17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SON ARAŞTIRMALAR Şempanze ve Bonobo maymunlarında adalet anlayışı yok rı 31 öğrenciden, önlerindeki ekran üzerinde görülen noktacıkların sağdan sola mı yoksa soldan sağa mı hareket ettiklerini çok kısa sürede yanıtlamalarını istemişler. Standart grup iki öğrenme birimi arasında bir saatlik mola verirken, ikinci grup hiç ara vermeden çalışmış. Kontrol grubu ise sadece bir öğrenme birimini tamamlamış. Çalışmanın başarısı ertesi gün ölçüldüğünde ara vermeden çalışan grubun çok daha az doğru yanıt verdiği görülmüş. Fakat ara vermeden çalışan grupta buna rağmen reaksiyon süresi yavaşlamamış. Bilim insanları bu deneylerden, ara vermeden çalışanlarda ekrana bakmanın yorgunluk yaratmadığını, buna karşın öğrenilenlerin uzun vadeli belleğe doğru aktarılmadığı sonucunu çıkardılar. İnsanlar genelde haksızlığa göz yummaz ve diğer insanları da düşünürler. İnsanın en yakın akrabaları olarak bilinen şempanze ve Bonobo maymunlarında ise bu anlayış bulunmuyor. Mesela bir maymun bir porsiyondan daha fazla üzümü garanti altına aldığında diğer maymun bunu sorun etmiyor bile, geriye kalan üzümlerden alabilmesi yeterli onun için. Bu açıdan bakıldığında bu iki maymun türü, başkalarını düşünerek davranan insandan ayrılıyorlar. Adalet anlayışı toplumsallığın önemli bir parçasıdır Leipzig Max Planck Evrimsel Antropoloji Enstitüsü’nde Keith Jensen ve ekibi (Biology Letters) bu anlayışın evrim sürecinde ne şekilde geliştiğini öğrenmek istedi ve daha önceleri insanlarla gerçekleştirilen deneyleri şempanze ve Bonobo maymunlarıyla tekrarladı. İki kişinin katıldığı deneylerde, katılımcılardan birine on parça yiyecekten yarısından az miktarda verildiğinde, bunu haksız bularak kabul etmemiş. Oysa maymunlarda durum farklı. Maymunlar arasında eşit paylaşım yapılmadığında az miktarda yiyecek alan bunu sorun etmiyor. Yani sonuçta maymunlar az da olsa yiyecek aldıklarında diğer maymunların daha fazla yemesine itiraz etmiyorlar. Bilimciler bu yüzden maymunların adalet duygusuna sahip olmadıklarını düşünüyorlar. Bu durum, maymunlarda sahip olma duygusunun da bulunmayışıyla ilgili olabilir. Haksız paylaşımdan nasibini alan maymun şikâyet etmeden verileni kabul ediyor. Ancak en gelişkin primatların çoğu yani insanların büyük bir kısmı sağgörülü davranarak, davranışıyla haksızlık edip etmediğini düşünür ki bu da adalet duygusunun sadece insana ait bir özellik olduğunu açıklamakta. Bir insandaki kalp enfarktüs riskinin yüksekliği kan grubuna bağlı. Amerikalıların araştırmasına göre, ender görülen AB kan grubuna sahip kişilerde enfarktüs riski, 0 kan grubuna sahip kişilere kıyasla yüzde 23 daha yüksek. En büyük risk AB kan grubunda görülse de A veya B kan grubuna sahip kişilerde de kalp damarlarının tıkanma olasılığı 0 grubuna göre biraz daha fazla (Arteriosclerosis, Thrombosis ve Vascular Biology). Bu durumun biyolojik nedeni tam olarak bilinmiyorsa da araştırmacılar kan grubunun damarlarda iltihaba yatkınlık ve kolesterol seviyesi üzerinde etkili olduğunu sanıyorlar. Mesela A kan grubuna sahip kişilerde, arteryozkleroza neden olan düşük yoğunluklu kolesterol seviyesi biraz daha yüksek. Tabii ki bir insan kan grubunu değiştiremez ama doktorlar gelecekte kimlerde kalp enfarktüs riskinin daha yüksek olduğunu öğrenebilirler diyor araştırmayı yöneten Lu Qi (Harvard Halk Sağlığı Okulu). Ve risk bilindiği zaman da hastalık sağlıklı yaşam biçimi ve bol hareketle önlenebilir. Kan grubu, kalp enfarktüsü üzerinde etkili Neandertal ve Homo sapiens arasında cinsel ilişki yaşanmamış. Bilim insanları modern insan ve Neandertal’in kalıtımındaki ortak genlerin daha çok ortak ataların ilişkilerinden kaldığını söylüyor. Modern insan ve Neandertal DNA’larının yüzde bir ila yüzde dördünü paylaşıyorlar. Bu ortak genlerin kökeni hakkında büyük tartışmalar yaşanıyor. Modern insan gerçekten de Neandertal ile melezleşmiş miydi? Cambridge Üniversitesi evrim biyologlarından Anders Erikson ve Andrea Manica bu görüşün doğru olmadığını, kalıtımdaki eşit kısımların ortak atayla açıklanabileceğini söylüyor. Bu sonuca Avrasyalı insanların ve Neandertallerin kalıtımını karşılaştırarak ulaşmışlar. Söz konusu ortak ata büyük bir olasılıkla 300.000 ila 350.000 yıl önce Kuzey Afrika’da yaşamıştı. Modern insan 60.00070.000 yıl kadar önce Neandertal ve Homo sapiens arasında ilişki yaşanmamış Afrika’dan çıktığında bu genetik kalıtı da dünyanın diğer bölgelerine taşımıştı. Son araştırma tartışmalı soruyu tamamen açıklamış olmayabilir de. Mesela Harvard Üniversitesi genetikçisi David Reich, yeni sonuçların, iki tür arasında paylaşılan genetik malzeme kökeninin ortak ataya uzandığını gösteren kanıtlar sunduğu konusunda kuşkulu. Reich, Neandertal ve modern insan arasındaki ilişkiye daha olası bakıyor. Genetikçinin araştırmalarına göre Neandertal ve Homo sapiens 47.000 ila 65.000 yıl önce gen alışverişinde bulundu. Mumyalama tekniği nasıl keşfedildi? Cinchcorro kültürüne ait insanlar yak laşık olarak 7000 yıl önce Şili’de yaşıyorlardı. Bu kültürün mumyaları bilinen en eski yapay mumyalama tekniğini yansıtır. Şili Katolik Üniversitesi biyologu Pablo Marquet ile çalışan ekip bu ölü gömme yöntemin, kuru iklim, denizden elde edilen bol yiyecek ve sık sık doğal olarak korunan cesetler sayesinde geliştiğine inanıyor. Atacama çölünde hüküm süren kurak iklim, cesetleri doğal olarak mumyalıyordu. Nüfusun artmasından sonra çevredeki mumya sayısı da artmıştı (PNAS). İşte arazideki doğal mumyalar, Atacama çölünde yaşayan insanları ölülerini mumyalamaya itmiş olabilir. Antropologlara göre mumyalama tekniği, kültürel inovasyon ve yeni oluşan karmaşık ve sosyal bir fenomen olarak kabul edilebilir. Ve bunlar kalabalık nüfuslarda daha kolay ortaya çıkabilirken, küçük gruplarda inovasyonlar yeniden kaybolabilir diyor araştırmacılar. Bunun nedeni yeniliklerin, taklit edilerek yayılıyor olması. Sosyal grup çok küçükse bu gelişme ender olarak yaşanır ve inovasyon kaybolur gider. Antropologlar buna “Tasmanya etkisi” diyorlar. Atacama çölünde nüfus 70008000 yıl önce hızlı artmaya başlamıştı. Bunun nedeni belki de uygun çevre koşullarıydı. Okyanus suyu alt tabakalardan yukarı doğru çıkınca, kıyılardaki yeraltı sularında daha fazla tatlı su birikmiş ve denizdeki ürünler artmıştı. Böylece bölgedeki insan sayısı da çoğalmıştı diyen araştırmacılar, kültürel inovasyonu topluma maddi ve ideolojik açıdan hizmet eden olmak üzere iki gruba ayırıyorlar. Ancak ideolojik inovasyon olarak mumyalama için Atacama çölündeki iklimsel koşullara bağlı olarak doğal mumyaların çok sık olarak ortaya çıkması da önemli bir rol oynamıştır. Araştırmacıların hesaplarına göre büyük bir avcı toplayıcı grubu aşağı yukarı yüz kişiden oluşuyordu. Böyle bir grupta yüz yıl içinde 400 ceset ortaya çıkar. Binlerce yıl sonra ise aynı yerde yaşayan toplumun bir bireyi böylece binlerce doğal mumyayla karşılaşır. CBT 1328/ 6 31 Ağustos 2012 Sydney’deki New South Wales Üniversitesi psikologlarından Soren Ashley ve Joel Pearson’un araştırmalarına göre ara vermeden öğrenmek başarıyı düşürüyor. Bilim insanları bundan öğrenilen bilgilerin kısa vadeli bellekten uzun vadeli belleğe geçişini engelleyen bozukluğu sorumlu tutuyorlar. Proceedings of the Royal Society dergisindeki araştırma yazısına göre, bir saatlik ara bile bu bozukluğu önleyebiliyor. Bilim insanları üç gruba ayırdıkla Ara vermeden öğrenmek, başarıyı düşürüyor Fukuşima kazası kelebekleri değiştirdi Fukuşima’daki reaktör felaketinin, bölgede yaşayan kelebekler üzerinde izler bıraktığı anlaşıldı. Nükleer santralın yakınlarından toplanan bir kelebek türünün üçüncü neslinde mutasyonlar saptandı. Felaketten sadece birkaç ay sonra bile bazı kelebeklerin (Zizeeria maha) kanat biçimleri ve renk motifleri değişti diyor Ryukyu Üniversitesi’nden Atsuki Hiyama ve Chiyo Nohara Scientific Reports dergisinde. Bu kelebekler çok gözlü gök mavisi kelebek familyasından. Nükleer santralın yakınındaki radyonüklidlerin bu türe fizyolojik ve genetik zararlar verdiğini düşünüyoruz diyor bilim insanları. Kelebekler bilimde bir tür biyolojik gösterge olarak kabul edilir. Çevreye tepki gösteren kelebek varsa, ekosistemin değişmiş demektir. Ekip 2011 Mayıs’ında Fukuşima yakınlarındaki on bölgeden felaket sırasında henüz larva halinde bulunan, toplam yüz on dört kelebek toplamış. Kelebeklerin birçoğu ilk bakışta normal görünseler de ayrıntılı incelemeler sonucunda değişimler fark edilmiş. Araştırmacılar kelebeklerin yüzde 12,4’ünde mesela küçük kanat gibi anormal özellikler saptamış. Bu oran ikinci kuşakta yüzde 18,3’e çıkarken, üçüncü kuşakta yüzde 33,5’a çıkıyor. Anlaşıldığı üzere bozukluklar genlerle yeni kuşaklara aktarılmış. Ekip aynı yılın eylül ayında 238 kelebek daha toplamış. Bu hayvanların yüzde 28,1’inde bacaklarında ve kanatlarında ve kanatlardaki renkli motiflerde bile anormallikler görülmüş. İkinci kuşakta bu değer ikiye katlanarak yüzde 59,1’e ulaşmış. Japonya’da 11 Mart 2011 tarihinde meydana gelen 9 şiddetindeki depremde, Fukuşima nükleer santralında önemli bir kaza meydana gelmişti. Nükleer santralın yakınındaki bölgelerde hâlâ çok yüksek radyasyon bulunuyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle