Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
10 yıl içinde ABD’de sivil ayaklanma ve siyasal şiddet öngörüsü Yeni bilim dalı Kliodinamik’in kestirimleri doğru ise, bu onyılın sonlarına doğru ABD’de ciddi bir sivil karmaşa ve siyasal şiddet yaşanması bekleniyor: İmparatorlukların yükseliş ve çöküşlerinin ardında yatan bir matematiksel düzen varsa, sivil kargaşalar önceden kestirililebilir.. Amerikalı bilimci Turchin, imparatorlukların yükseliş ve çöküşlerinin ardında yattığına tanık olduğu düzeneklerden yararlanarak, gelecekte ürkütücü siyasal değişimlerin yaşanacağı yönünde kestirimlerde bulunuyor. C onnecticut Üniversitesi’nin saygın matematiksel çevrebilim profesörlerinden biri olan Peter Turchin geleceği görebildiğine inanıyor. Ancak panayırlarda karşınıza çıkan falcılardan farklı olarak, kristal küreye gereksinim duymuyor. Onun mesleksel araç gereçlerini matematik ve sınanabilir kuramlar oluşturuyor. Turchin, tarih biliminde devrim yaratmak, onu bir öyküler yığını olmaktan çıkartarak önceden kestirilebilir ve çok daha kesin bir bilime dönüştürmeyi amaçlıyor. Turchin bu yeni disiplinine, Yunan söylencesinde tarihi olayları konu alan şiirlerin esin p e r i s i Klio’dan yola çıkarak, kliodinamik adını veriyor. Disiplinin bugüne dek odaklandığı konuların en başında da imparatorlukların yazgıları geliyor. Şimdi Turchin imparatorlukların yükseliş ve çöküşlerinin ardında yattığına tanık olduğu düzeneklerden yararlanarak, gelecekte ürkütücü siyasal değişimlerin yaşanacağı yönünde kestirimlerde bulunuyor. Turchin’in kestirimleri doğru ise, bu onyılın sonlarına doğru ABD’de ciddi bir sivil karmaşa ve siyasal şiddet yaşanması bekleniyor. o gün bugündür, dinlerin yayılması, imparatorlukların neden bozkırla tarım alanlarının buluştuğu yerlerde yükselip neden çöktükleri gibi, tarihle ilgili her türlü soruyu çözümsel bir yaklaşımla ele alıyor. Turchin’in amacı tarihi açıklanabilir bir bilime dönüştürmek, ki bu da kimi kuramların reddedilmesi anlamına geliyor. Örneğin, Roma İmparatorluğu’nun çöküşüyle ilgili iki yüzü aşkın açıklama var. Çünkü tarihçiler sürekli yeni görüşler ortaya atıyor, ancak eskileri de bir ayıklamaya hiç yanaşmıyor. Kliodinamik ise, tam tersine, hangi kuramların eldeki kanıtlara en uygun olduğunu açıklığa kavuşturmaya çalışıyor. Turchin’in disiplinine herkesin sıcak bakmadığı şaşırtıcı olmasa gerek. Tarihçilerin çoğu, belli bir dönemi eşsiz kılan unsuru anlamak için, bir kültürün elden geldiğince ayrıntılarına inmeye çalışır. Evansville Üniversitesi biliş bilimi uzmanı ve düşünürlerinden Anthony Beavers, “Tarihçiler genelde öykü anlatma eğilimindeler. Bir dizi karakteri ele alıp onları belli bir olgular dizisi içinde izlerler,” diyor. Belli bir konuya odaklanma eğilimindeki tarihçiler doğal olarak, belirli kültürleri salt veri göstergeleri olarak değerlendiren herhangi bir çözümlemeye, kuşkuyla yaklaşıyor. George Mason Üniversitesi’nden Fred Gibbs ile Dan Cohen, İngiltere’de Viktorya döneminde dinsel inancın inişe geçtiği yönündeki yaygın inancın doğru olup olmadığını belirlemek için, Google Books sitesindeki kitaplığı taramadan geçirdi. 19. yüzyılda Birleşik Kırallık’ta yayımlanan her kitabın başlığında yer alan dinsel içerikli sözcükleri tarayan araştırmacılar, 1850 yılından sonra “Tanrı” ve “Mesih” sözcüğünün kullanımında ciddi bir düşüş olurken, dinsel bağlamından soyut tarihsel bir kişiliği temsil eden “İsa” sözcüğünün kullanımında pek bir değişiklik meydana gelmediğini gördü. Ne var ki, Turchin’in yaklaşımı bu tür eğilimleri çözümlemenin daha da ötesine geçerek, tarihte yinelenen dizgelerin saptanmasına çalışıyor. Bir imparatorluğun yazgısının sonuçta toplumsal dayanışmaya bağlı olduğu mantığından yola çıkan Turchin, toplu şiddet adını verdiği olgunun uluslararası savaşlar ve sıradan suçlar dışındaki siyasal cinayetler, ayaklanmalar ve iç savaşlara bağlı ölümlerin yaygınlığını izlemek amacıyla Roma İmparatorluğu, ortaçağ Avrupası ve Çarlık Rusyası gibi üç büyük kültürle ilgili tarihsel kayıtlardan yararlandı. Hayvan nüfus biyolojisiyle ilgili araştırmalarında yararlandığı matematiksel araçları kullanan Turchin, toplu şiddete bağlı ölümlerin her bir kültürde, biri her iki ya da üç yüzyılda bir, diğeri yaklaşık 50 yılda bir yaşanan, iki döngüyü izlediğine tanık oldu. Dahası, Turchin elde ettiği bu verilerin daha uzun döngüyü neyin tetiklediğini açıklığa kavuşturmaya yeterli bulguları da sunduğuna inanıyor. Turchin en olası açıklamanın, yirmi yıl kadar önce George Mason Üniversitesi’nden Jack Goldstone tarafından öne sürülen ve demografikyapısal kuram olarak bilinen gö rüş olduğunu belirtiyor. Bu kurama göre, gönençli (müreffeh) bir toplumda nüfus artışı ya da gelişen teknoloji eninde sonunda bir işgücü fazlasına yol açıyor. Üst sınıfın giderek büyümesi önceleri olumlu bir etki yaratsa da, sonunda toplumun en seçkin bireyleri bile bu nitelikli yaşamın ağırlığını kaldıramayacak bir düzeye geliyorlar. Üst sınıf kendi içinde çatışmaya girdikçe ayrımcılık baş gösteriyor, toplumsal dayanışma azalıyor ve devlet vatandaşlarının denetimini giderek yitirmeye başlıyor. Yaygın şiddet ancak ve ancak bu durumda patlak veriyor. Anarşi insanlar seçkin sınıflardan kopuncaya, büyüme ve gönenç yeniden sağlanıncaya dek hüküm sürüyor. Oldukça düzgün bir öykü, ama doğru mu? Neyse ki, Turchin için bu kuram sınanabilir kestirimleri de beraberinde getiriyor. Kuramda özellikle de toplumsal çöküşün ve yaygın şiddetin, sanıldığının tersine, yaşamın emekçi sınıflar için güçleşmeye başladığı ilk anda meydana gelmediği ve huzursuzluğun ancak bir iki kuşak sonra ortaya çıktığı öne sürülüyor. Turchin üç kültürde yaşanan toplu şiddetlerin zamanlamasını ücretler, toplumsal eşitsizlikler ve nüfus artışı gibi ekonomik göstergelerle işgücü sunumuyla ilgili bir ölçütkarşılaştırdığında tam da böyle bir duruma tanık oldu. Bir sonraki aşamada, Turchin kazıbilim uzmanları tarafından yeraltından çıkarılan biriktirilmiş paraların üzerindeki tarihleri inceledi. İstiflenerek bir yere saklanan paralar, siyasal kargaşanın kusursuz bir göstergesiydiler, çünkü sahipleri bunları büyük bir olasılıkla tehlikeli dönemlerde elden gidecek korkusuyla gizlemiş ve yaşanan şanssız durumlar bu paralara erişimi engellemiş olmalıydı. Turchin iç savaşların ekonomik darboğazların bir iki kuşak sonrasında patlak verdiğini de ortaya koydu. Dahası, aynı düzen aradan geçen 200 yılda ABD için de geçerliydi. Turchin 50 yıllık döngülerin nedenleri konusunda bu denli emin değil. Bu konuda öne sürdüğü en iyi kestirim savaş ve çatışma dönemlerinde yaşayan insanların denge peşinde koşarlarken, dengenin egemen olduğu dönemlerde yaşayanların ortalığı velveye vermeye ve huzuru bozmaya daha eğilimli oldukları yönünde. Tüm bunlar Turchin’in görüşlerinin eleştirmenlerce kabul görmesine yeterli değil. Turchin’e kara çalmaya çalışanlar verilerinin daha uzun döngüler için bile pek de güçlü olmadığına işaret ediyor. Beavers eldeki verilerin gerçekte son derece az olduğuna ve topu topu 5000 yıldır kayıt tutulmakta olduğuna, sonuçta Turchin’in araştırmasının da her bir uygarlıktan yalnızca sekiz tamamlanmış döngüyü kapsadığına dikkat çekiyor. Avusturya Bilimler Akademisi tarihçilerinden Johannes PreiserKapeller de Turchin’in yorumlarıyla ilgili kanıtların kimi zaman yetersiz kaldığına inanıyor. Örneğin, Turchin kuramının kanıtı olarak 9. yüzyılda Çin’de Tang hanedanlığı döneminde nüfusta meydana gelen bir düşüşe parmak basıyor. Oysa PreiserKapeller bu düşüşün gerçek olmaktan çok görünürde bir durum olduğuna, gerçekte devlet gücündeki azalma nedeniyle sayımlar sırasında merkeze uzak yerlerde yaşayanların sayılamadığına dikkat çekiyor. Turchin’in döngüsel tarih kuramı, iklim değişimi, salgın hastalıklar ya da tarihe yeni bir yön veren önemli bir kişiliğin varlığı gibi birtakım olayları da görünürde gözardı ediyor. PreiseKapeller gerçekte yaşananların bu örnek te oluşturulandan çok daha karmaşık, çok daha düzensiz olduğunu öne sürüyor. Turchin ayrıntılara fazlasıyla inmediği yaklaşımının gerçekleri çok basite indirgediğini kabul ediyor, ama bu durumdan pek kaygı duymadığını da belirtiyor. “Herhangi bir örnek, ya kuram olayları basitleştirmek zorundadır. Önemli değişkenleri ancak böyle keşfedebilirsiniz. Asıl sorun kuramın ne denli açıklanabilir ve verilerle sınanabilir olmasıdır. Doğru değişkenlere odaklanıp odaklanmadığımızı da ancak böyle bilebiliriz,” diyor. Tarihin, zaman zaman, tek bir kişinin eylemine bağlı olarak değişebileceğini de kabul ediyor. Örneğin, savaş tarihçileri Napolyon’un bir savaşa katılıyor olmasının zafere ulaşma olasılığını tabur sayısının %30 oranında arttırılmasına eşit bir düzeyde arttırdığını ortaya koydular. Öte yandan, Turchin görünürde tarihe katkıda bulunan birçok unsurun gerçekte bireylere sanıldığından daha az bağlı olabileceğine de dikkat çekiyor. Söz gelimi, Arap Baharı, Tunuslu bir manavın kendini yakmasıyla tetiklenmemiş olsaydı, büyük bir olasılıkla başka bir etken bunu başlatacaktı. Turchin’in haklı olup olmadığını sonunda tarih bizlere kanıtlayacak üstelik, bunun için çok beklemek zorunda da kalmayacağız. Turchin başından beri imparatorlukların yükseliş ve çöküş döngülerinin yıllardır araştırmakta olduğu kemirgen ve böceklerin nüfus döngüleriyle yakın bir benzerlik taşıdığını öne sürüyor. Eğer gerçekten öyle ise, bu döngülerde neler yaşanabileceğini kestirmek de olası demektir. İki yıl önce Turchin ABD ve Batı Avrupa’da önümüzdeki on yıl içinde siyasal bir dengesizliğin yaşanacağı yönündeki kestirimini kamuyla paylaşarak ününü tehlikeye attı. Son araştırmasında Turchin, ABD’de krizin eli kulağında olduğu ve her iki döngünün de 2020 yılında doruk noktasına yaklaşacağı yolundaki öngörüsünü daha somut kanıtlarla ortaya koydu. Yaptığı hesaplamalarda belli bir yanılgı payına da yer veren Turchin, yüzde seksen olasılıkla haklı çıkacağına inanıyor. Turchin’in asıl ilgilendiği konu, daha da belirsiz olmakla birlikte, olası çalkantının gücü. “Zamanın kestirilmesi bunalımın hangi düzeye ulaşacağını kestirmekten çok daha kolay. Sezgilerim bunalımın beklenildiğinden çok daha ciddi bir boyutta olacağını söylüyor. Umarım sezgilerim beni yanıltıryaşayıp görmek gerekiyor,” diyor. Turchin, döngüleri devinime geçiren unsurlar konusunda haklıysa, o zaman bunalımın önüne geçmenin de bir yolu olabilir. Örneğin, yüksek gelirlilere uygulanan vergi oranlarının arttırılması toplumsal eşitsizliğin azalmasına ve seçkinler sınıfındaki büyümenin yavaşlamasına katkıda bulunabilir. Turchin, kendisi de bir göçmen olmasına karşın, ABD’de göç oranlarına bir kısıtlama getirilmesi gerektiğine de dikkat çekiyor ve “Yabancı düşmanı değilim. Ancak kuram göçmenlerin ücretleri düşürdüğüne ve eşitsizlik sorununu daha ciddi boyutlara taşıdığına işaret ediyor,” diye ekliyor. Turchin’in, daha az sayıda insanın üniversite eğitiminden geçmesi gerektiği yönündeki üçüncü öngörüsünün çok daha tartışmalı olduğu söylenebilir. Üniversite derecelerinin geleneksel olarak seçkin sınıfına geçişin bir basamağı sayıldığına dikkat çeken araştırmacı 17. yüzyılın başlarında Avrupa’da ve devrim öncesinde Rusya’da yaşanan toplu şiddetin yüksek okul mezunlarındaki fazlalıkla yakından bağlantılı olduğunu belirtiyor. Böylesine çarpıcı kestirimlerde bulunmayı çok az sayıda tarihçi göze alabilir. Turchin, aynı zamanda, yanıldığının kanıtlanabileceğini söyleyebilecek denli de açık sözlü bir bilim insanı. “Yanıldığımı gözler önüne sermenin en inandırıcı yolu verilere çok daha iyi uyacak alternatif bir kuram öne sürmektir. Bilim dediğimiz tam da budur,” diyor. Rita Urgan, Kaynak: New Scientist, 18 Ağustos 2012 Çaldağı’nın gözyaşları “Bakir kırsal bir alan yeniden doldurulamaz; öncülerinin yaşadığı değişiklikler yeniden yaratılamaz; yabancı bitkiler, hayvanlar ve kuşlar tarafından istilası tekrar edilemez”. G. GuthriSmith Salih Özbaran, emekli tarih profesörü karşılaşılabilecek felaketlerin temel nedeni olabilecekti. “Anadolu’yu vermeyeceğiz”, “Çaldağı’nı çaldırmayacağız” diye nöbet tutanların, yurt sevgisiyle HES (hidroelektrik santralı) dağıtımına karşı göğüs gerenlerin, doğa güzelliğini içselleştirmiş olanların çığlıkları geliveriyor gözümün önüne; kulaklarımı çınlatıyor “Büyük Anadolu Yürüyüşü”yle Ankara’ya seslerini duyurmak isteyenlerin feryatları.. Onları Ankara’ya sokmak istemeyenlerin engellemeleri gözümün önünden gitmiyor. Halkın doğa için mücadele gücünün arttığını görüyor ve umutlanıyorum; üstünde yaşadığımız toprakların, nefes saçan ormanların, ırmakların, mavi sularına uzandığımız denizlerin içten içe canlanan bir bilinçle korunacağına inanıyorum. Konuya duyarlı Ozan Yayman’ın 10 Aralık 2012 tarihli Cumhuriyet Ege’de yansıttığı, yetkililerin madenin uygulanan yöntemlerle çıkarılmasının “yöre halkının savunduğu” iddiaları Turgutlu halkı üzerinden rant toplamaktan başka birşey değildir; Kasabalıyı o yönde damgalamaktır; ben oranın çocuğuysam eğer, beni çiğnemektir. İnsani değerlerin ve doğa bilinci taşıyanların her zaman var olduğunu ve olacağını anımsatanlar umutlandırıyor beni. İşte o bilinç örneklerinden bir tanesi daha görünüverdi Kasaba’dan. 25 Kasım 2012 tarihinde “devleti göreve çağırıyoruz” diye seslenen TURÇEP’ten (Turgutlu Çevre Platformu’ndan); tavırlarını doğaseverlik üstüne kuran bilginlerden, çevre değerlerine saygılı Kasabalılardan. Ama herşey politikacıların insafına terkedilmiş; sermayenin keyfine bırakılmış. Ne var ki o politikacılar ve sermaye sahiplerinin çocukları, torunları ve sevdikleri, panzehiri aramaya kalkıştıklarında, kayıpları bulmaya kalkıştıklarında vakit çok geç olabilir. Geliniz, bilge kişi Bozkurt Güvenç’in 7 Şubat 2011 tarihli Cumhuriyet’te anımsattıklarına kulak verelim; iklim değişmesi, ısınma, kirlenme, nüfus artışı, yenilenebilir enerji, doğal afetler, tüketim ve tükenme, KuzeyGüney, DoğuBatı, varlıklıyoksul üstüne temellendirilmiş sorunları dile getiren bir konferanstan sonra ortaya konan sonuçlara kulak verelim: a)Bilişim devrimiyle “sınırsız” bir dünyadan sınırlıya geçiyoruz. b)Dünya liderleri ‘yaklaşan sonumuzun’ ivmesini kavramak” zorunda. c)İnsanlığı aydınlatacak “yeni bir sosyal bilime” acil ihtiyaç var. Yazımı bitermek üzereyken son zamanlarda televizyon ekranlarında kimilerinin iç B 2020’DE DORUK NOKTASI u altın sözcükler 1921’de Yeni Zelanda’nın haritadan silinmiş olan Terra incognita (bilinmeyen topraklar) bağlamında dile getirilmiş; Alfred W. Crosby tarafından Dünya Benimdir (Kitap yayınevi, 2004) eserine işlenmiş. Gediz’in bağrında tüm görkemiyle doğayı süsleyen ama bir süredir kanayan Çaldağı’yla ilgili olarak zamanımızda kimi bilgiçlik taslayanların kesilen ağaçların, yokedilen ekosistemin maden çıkarma pahasına aynen başka yerlerde oluşturulabileceğine ilişkin aldatıcı söylemlerine karşı, yüzyıl öncesinden yapılan bir uyarı bu. Bunlara kulak veren hemşehrilerimin, sorumluluklarıyla avazları çıktığı kadar bağıran ve uyaran bilginlerin, sivil toplum örgütlerinin, doğa severlerin ve duyarlı kimi basınyayın temsicilerinin dile getirdikleri ağaç katliamı, ova, bağ, bahçe tahribatı, asit yayılması, canlılara yönelik tehdit olmak üzere sıralanabilecek onlarca tehlikeden sadece birkaçı. tenlikle, kimilerinin ellerine yakışmayan kürekleriyle fidanların dibine toprak atarken sergiledikleri manzaraları anımsadım. Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın televizyon ekranlarında durmaksızın yinelenen “Orman, su varsa hayat var” reklamı kulağımın dibinde; ormanlardan yılbaşı için ağaç kesmek isteyenlere karşı uyarısı öte yanda. Bir yerlerde görünen “kıyamet kopuyorsa dahi elinizdeki fidanı dikiniz” afişini hatırladım; başka bir yerde de Fatih Sultan Mehmet’in söylediği rivayet edilen “ormanlarımızdan bir ağaç kesenin kellesini keserim” emrini gözümün önüne getirdim. Çaldağı’nda nikel çıkarma işlemini İngilizlerden satın alan VTG “Türk” şirketince yakın zamanda Ahmet Çınar’ın (Bağımsız, sayı 6, 2013) ve Melis Alphan’ın (Hürriyet, 9 Mart 2013) uyarıcı GERÇEKLİĞİ AŞIRI BASİTLEŞTİRME TOPLU ŞİDDETİ İZLEMEK CBT 1360/ 10 12 Nisan 2013 ÇALDAĞI’NIN GÖZYAŞLARI CBT 1360/ 11 12 Nisan 2013 Bu girişimini bir orta yaş bunalımı olarak nitelendiren Turchin, “40 yaşımı devirmiş, hayvan nüfusu dinamikleri konusunda belli bir yetki ve üne kavuşmuştum. Matematiksel birikimimi yepyeni bir alana taşımanın zamanı geldiğini düşünüyordum,” diyor. O güne dek matematiğin bulaşmadığı tek alanın tarih olduğunu fark eden Turchin kolları sıvadı ve bildik bir süreçle savlar ortaya atarak onları sınamaya koyuldu. Sürecin başlangıcı 15 yıl öncesine dayanıyor. Turchin ABD’DE İSYAN VE ŞİDDET OLABİLİR Neden uluslararası bir şirketin ya da onların Türkiye’deki uzantılarının çıkarı için “memleketimin Çaldağı” ve çevresinin olası bir felaketle karşı karşıya bırakılması nomal sayılabiliyor bir iktidar için? “Batı”nın sömürgecilik tarihi bilinirken; doğanın ve antik uygarlıkların biraz ham nikel satmak uğruna yuvalarına yapılabilecek tahribatın ölümcül sonuçlarını düşünemiyorlar mı? Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti değil miydidi, Somali’deki kuraklığın yol açtığı perişanlığa, açlığa, sayısız çocukların ölümlerine karşı yardım elini uzatan? 13 Şubat 2010 tarihinde Katar’ın Sheraton otelinde yapılan ABDİslam Dünyası Forumu’nda “ey insanlık neredesin” dememiş miydi Başbakan? Ve Arap dünyasında diktatörce yönetimlere karşı ayaklanmalar dolayısıyla “yeraltı ve yerüstü zenginliklerinin” o ülkelere ait olduğunu ilan etmemiş miydi? Ama, ne gariptir ki o hükümet, Somali ziyareti günlerine denk düşen bir zamanda, 17 Ağustos 2011 tarihli Kanun Hükmünde Kararnâme ile doğal sitleri ve tabiat varlıklarını bir genel müdürlük ihdasıyla kendi komutası altına alıverdi; 10 Ağustos 2010 tarihinde bir gece yarısında alelacele çıkartılan maden yasasının ardını getiriverdi. Oysa susuzluk Türkiye’nin de sorunuydu; doğa yıkımının yaratabileceği yoksulluk, kesilecek ağaçların kurutabileceği tabiat, asitlerin açacağı zararlar bu ülkenin de derdiydi; “EY İNSANLIK NEREDESİN” ! yazılarından sonra duyurma gereği duyduğu “Kesilecek toplam ağaç adedi 168.986 olup karşılığında dikilecek ağaç adedi 547.000’dür” lafları benimle, hemşehrilerimle, sorumluluk duyanlarla dalga geçmek gibi geldi bana; yüreğimi bir kez daha yaraladı. Ama ben ağaç sevgisinin kıyamet öngörüsüyle, ölüm fermanıyla veya durmadan parıldayan reklamlarla kazanılamayacağını, Osmanlı’nın muhteşem yüzyıl yasasında (Kanunnâmei Âli Osman’da) kayıtlı odun kesiminin Padişah Sarayı (Sarayı Hümayun) için sınırlı tutulduğu yolundaki anımsatılmasının fazla bir şey ifade etmediğini çok iyi biliyorum. Güya doğayı korumaya yönelik hazırlanmakta olan yasa tasarısını da kuşkuyla karşılıyorum. Çünkü şu an memleketim Kasaba’nın/Turgutlu’nun Çaldağı’nda modern testerelerle kesilip devrilen sayısız dev ağaçların döktüğü gözyaşları bana, 2013’de ulaştığımız/ulaşamadığımız uygarlık düzeyini çok güzel anlatıyor.