Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ZÜMRÜTTEN AKİSLER A. M. Celal Şengör yarı aşmayacak. Fakat Rostock MaxPlanck Demografi Araştırmaları Enstitüsü (MPIDR) bunun doğru olmadığını, kısa bir durgunluktan sonra dünya nüfusunun yeniden artmaya devam edebileceğini iddia ediyor. Şu sıralar dünyamızdın nüfusu 7,1 milyar civarında. MPIDR araştırmacısı Oskar Burger’in, John DeLong (Yale Üniversitesi) ve Marcus Hamilton (New Mexico Santa Fe Enstitüsü) ile birlikte gerçekleştirdiği model hesaplamaları, enerji ve gıda üretimindeki küçük oynamalarla bile nüfusun on milyarlık sınırına aşarak yeniden artabileceğini göstermiş. Birleşmiş Milletler’in üst sınırı istikrarlı bir denge olmaktan çok uzak diyor Burger. Nitekim popülasyon modeli, nüfus artışının önemli ölçüde kişi başına düşen enerji sarfiyatına bağlı olduğunu gösteriyor. Daha fazla kullanılabilir enerji bulunduğunda bu ekonomik gelişmeyi etkileyerek, doğum oranlarını yükseltiyor. Kullanılabilir enerji tüm dünyada azaldığı zaman, dünya nüfus artışı da duruyor. Bu açıdan bakıldığında model, Birleşmiş Milletlerin (doğum oranlarının yakın gelecekte düşmeye devam edeceğine dayanan) tahminiyle örtüşmemekte. On milyarlık nüfusta gerçekten de sıfır büyüme beklenebilir. Nüfus büyüklüğü kişi başına yeterli enerji bulunduğu takdirde bu seviyede kalabilir. Fakat bu da tam olarak doğru çıkmayabilir. Sonuçta dünya nüfusu 1960 yılından bu yana dünya genelindeki kullanılabilir enerji miktarına orantılı değil, daha fazla büyüdü diyor Burger. Bu yüzden kişi başına düşen enerji miktarı düştü ve gelişme halen devam ediyor. Hatta son elli yılda dünya nüfusu dengeli büyümeden iyice uzaklaştı diyor MPIDR araştırmacısı. On milyarlık nüfusta yeterli enerji olmadan gerçekten de sıfır büyümeye ulaşılacak olursa, rezervlerde ya da toplumların davranışlarındaki en küçük değişimler bile, aniden önemli bir farklılık yaratabilir. Enerji ve nüfus artışı arasındaki bağlantı değişse bile on milyarlık seviyenin istikrarı garanti değil. BM hesabının en olumsuz tarafı, sıfır büyüme için istikrar analizlerinin ilkede mümkün olmaması. Çünkü bu tür bir analiz için, sadece zamana bağlı nüfus artışı (diğer nedensel kanıtlar olmaksızın) yeterli değildir diyor Burger. BM modellerindeki nüfus oranı, ulaşılabilir enerjiden tamamen bağımsız olarak hesaplandı. Oysa bunun yerine, nüfus artışının en azından enerji sarfiyatına göre belirlendiği dinamik bir model gerekli. Tabii doğal kaynaklar, ekonomi, kültür ve politik etkiler gibi diğer dinamikler de dikkate alınmalı. Ancak bu şekilde insanlık için gerçekten de süreğen bir büyüme sınırı olup olmadığını söyleyebiliriz diyor araştırmacılar. Nilgün Özbaşaran Dede Ahmet Hakan Bey’e Cevabım Geçenlerde (3 Mart) Hürriyet gazetesi yazarlarından Ahmet Hakan Coşkun Bey, bana hitaben bir yazı yayımladı. Aşağıya aynen alıyorum: “Antropoloji bilimdir, Atatürk zamanında kafatasları o yüzden ölçülmüştür’” diyen ünlü bilim adamı Celal Şengör’e sesleniyorum: Madem öyledir hocam... Sizin kafatasını şöyle bir ölçsek... Ardından da bilimsel bir toplantıda sizi örnek olarak gösterip “İşte Celal... Tipik bir Türk... Kafatası ölçüsü şudur, aslan gibidir, beyaz ırktandır” falan diye teşhir etsek? Ne dersiniz? Bir şey daha söyleyeceğim Celal Şengör Hocam... Antropoloji tabii ki bilimdir... Ama bir zamanlar ırkçılığın hizmetine girmiştir... Aksi takdirde ‘ırkçı antropoloji’ diye bir kavram neden ortaya çıksın ki?” Ben de bir konferans için gittiğim Gümüldür’den döner dönmez kendisine aşağıdaki cevabımı yayımlanması istirhamı ile yolladım. Ancak cevabım Ahmet Bey’in köşesinde yer bulamadı. Belki de Milliyet’te olanlara bakıp, patronunu ve genel yayın müdürünü düşünerek yazımı köşesine almamıştır. Ama bana sorduğu önemli sorunun cevapsız kalmasını istemem. Onun için cevabımı burada (bana sürekli açık olan yegâne köşe olan kendi köşemde) aynen Ahmet Bey’e yolladığım şekliyle yayımlıyorum. “Muhterem Ahmet Bey, Antropoloji konusundaki yazınızı cevapsız bırakmak istemedim: Benim kafatasımı istediğiniz gün gelip ölçüp bir toplantıda teşhir edebilirsiniz, ama bu bir Türk'ün kafatasıdır diyemezsiniz, zira antropoloji buna izin vermez. Kabaca hangi ırktan olduğumu ise söyleyebilirsiniz ve bu ırkın pek uzun zamandan beri Anadolu topraklarında yaşadığını belirtebilirsiniz. Atatürk döneminde yapılan işte bundan ibarettir. Ama benim Türk olduğumu (veya olmadığımı) söylemenin başka antropolojik yolları vardır. DNA'ma bakarsınız ve Türkiye'deki DNA bankası ile karşılaştırabilirsiniz. O zaman teşhis daha doğru olur. Kan grubum da size hangi insan grubu içinde olduğumu söyleyebilir. Bugün antropolji kan gruplarını kullanarak insan gruplarının eski göç yollarını çıkarmaktadır. Antropoloj bir zamanlar ırkçılığın hizmetindeydi demek (ırklar arasındaki farklılıkların incelenmesi bugün dahî antropolojinin konusu dahilinde olmasına rağmen), fizik bir zamanlar toplu katliamların hizmetindeydi veya kimya gaz odalarındaki ölümlerden sorumluydu demeye benziyor. Bu muhakeme tarzını ve sayın başbakanın saldırgan bilgisizliğini desteklemeyi size yakıştıramadım. Unutmayınız her tabii nesne tabiat bilimlerinin konusudur. İnsan dahil. Sanırım antropoloji bilimine bir özür dileme borçlusunuz. Bir İzmir seyahati nedeniyle geciken bu notumu köşenizde yayımlanması istirhamı ile yolluyorum. Her zamanki gibi sevgi ve selamlarla. Celal Şengör” Geçen haftamki yazım da aslında bu konudaydı. Ahmet Bey’e cevaben devam edersem, “ırkçı antropoloji” diye bir kavram yoktur; antropolojinin ırkçılığın hizmetinde kullanılması konusu vardır. Biyoloji de aynı maksada hizmeten kullanılabilir ve kullanılmıştır da. Keza paleontoloji de aynı amaca hizmet için kullanılabilir. Hatta benim Cuvier (17691832) hayranlığım, inançlı bir Katolik olan sevgili dostum Prof. Xavir Le Pichon’un protestosuna sebep olmuştu. O kadar ki, Xavier bu tartışmamızı, din hakkında yazdığı bir kitaba (Aux Racines de l’Homme: De la Mort à l’Amour: Presses de la Renaissance, Paris, 1997) dahî taşıdı. Xavier’nin itirazı, Cuvier’nin yaptığı hayvanlar sınıflamasında zencileri, beyazlardan bir kademe aşağıda gösteriyor olmasıydı. Kendisine tenkit ettiği bilimin 18. yüzyıldaki bilim olduğunu söylemem de fayda etmedi, zira, kuşkusuz sevgili dostumun aklında Aziz Augustinus’un, tüm ırkların Âdem ile Havva’nın çocukları olduğu, dolayısıyla aralarında kademe farkı aramanın bizlerin işi olmaması gerektiği telkini vardı. Yıllar sonra ben Collège de France’ta profesörken, Xavier’ye Cuvier’nin mezarının Panthéon’a nakledilmesi gerektiğini, bu konuda başlatılacak bir projeye destek verip vermeyeceğini sormuştum. Yukarıdaki nedenle destek vermeyeceğini söylemesi beni gerçekten çok şaşırtmıştı. Ancak Xavier’ye en güzel cevabı, Prof. Richard Dawkins’in kendimizden daha az marifetli olan canlılara karşı birbirimize olandan daha çok sorumluluklarımız olduğu, onların yaşamına ve mutluluklarına katkı yapmanın ahlakî bir görev olduğu sözleri oluşturur. Ben Xavier’nin dini inançları nedeniyle Cuvier’yi tenkit etmesini doğru bulmuyorum. Doğru olan Dawkins gibi “insancıl” bir şekilde düşünmektir. Bilim bize herhangi bir zamanda, verilerin sağladığı en doğruyu bildirir. Bu hakikaten doğru demek değildir. İşte onun için “altın kural”a ihtiyacımız vardır: Kendine yapılmasını istemediğini başkasına yapma. Bu kural, tüm dinlerin ahlak öğretilerinden daha güçlü ve daha insancıldır. Bu yazımı, Atatürk’ün 1924’te Samsun’da söylediği şu çok önemli sözlerle bitireyim: «Bilhassa nazarı dikkatinizi celbederim. Tehdit esasına dayanan ahlak, bir fazilet olmadıktan başka itimada da şâyan değildir.» İşte bu yüzden, dinlerin toplum yaşamına en çok egemen olduğu dönemlerde ahlak zafiyeti de tepe yapmıştır. Fosiller Ohio ve Indiana’da bulunmuş. Bu deniz canlıları yan yana ölmüş ve aynı kayaç üzerinde bulunmuş olmalarına rağmen, çeşitli türler farklı renklerde korunagelmiş. Bazıları mavimsi gri, bazıları bej diğerleri ise koyu gri renginde. Bu tür renk farklılıkları aslında yüz yıl önce fark edilmişse de kimse bunları ayrıntılı bir şekilde incelememişti diyor Christina O’Malley. Günümüzde yaşayan deniz zambaklarındaki zehirli bileşimler, onları canlılar tarafından yenilmekten koruyan zehirli maddeler olarak üretildiği bilindiğinden, araştırmacılar hayvanların bu etkiden milyonlarca yıl önce yararlanmaya başladıklarını tahmin ediyorlar. Fosil boyar maddeler ya da daha doğrusu sadece elektron mikroskobuyla görünür kılınabilen pigment taneciklerinin izleri, bazı tüylü dinozorların görünüşleri hakkında bilgi veriyor. Hatta ölmüş hayvanların etkinlikleri ve beslenme biçimleri hakkında bile. Bilim insanları bunun için dinozorların hayattaki en yakın akrabalarını incelemişler. Kuşlarda belli başlı cilt hücreleri tarafından üretilen ve tüylerin oluşumu sırasında bunların içine itilen çubuk biçimindeki melaninler siyah renkten sorumlular. Melaninin diğer bir biçimi ise kahverengi ve minik küre görünümünde. Melanin tanecikleri arasındaki farklılıkları bilim insanları şimdi tüylü dinozor fosillerinde de saptadı. Yale Üniversitesi’nden Jakob Vinther bu şekilde en küçük dinozor olarak bilinen “Microraptor”un tüy rengini belirlemiş. Anlaşıldığı üzere karga büyüklüğündeki yırtıcı dinozorun tüyleri siyahtı ve bazı yerlerde karganınki gibi metalik olarak parıldıyordu. Bu etkiden de ışığı çok iyi yansıtan ve kiremit gibi sıralanmış melanin tanecikleri sorumlu diyor bilim insanları. Eğer 130 milyon yıl önce ormanlarda avlanmış olan Microraptor gerçekten de siyah tüylüydüyse o halde daha önce tahmin edildiği gibi gece değil gündüz etkin olan bir canlıydı. Diğer analizler sayesinde Archeoperyx olarak bilinen ilkel kuşun da siyah tüylü olduğu düşünülüyordu. Ancak siyah renk sadece tek bir tüyle kanıtlandığı için hayvanın tüm bedeninin siyah olup olmadığını kesin olarak söylenemiyordu. Brown Üniversitesi’nden Ryan Carney, daha sonraları 150 yıllık bir fosili taramalı tünelleme mikroskobuyla inceleyerek melanosom izlerine ulaştı. Ve analizler, Archeoptryx tüylerinin yüzde 95’lik olasılıkla siyah olduğunu göstermiştir diyor Carney. Birleşmiş Milletler’in tahminlerine bakacak olursak dünya nüfusu yüzyılın sonuna dek on mil 2100 yılında dünya nüfusu on milyarı geçecek CBT 1356/ 7 15 Mart 2013