 yılında ve 1926 Medeni Kanun ile kadınlara da seçme ve seçilme hakkı verilmek istenir, ama gerici erkekler uygulamayı engeller. Cumhuriyet bu sorunu 1926 Medenî Kanun / yurttaşlık yasası ile de çözemez. Türk Kadınlarına köy muhtarlığı ve ihtiyar heyetlerine seçilme hakkı 26.10.1933’te, milletvekili seçilme hakkı ise 5.12.1934’te verilmiştir ama, o da kâğıt üzerinde kalır. Kadınların seçilmesini parti başkanları kararlaştırır. 5. Yıl 1923. “Cumhuriyetin ilanından az önce Tunalı yapılacak ilk Hilmi, TBMM’de yaptığı bir konuşmada, “y nüfus sayımında kadınların da sayılması”nı isteyince, büyük bir tepki ile karşılaşır ve kürsüden indirilir”[8].Öyle bir sayım yapılırsa, kimlerin çokeşli olduğu, yani Sait Faik öyküsündeki “Rıza Milyoner”ler ortaya çıkacaktır [9]. 6. 1923’te toplanan İzmir İktisat Kongresine işçi kadınların da alınması üzerine Tevfik Hoca ayaklanır: “Allah Allah! İşçi kadınlar erkeklerle diz dize (zanu be zanu) oturup memleket meselelerini mi konuşacaklar!” diye karşı çıkar[10]. 7. Leyla Erbil, “Zihin Kuşları”nda (1998), 1960 öncesi döneme gönderme yaparak, Türkçeye ve topluma karşı: “ ... erkeklerce örülmüş ve kadınlık durumlarına gerçek yerin verilmemiş olduğu erkek egemen bir dildi miras aldığımız ...erkek egemen dilin içinden sıyrılıp o özgür yeni dili kurmak (istiyordum)” [11] sözleriyle yakınır. Öyle bir ayrıma gönderme yapılması, yazar açısından olduğu kadar okur açısından da önemli sayılsa gerek. Ders izlenceleri belirlenirken o tür özelliklere ne ölçüde duyarlı kalındığı belirsizdir. 8. Durumu 1 Mart 1922’de TBMM’ne Mustafa Kemal: “Memleketimizin gerçek sahibi, köylü bu toplumun temel direğik güne kadar nuru maariften (eğitim ışığı) mahrum bırakılmıştır. “Nüfusunun yarısını (kadınların ise yüzde doksandokuzunu) gelişme imkânlarından faydalandırmayan bir ulus, kendini modern bir ulus sayamaz” der (Y37). 25 Ağustos 1924’te: “Memleketin iktisadi yaşayışında kız ve erkeğin bir iş unsuru olarak hiçbir farkı yoktur, … aynı gayeye hazırlayıcı eğitimde birlik olması gerekir”der (Y26). 1925’te: ‘Muallimler Birliği’nde: “Hedefe varmak için her cahilâne itiraz ve teşebbüs bertaraf edilecektir. Bu muazzam fırsat Türk devletinin eline bir daha geçmez” uyarısını yapar [12] (Y. 24). Öngörü doğru çıkar, 1947’de Köy Enstitüleri, dışbirlikle ve hızla kapattırılır. Ancak, o da yetmez, çıkarılan bir genelge ile: Kız öğrencilerin birer “ev kadını” ve “köy anası” olarak yetiştirilmeleri” emredilir” [13] (Kirby, 356). Köy Enstitülerinde okuyan kızlardan bir bölümü İzmirKızılçullu’da toplanmıştı. Ancak, okumak üzere başvuran 540 kız öğrenciyi 1950’de okul yönetimi geri çevirir. O kızlardan kimileri Kars’tan, Van’dan, Diyarbakır’dan gelmişlerdir (K378). 1951’de Halkevleri kapatılır ve Türkiye NATO’ya bağlanır. Türk halkının bütün aydınlanma yolları yavaş yavaş kesilir. DİPNOTLAR: [1] Faik Reşit Unat 1933’ten, Niyazi Altunya 2009: 22, 24. [2] Bk. İ. Başgöz, H.E. Wilson (1968): Türkiye Cumhuriyetinde Eğitim ve Atatürk; Dost y. s. 246. Yanlış anlaşılmasın; bir kimsenin “Kur’an”ısesletmesi onun okuryazar olduğunu göstermez; bugün kutsal yazıları sesletenlerin Arapça bilmemeleri gibi. Üstelik Kur’an’ın yazıldığı dönem (VII. yy) Arapçasını bilen Türkiye’de ancak birkaç kişi varsa iyi sayılır. [3] Büyük Larusse. [4] Alev Coşkun (AC): Devrimin İlk Karşıtları, CK, 2012: 125. [5] Adem, Mahmut, YKKED 2009: 45. [6] Niyazi Altunya 2009:31. [7] Bk. Turgut Özakman (2009): Cumhuriyet, Türk Mucizesi. Bilgi y. s. 258, 265, 285, 294. [8]Adem, YKKED 2009: 46 [9] Sait Faik: “Rıza Milyoner” öyküsü. [10] Özakman, 258. [11] Zihin Kuşları, (1998): 184, 194, 195, 196,197.[12]Savaş sonrası ve 1950’de başlayan Demokrat Parti yönetimi, ondan sonraki süreçler düşünülürse, Batı’nın NATO aracılığıyla başımıza ördüğü çoraplar o sözü doğruladı. Leylâ Tavşanoğlu’nun ‘Pazar Konuğu’ Prof. Dr. Hasan Köni (Cumhuriyet 22.08.2010 /s. 14): “Özellikle Nato üyeliğinden (1950) sonra Türkiye dış etkinin gücü altına girdi. ...Türkiye zayıflayan devlet durumuna düştü. ... Bu zayıflama dışardan yaratılarak geliyor. ... Zayıflayan ülkeleri zayıflatan da kendileri.”[13] Fay Kirby (K): Türkiye’de Köy Enstitüleri, 1961. Engin Tonguç (ET): Bir Eğitim Devrimcisi: İsmail Hakkı Tonguç I, II, 1997. Hasan Âli Yücel (Y): “Türkiye’de Orta Öğretim” (1938). Pakize Türkoğlu (T): Tonguç ve Enstitüleri, 1997. AleviBektaşi Kültürü ve Türkçe Serdar Karsu (Elektr. Müh./ İTÜ), [email protected] Sayın Bursalı, Cumhuriyet Gazetesi, 08.03.2013 tarih ve 1355 sayılı Bilim Teknoloji Dergisinde, Sn. Prof. Dr. İlhami Çetin Hocamızın ‘Türkçe neden, nasıl yozlaştırılıyor?’ başlıklı, değerli bir yazısı yayınlanmıştır. Söz konusu yazının ilk cümlesinde, Karamanoğlu Mehmet Bey’in 1277 tarihli ve Türkçe dili için olan uyarısına dikkat çekilmektedir. Konuya bir katkı olabilmesi bakımından: Bugünkü güzel Türkçe’miz; binlerce yıl öncesinden gelip, (Hoca Ahmet Yesevi’nin öğrencisi, Horasan Erenlerinden, Anadolu’da 8 yüzyıl önce yaşamış olan) Hacı Bektaşi Veli’nin, büyük ozan Yunus Emre’nin, İran’ın Türkmen şahı Şah İsmail’in ve ardılları halk ozanlarının yaşatmış ve geliştirmiş oldukları bir dildir. Bu bakımdan AleviTürkmen kültürünün de tarihsel dilidir. Hacı Bektaşi Veli’nin, Yunus’un, Pir Sultan Abdal’ın eserleri, Türkçe’yi en güzel şekilde yansıtan tarihsel ve edebi kaynaklardır. Şah İsmail’in ‘Hatayi’ adı ile yazdığı şiirler, yüzyıllar sonra bile çok rahat anlaşılabilirken, Osmanlı Padişah Divanları anlaşılamayacak derecede Türkçe’mizden uzaktır. Yani köken, Horasan kaynaklı olup, tarihsel süreç içinde Anadolu’daki halk bilgeleri tarafından geliştirilmeye devam etmiştir. Eğer tarihsel süreç içerisinde, sözlüşiirlitürkülüsazlıozan edebiyatlı (yani AleviBektaşi öğretisi ağırlıklı) halk kültürü olmasaydı ve Türkçe dili, çeşitli baskılara ve karmaşık/özenti bir dil olan Osmanlıca’ya karşın ayakta kalamasaydı; ne bugünkü Türkçe var olabilecekti, ne de Büyük Önder Atatürk, kendisine ulusun özgün dilini yaşatma çabasını (Türk Dil Kurumu vb kuruluşlarla) sağlayacak olan bir Türkçe dilini bulabilecekti.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle