27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Bilim kadını, mesleği ile ailesi arasında sıkıştı Bilim, kurumsal olarak cinsel ayrımcılığının en belirgin olduğu alanlardan biri. Geçmişe göre ciddi kazanımlar elde etmelerine karşın, bilim kadınları hâlâ erkeklerden daha az kazanıyor, daha yavaş terfi ediyor, daha az araştırma bursuna layık görülüyor ve aynı nitelikteki erkeklere göre akademik çalışmalarını bırakma oranı daha yüksek. Bu eşitsizliğin kökleri, örtülü veya açık cinsel önyargılar, çocuk bakımı, aile sorumluluğu, erkeklerin yılların egemenliğini kaptırmak istememeleri gibi nedenlere uzanıyor. Uzmanlara göre son yıllarda bilim dünyasında kadın erkek arasındaki ayrımcılığın giderilmesi yönündeki çabalar neredeyse durma noktasında. de kadına yüklenen rollerin (yemek yapma, bulaşık yıkama, çamaşır yıkama, ütü yapma, ev temizleme, giysi onarımı) araştırma kapsamına alınan kadınların çoğunluğu tarafından yerine getirildiği, evin onarımı, alışveriş, fatura ödeme gibi işleri ise daha çok evde bulunan erkeğin (eş ya da baba) yaptığı görülüyor. Araştırmanın sonuç kısmında ise özetle şu önerilere yer veriliyor: Üniversitelerde, araştırma görevlilerine işle ilgili düzenlemeler yapılırken ve sorumluluklar verilirken, cinsiyetlerine bakılmaksızın eşit ve hakkaniyetli davranılmalı. Kadınlarda iş ve aile yaşamındaki rol artışı nedeniyle ortaya çıkan sorunların önlenmesi için geleneksel yapının değişimi ve gelişimine yönelik yazılı ve görsel basın aracılığı ile sürekli toplumu bilgilendirme programlarının düzenlenmeli. Eğitim kurumlarında, toplumsal cinsiyette eşitlik ilkesini benimsetici konuların anaokulundan başlamak üzere tüm örgün eğitim programları içine entegre edilmeli. Kadın Bilimciler Avrupa Platformu Başkanı Brigitte Mühlenbruck ise bu yolda bazı önlemlerin işe yaradığına inanıyor. Esnek çalışma saatleri, çocuk bakımını kolaylaştıracak destekler ve önyargısız istihdam gibi yöntemlerin fayda sağladığını söyleyen Mühlenbruck şöyle konuşuyor: “Şeffaf, demokratik ve ırkçılığı reddeden akademik bir kültür tüm bilim insanlarına fayda sağlayacaktır.” B ilim kadınlarının 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü nasıl kutladıkları, geçmişi nasıl değerlendirdiklerine bağlı olarak değişir. Kadın hakları konusunda pek çok engel aşıldı, ancak bu başarılara karşın bilim dünyasında bu yönde ilerlemenin yavaşladığı, hatta durduğu söylenebilir. Bilimde de, diğer kurumlarda olduğu gibi insanı karamsarlığa sürükleyen bir cinsiyet ayrımcılığının devam etmekte olduğu görülüyor. ABD ve Avrupa’da temel bilimlerde ve mühendislik dallarında doktora derecesini tamamlayanların yarısı kadın olmakla birlikte, profesörlüğe yükselenlerin beşte biri kadın. Bu oran Türkiye’de 20102011 yıllarında %27 civarında. (Bknz tablo 1). Yeni kurulmuş teknoloji şirketlerinin bilimsel danışma kurullarında görev yapan kadınların sayısı %10’lar civarında. İlerleme niçin yavaşlamış, hatta durma noktasına gelmiş olabilir? Çocuk yetiştirme pek çok kadının kariyerinde ilerlemesini olumsuz etkiliyor. Ancak bu çözülmeyecek bir engel değil; kuramsal olarak politik desteklerle ile –kreşler, esnek çalışma saatleri, yerleşke içinde lojmanlar vb.. kolayca halledilebilir. Ne var ki en gelişmiş politik destek bile daha sinsi ilerleyen ikinci sorunu çözemez. Açıkça dile getirilemeyen, insanların içlerine işlemiş olan bu sorun örtülü veya açık cinsel önyargı. İronik olan, bilim kadınlarının dahi kendi hemcinslerine karşı önyargılı olması. Bilim kadınlarının bilimsel başarıları, politik sistemlerden beslenir. Komünist Çin’de kadın ve erkekler bilim önünde son günlere kadar oldukça eşit konumdaydı. Çin’in son dönemlerdeki kapitalist dünyaya açılma politikaları bu dengeyi bozdu. Yurtdışında bilimsel araştırmalarını sürdüren genç erkekleri geri çağıran yönetim, bilimsel pozisyonlarda erkekler lehine bir durum yarattı. Bu da gelecekte, kadın erkek dengesini bozacak bir zemin hazırlıyor. Politik spektrumun diğer ucunda yer alan Portekiz’in 20. yüzyıl diktatörlüğü, kadın profesörler için sağlıklı bir denge yaratmıştı. Ne yazık ki bu yaklaşımın altında çarpık niyetler vardı; bu görevlerde kazançların düşük olması, düşmanca dış politikalara bağlı olarak üniversite mezunu gençlerin sömürge savaşlarına gönderilmesi gibi... Bu genç erkeklerin çoğu yurtdışında yaşamayı tercih ettikleri için akademik pozisyonları kadınlara terk etmişlerdi. Portekiz 1974 yılında demokrasiye kavuştuğu zaman, rol modelleri yerlerini korudu ve 1990’larda bilime yatırım yapmaya hız verdiklerinde kadın erkek arasındaki bu sağlıklı denge devam etti. Olgun demokrasiler bile bu kaygı verici cinsiyet ayrımcılığına ne yazık ki engel olamıyor. Pek çok meslekte olduğu gibi akademik kariyerin her basamağında erkek egemenliği kendini sağlama almış durumda. Bu, bilimsel dergilerin yazı işlerinden, araştırma fonların dağıtımından sorumlu kurumlara, akademik seçim komitelerine kadar geçerli bir olgu. Kadınlar bu alanlarda pek varlık gösteremiyor. Bu durum, bilimin erkeklere ait olduğu yönündeki bilinçaltı düşüncesini pekiştiriyor. Bu görünmez duvarın yıkılması için çeşitli yollar var ve başarılı olmak için bunların hepsi denenmeli. Ve bu denemelerden alınan sonuçlar yayımlanmalıdır ki diğerlerine de örnek olsun. POLİTİK SİSTEMLERİN ETKİSİ Üniversitelerin yoğun çalışma temposuna ayak uydurmakta zorlanan kadınların özel sektörde de şansı yaver gitmiyor. ABD’de yapılan bir çalışmaya göre sanayide çalışan araştırma uzmanlarının yalnızca % 25’i kadın. Ayrıca bu kadınların yalnızca yarısı kendine iş kurma girişiminde bulunuyor. Patent alan kadınlar ise yalnızca % 40. Daha da kötüsü yeni kurulan biyoteknoloji şirketlerinin bilimsel danışma komitelerinde çalışan bilim kadını sayısı yalnızca %10.2 civarında. Kural olarak danışma kurullarında çalışacak bilim insanlarına şirket kurucuları tarafından davet gönderilir. Nature’dan Ali son McCook’un düşüncesine göre erkekler “erkekler kulübü” atmosferini tercih ettikleri için kadınları bu komitelerde çalıştırmaya pek de sıcak bakmıyorlar (Kaynak: Busted! 6 Pervasive Gender Myths). KADINLARDA BEYİN GÖÇÜ nifer Raymond, kadınların bilimsel görevlere seçilmemesinin altında bilinçaltındaki bu önyargının yattığına inanıyor. Aslında kadınların bilime duyduğu ilgi, kültürel ortamdan da etkileniyor. 2009’da yine Proceedings of the National Academy of Sciences dergisinde yayımlanan bir başka araştırmaya göre bir ülkede kadın erkek ayırımcılığı ne kadar büyükse, kız ve erkek öğrenciler arasında matematiksel yetenek farkı da o kadar büyüktür. Bu da bu konuda biyolojinin değil, kültürün etkili olduğunu gösteriyor. 2012’de aynı dergide yayımlanan bir başka çalışma ise öğretim üyeleri arasında da kadınlara önyargı ile yaklaşıldığı gerçeğini ortaya koyuyor. Raymond bu önyargıların oluşmaması veya silinmesi için bazı önlemlerin alınabileceğini söylüyor. Örneğin herhangi bir bilimsel pozisyon için “kör” atama/seçim uygulamasına geçiş gibi... Raymond bu konuda şöyle konuşuyor: “Kadınlara başarılı olmaları için imkan tanındığı takdirde, başarılı bir bilim insanının mutlaka erkek olması yönündeki klişeler de ortadan kalkacaktır.” (The Most Destructive Human Behavior) Cinsiyet ayrımcılığına karşı önerilen çözümlerden bir de kotalardır. Akademik terfilerde genç bilim kadınlarının görev alması için konan kotalar yararlı stratejilerdir. Bu görüşe karşı çıkanlar profesörlük gibi üst akademik pozisyonlara kadın kotaları koymanın vasat kadın adayların terfi ettirilmesinin yolunu açacağını iddia ediyor. Ancak karşı görüştekiler, burada bir muhakeme hatası yapıldığına dikkat çekiyor. Kadın ve erkek eşit yeteneklere sahiptir; eğer erkekler üst düzey pozisyonların çoğunluğunu elinde tutuyorsa, bu koltukların çoğunu da vasat erkekler dolduruyor demektir. Bu noktada şu soru öne çıkıyor: Vasatlık erkeklerde daha mı kolay kabul görüyor? Kotalarla ilgili bir diğer eleştiri de karar alma yetkisi olan kurullara uygulanan kotaların, halihazırda üst pozisyonlarda bulunan birkaç kadının yükünü arttırmaktan başka bir işe yaramadığı yönünde. ÖNERİLER VE ÖNLEMLER KOTALAR YARAR SAĞLAMIYOR CBT 1356/ 10 15 Mart 2013 2005 yılında Harvard Üniversitesi’nin o dönem Başkanı Larry Summers, kadınların bilimde yeterli ölçüde temsil edilemiyor olmasını, bilimsel yete CBT 1356/ 11 15 Mart 2013 DOKTORANIN DEVAMI GELMİYOR neksizliklerine bağlıyordu. Bilim dünyasında büyük tartışma yaratan bu iddiaya karşın, kadınların doktora eğitiminin gerektirdiği çalışma temposuna zorlanmadan ayak uydurduğu görülüyor. Nature dergisinden Helen Shen’in belirttiğine göre ABD’de doktora derecesini tamamlayan öğrencilerde kadın erkek sayısı eşit olmakla birlikte, doktorasını aldıktan sonra akademik çalışmalarına devam edemeyenlerin sayısı kadınlarda daha yüksek. Shen, 2006 yılında İngiltere’de kimya doktorası yapan öğrenciler üzerinde yapılan bir araştırmaya dayanarak, kadınların akademik çalışmalarını yarıda kesmelerinin nedenlerine açıklık getiriyor: Kadın öğrencilerin % 70’i doktora programlarının ilk yılında kariyerlerini bilimsel çalışmalarla sınırlı tutacaklarını belirtiyorlar. Üçüncü yılda, bu oran % 37’ye düşüyor. Bu arada üçüncü yıl öğrencisi olan erkeklerin % 59’u tam zamanlı araştırmacı olmak istediklerini açıklıyorlar (Kaynak: The 10 Most Surprising Sex Statistics). Bu konu işaile yaşamı dengesiyle ilgili. PLOS ONE dergisinde yayımlanan bir araştırmaya göre bilim kadınları erkek meslektaşlarından daha az sayıda çocuk sahibi oluyor. Hatta daha fazlasını isteseler bile az sayıda çocuk doğuruyorlar. American Scientist dergisinin Mart/Nisan sayısında yayımlanan bir analize göre bilim kadınlarının mesleki yol çizgisi, çocuk sahibi olmadan önce erkeklerle aynı doğrultuda seyrediyor. Fakat çocuk bakımının ve laboratuvar çalışmalarının birbiriyle çatışması, çocuk sahibi olmak isteyen kadınların, erkeklerin iki katı bir hızda akademik çalışmalarını bırakmalarına yol açıyor. MIT’den moleküler biyolog Nancy Hopkins’e göre kadınlara bilimsel danışma kurullarında görev verilmemesinin nedeni yalnızca davet edilmemeleri. Scripp Araştırma Enstitüsü’nden Paul Schimmel ise kurulda çalışmanın çok zaman aldığını –konferanslar, email’ler, yolculuklar, okunması gereken raporlar ve kadınların ev işlerinden zaman bulup bütün bu işleri yapamadığını söylüyor. Ne var ki araştırmalar kadınların yeterli oranda temsil edilmemesinin nedeninin zaman meselesi değil, davet edilmeme meselesi olduğunu gösteriyor. Geçen yıl MIT’den yaşam bilimleri araştırmacısı Fiona Murray, Berkeley’deki Kaliforniya Üniversitesi’nden Toby Stuart ve Maryland Üniversitesi’nden Waverly Ding’in yürüttüğü bir araştırmaya göre hem kadın hem de erkek bilim insanları, genellikle PhD derecelerini aldıktan ortalama 20 yıl sonra bu kurullarda görev alıyor. Doğal olarak o yaşlarda çocuk yetiştirme sorumluluğu bitmiş oluyor. Bu da aile yükümlülüklerinin kadını bu kurullarda görev almaktan alıkoymadığının en belirgin göstergesi. Stuart’a göre bu ayrımcılığın en önemli nedeni erkeklerdeki bilinçaltı önyargı. Cinsiyet ayrımcılığı ile ilgili en şaşırtıcı bulgu bu davranışın maksatlı yapılmıyor olması. Bilim insanları bir insanın bilinçaltı önyargısının derecesini ölçmek için Örtülü Çağrışım Testi denilen deneyden yararlanırlar. Kadınların bilim alanındaki konumlarını tartmak için 2009 yılında yapılan bir araştırmada “kadın” veya “erkek” sözcükleri ile “astronomi” veya “fizik” sözcükleri arasında nasıl bir çağrışım kurabildikleri soruldu. 34 ülkede yapılan araştırmada sorulara yanıt verenlerin % 70’i erkeği çağrıştıran terimleri bilimle eşleştirdi. Araştırmanın sonuçları Proceedings of the National Academy of Sciences dergisinde yayımlandı. Stanford Üniversitesi’nden nörobiyolog Jen KADINLAR TERCİH EDİLMİYOR Derleyen: Reyhan Oksay Kaynak: http://www.nature.com/news/womeninsciencehttp://www.nature.com/news/womeninbiologyb a r r e d f r o m t h e boardroomhttp://www.nature.com/news/scienceforall http://www.higheredusci.org/text.php3?id=1555 www.livescience.com/27682womenmen http://eprints.sdu.edu.tr/221/ Feryal Özel’e ödül Arizona Üniversitesi, Fizik Bölümü’nde çalışmakta olan Türk astrofizikçi Dr. Feryal Özel, Amerikan Fizik Derneği’nin 2013 Maria Goeppert Mayer ödülü ile ödüllendirildi. Feryal Özel özellikle nötron yıldızlarının astrofiziği üzerine yaptığı çalışmalar ile tanınıyor. Ödülü almasındaki önemli etken, nötron yıldızlarının özel bir türü olan “magnetar”lardan gelen Xışınlarına dair yaptığı kuramsal açıklamalar oldu. Her yıl American Physical Society iki özel ödül verir; biri kariyerlerinin erken dönemlerindeki kadın fizikçilerin sıra dışı başarılarına Maria Goeppert Mayer Ödülü, diğeri ise azınlık grubundan gelen fizikçilerin fizik araştırmalarına yaptıkları önemli katkılarına Edward A. Bouchet Ödülü. Bu yılın Maria Goeppert Mayer Ödülü Arizona Üniversitesi’nde astronomi ve fizik öğretim üyesi Dr. Feryal Özel’e verildi. Özel’in çalışmaları kara delikler ve nötron yıldızları astrofiziği üzerinedir. Özel, evrenin gizemini çözme fikrinin kendisini astrofizik konusuna yönlendirmiş olduğunu söylüyor. Özel bu konuda şöyle konuşuyor: “Astronomi gözleme dayalı bir bilim dalıdır...tipik olarak bizlere sunulan ipuçları ile çalışırız. Aynı, dedektiflerin elde ettikleri ipuçlarını bir araya getirerek resmi oluşturmaları gibi... Nötron yıldızlarının makroskopik özelliklerini ölçerek – kütlelerini, yarıçaplarını vb.. iç kısımlarını neyin oluşturmuş olabileceğini öğrenmek istiyoruz. Benim uzmanlık alanın nötron yıldızları ve kara deliklerdir.” HERKES ÖNYARGILI Türkiye’de 20102011 arasında akademik kariyer yapanların % 40.9’u kadın. Türkiye bu oran ile dünyada Amerika ve Kanada’dan sonra üçüncü sırada yer alıyor. Günümüzde Türkiye’de kadınların üniversiteler arasındaki dağılımları da farklı. Yıllar itibariyle her alandaki kadın akademisyen oranının artmış olmasına karşın, bu artış her alana ve üniversiteye aynı oranda yansımıyor. Ayrıca kadın öğretim üyelerinin tüm öğretim elemanlarının içindeki payı, çevre üniversitelerinden merkez üniversitelere doğru gidildikçe artıyor. Hacettepe Üniversitesi ve Bülent Ecevit Üniversitesi’nden akademisyenlerin (Şule Ergöl, Gülten Koç, Kafiye Eroğlu, Lale Taşkın) ortak araştırması Türkiye’deki üniversitelerde kadın araştırma görevlileriyle ilgili çarpıcı bulguları ortaya koyuyor. Makaleye göre sonuçlarına göre kadınların birincil sorumluluklarının ev ve ailesi olarak görüldüğü ataerkil yapıya sahip Türkiye’de kadın akademisyenler iş ve aile yaşamının dengelenmesinde sorunlar yaşıyor. Araştırmada, “Türkiye’de kadınlar aile sorumluluklarının öncelik taşıdığına inandıkları için de aile içindeki tüm sorunların kendi çalışmalarından kaynaklandığını düşünerek kısmi süreli çalışmayı tercih etmekte ya da işlerinden ayrılmaktadırlar” saptaması yer alıyor. Çalışmaya katılan yaklaşık her iki kadın araştırma görevlisinden birisinin, akademik çalışmalarının aile yaşantısını olumsuz etkilediği, üç araştırma görevlisinden birinin kadının kariyerce erkekten yüksek olmasının sorun yaratacağını düşündüğü, on akademisyenden birinin ise çalışmaları nedeniyle aile üyeleri ile tartışma yaşadığı ortaya çıkıyor. Geleneksel olarak ev TÜRKİYE’DE AKADEMİK KARİYER YAPAN KADINLARIN DURUMU
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle