Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
AkAkademi ve Yeni Gazali Vak’aları Artık “bilenlerle (“yandaş” olmak koşulu ile) bilmeyenlerin bir ve eşit olduğu” Yeni AK Bilimler Akademimizin kısa sürede “dünyanın medeniyet ufkunda bir güneş gibi doğması” bekleniyor! M. E. Özel, eski öğretim üyesi, meozel@hotmail.com Terör mücadelesinin hiç ciddiye alınmayan yüzü H Tınaz Titiz G eçen yazımızda, yeni 4x4’lük olmanın da “fevkinde” bir şekilde, 4x4x4’lük olarak formüle edilen ilk ve orta öğretim reformunun, İslam’da geri gidişin de başlangıcı sayılan 1000 yıl kadar önceki İbni SinaEl Gazali çekişmesinin devamı olarak alınabileceğine işaret etmiş, bu sembol isimlerin ve takipçilerinin kitaplarından ve sözlerinden alıntılarla ‘kavga’nın boyutları ve içeriği hakkında fikir edinmiştik. Gazali anlayışının ilk ve orta öğretimi ele geçirmekle yetinmediği, yüksek öğretimde gerçekleştirilen “yandaş” rektör tayinleri zaten her an kamuoyunun gözüne sokuluyordu. Anlaşılan o ki, Gazali cephesi, İbni Sinacı karşı cephenin dağınıklığını fırsat bilerek yeni goller atmanın fırsatlarını yaratmaya devam etmektedir. Yeni bazı gelişmeler (ilgili YÖK kararları), yüksek öğretimde, bilim ve sanata gereğinden fazla zaman ayıran ve kendi kafasının dikine giderek, “yaşamda en hakiki mürşit ilimdir” veya “hepiniz …. Cumhurbaşkanı bile olabilirsiniz ama sanatkâr olmazsınız” anlayışlarından pek fazla ödün vermeyeceği anlaşılan Fen ve Edebiyat Fakülteleri mezunlarına, orta öğretimden bütünüyle el çektirilerek, “bilim, sanat ve edebiyat” öğretmenliklerinin başka kaynaklardan alınması yoluna gidilmiştir. Bu görevlilerin, İmamHatip kökenli İlahiyat Fakültelerimiz mezunları ile boş zamanlarının ve yüklü eğitim programlarının elverdiği ve yeni dindar anlayışın izin verdiği kadarı ile yetineceği düşünülen Eğitim Fakülteleri mezunlarından devşirileceği ortaya çıktı. Böylece, FenEdebiyat Fakültelerinde okuyup bir miktar bilimden ve çağdaş yaklaşımlardan haberdar olan mezunların orta öğretimden tümüyle uzaklaştırılması (“öğretmenlik sadece eğitim fakültesi mezunlarının hakkı olmalıdır” gerekçesi ile) sağlanmıştır. Ayrıca, yeni dindar ve cumhuriyete kindar ideolojiyi yerleştirecek eğitmenlerin hızla işe koyulabilmeleri için, imam hatip ilahiyat çizgisinde yetişenlerce verilmek üzere, orta öğretim programları için bol bol din, ahlak ve Arapça dersleri ihdas edilerek haftada 10 saati aşkın sürelerle çocuklarımızın beyinlerini dumura uğratacak, sözüm ona din ve ahlakla ilgili dersler programlara yerleştirilmiştir. Üstelik bu derslerle ilgili olarak, ilgili meslek kuruluşları bir yana Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulunca bile gerekli incelemeler gerçekleştirilmeden tüm adımlar Bakanlık dışında kısa sürede atılarak tüm ülke bir oldubitti ile karşı karşıya bırakılmıştır. Henüz yeterine el atılamamış alanlardan devletin “resmi” bilim ve bilimsel araştırma anlayışı konusunda da yeni gelişmeler yaşanmağa, bizleri hazırlıksız yakalamağa ve “yok artık” dedirtmeğe devam etmektedir. Bu çerçevede ilan edilen yeni AK Bilimsel Akademi (AKBA) düzeni ile “Türkiye Araş CBT 1328/18 31 Ağustos 2012 tırma Alanı”ında bundan sonra geçerli ilkelerin ana hatları yavaş da olsa ortaya çıkmaktadır. Yeni düzende, canını dişine takıp bilime evrensel düzeyde katkı sağlama gibi kriterler yerine, “bizden olsun, çamurdan olsun” anlayışının oluşturduğu yeni “zirveler”, muhalif, muvafık / yerli, yabancı tüm bilim çevrelerince merakla izlenmeye başlamıştır. “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” yerine geçecek ilkelerin, yüce Kuran’ın da lafzına ve ruhuna uymayan yeni kurallara dönüşmesi söz konusudur: Artık, “hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” ayeti yerine, “bilenlerle (yandaş olan) bilmeyenler, (bal gibi) bir olurlar”a çevrilmiş görünmektedir! Yayın ve atıf sayıları ölçeğinde bilmeyenlerden olduğu belli olanların bundan rahatsızlık duymaması, yeni yandaşlık ilkelerinin nelere kadir olduğu konusunda bizlere yeni ipuçları sunmaktadır. Yeni Akademimizin sıfır yayınlı ve sıfır atıflı üyelerinin, Gazali’nin yolundan giderek, etkili ve fazla sayıda yayınlar yapıp fazla atıflar alanların “bu çalışmaları sadece gösteriş ve şöhret (mesela ulusal veya uluslararası ödüller) için yaptıkları” konusundaki görüşler AKBA içinde giderek yaygınlık kazanmaktadır. “Tevazu” sahibi gerçek “sıfır yayınlı” bilimcilerin, yayın yapmadaki bu “kısırlıklarının” El Gazali ile paralel bir şekilde, sadece ve sadece “Evren’in sahibi Ulu Tanrı ile (haşa) yarışır durumda görünmemek” ve onun açık etmediği gizliliklerin ortaya çıkarılması “günahına” ortak olmamak için yapmadıkları ortaya çıkmaktadır! Yayın yapmada gereğinden fazla becerikli ve “gayretkeş” olmakla suçlanan eski TÜBA üyesi bilimciler ise, İbni Sina’nın “bilimsel çalışmaların aslında bir ibadet sayılması” gerektiği sözünü hatırlatmakta, İbni Bacce’nin ifade ettiği gibi, “doğayı anlamanın ve Tanrı’nın neyi, nasıl yaptığını görmenin yolunu yalnız bilim ve felsefenin aydınlatacağını” ileri sürmektedirler! Eski bağımsız ve özerk TÜBA’nın (gariplerin, Devletimiz makamlarına, hiçbir zaman okunmayan ve göz önüne alınmayan derin raporlar hazırlamak dışında, hükümeti eleştiren en ufak bir söylem ve eylemleri olmamasına karşın!) ortadan kaldırılması ve Akademi’nin yandaşlar için bir “ulufe ve gösteriş makamı” durumuna getirilmesi amacıyla yapılandırılması hedeflenen AK Akademi AKBA’nın ani kuruluşunun, 1580 yılında, 3.Murad’ın, emir vererek 1 gecede yıktırılmasını buyurduğu Takiyüddin Rasathanesi’nin yıkılmasına ve her türlü gözlem ve bilimsel çabanın yasaklanmasına benzediği yolundaki söylemler ise üyeler arasında fazla taraftar bulmamaktadır. Yeni akademi düzeninin kısa sürede meyvelerini vererek, Atatürk’e nazire yaparcasına, gerçekleştirilen bu “din temelli yeni bilim anlayışı”nın, “dünya bilim ve medeniyet ufkunda bir güneş gibi doğacağı”na kesin gözüyle bakılmaktadır! er büyük kayıplı –özellikle de şehir merkezlerindeki terör saldırıları üzerine, strateji uzmanları analizler ve onlara dayalı önlemler öneriyorlar. Ben de herkes gibi bunları dinliyor, uygulanabilirliklerini tartmaya çalışıyorum. Önerilerin çoğu yerel veya uluslararası siyasi ve/ya askeri nitelikli. Ben bu kısmını geçip, çok daha elemanter nitelikli bir konuyu açmaya çalışacağım. Bu her toplumda olduğu gibi, bir topluma özgü bazı kültürel –ya da kültür haline gelecek kadar yerleşik öğelerin, terör mücadelesindeki yeri ile ilgili. Keyfilik: Yaygın bir kültür özelliği.. Hemen belirtmeliyim ki bu yargı ile, tüm yurttaşların bireysel alışkanlıkları içinde böyle bir virütik özellik bulunduğu gibi bir genelleme yapmadığımı özellikle belirtmek isterim; sadece “yeterince yaygın” olduğu gözlemimi belirtmeyi amaçlıyorum. İkinci bir açıklama da, keyfilik konusunun – hemen bütün niteleme sıfatlarında olduğu gibi, sıfırbir / evethayır gibi ikili mantık ürünü olmadığı, bulanık mantık’la ifade edilmesi gerektiğidir. Daha ilerlemeden işaret edilmesi gereken bir nokta, keyfiliğin ne olup ne olmadığıdır. Aynı bir durumda iki farklı ölçü kullanarak davranmak anlamındaki çiftestandart deyimine benzer biçimde, aynı bir durumda çoklustandart kullanılması’na keyfilik denilebilir. Bir keyfilik, daha basit diğer keyfiliklerden oluşur.. “Buraya park edilmez” işareti bulunan bir alana park etmeye izin vermek, aldırmamak, göz yummak bir basit keyfilik’tir. “Araç plakalarının temiz, düzgün, okunaklı” olması kuralına aldırmamak çok basit bir keyfiliktir. “Çalıntı araçların mutlaka bulunması” gereğine –çalıntı araçların çokluğu nedeniylealdırmamak da öyledir. “Bi bakıp çıkıcam”, “bi arkadaşa bakıcam”, “bi sigara alıp gelicem” gibi yavşak ifadeleri ciddiye almamak da küçük keyfiliktir. “Giyim kuşamından, davranışlarına varıncaya dek laubalilik akan kimi polislere” aldırmamak da keyfiliktir,. “Sıradan hırsızlık” olaylarına aldırmamak da bir keyfilik türevidir. Bu birkaç örnek sadece, okuyanların diğerlerini de rahatça üretebilmeleri amacıyla verilmiştir. Gerek son Gaziantep saldırısı’na gerekse bundan evvelkilere bakıldığında bu örnektekilerin bile ne kadar çoğununve sayılmamış diğer keyfiliklerin önemli rol oynadığı kolayca görülebilir. Bunlara dikkat etmek terör olaylarını önler mi? sorusunun cevabı bellidir: Hayır bütünüyle önlemez, ama azaltır. Bir terör kurgusunu yapanlar ve de uygulayanlar, bu ve benzeri konulardaki “keyfilik veya türevleri” olmasa, bu kadar kolay sonuca erişebilirler mi? Toplumumuzun başat niteliklerinden birisi olan keyfilik, bu ülkede birlikte yaşamanın kurallarına uyan yurttaşlara yaşamı katlanılmaz kılan “kuralsızlık” ve onun ikiz kardeşi olan “kural kirliliği”nin yapı taşlarıdır. Terörle mücadele, terör örgütüne bela okumadan önce, toplum yaşamının her alanından keyfiliği silerek yapılabilir. Terör mücadelesi, özgürlükleri keyfilikten ayırabilenlerin becerebileceği bir iştir. Bu konulara kafa yormak yerine sürekli olarakçeşitli formatlarda yakınmak, “mesaj vermek” (bu deyime de tutuluyorum) vbg kimseye teröristler hariç bir yarar sağlamıyor. Bunu görebilmek çok mu güçtür? Düzeltme imi (^) Tarık Konal, Dil Derneği Üyesi ve bir öz Türkçe Tutkunu, www.dildernegi.org.tr; tarikkonal@hotmail.com k” ve “g” ünsüzlerinden sonra gelen ve Arapça, Farsça kaynaklı sözcüklerde “k “ince okunması gereken” “a” ve “u” ünlüleri üzerine düzeltme imi konur. (dükkân, kâğıt, hikâye, mekân, sükun, sükut, rüzgâr, yadigâr, ikametgâh, kâh, harekât, nikâh, topyekun, rengârenk, iskân, mahkum, makus, gâvur, kâfi, kâbus, bekâr, hengâme, efkâr, bestekâr, kâse, zekâ, vekâlet, yegâne gibi.) Yazımları aynı, anlamları ve okunuşları ayrı olan kimi yabancı sözcüklerde de bu im kullanılır. (halehâle, adetâdet, alemâlem, halahâlâ, hayahayâ, dahidâhi, halhâl, malmâl, aşıkâşık, lallâl, varisvâris, hâkimhakîm, vakıfvâkıf, vasivâsi, hadiHâdi, alaâlâ, anıânı, rahimrâhim, atılâtıl, yaryâr, usulusul, nazımnâzım gibi...) Arapça, Farsça ve batı kaynaklı sözcüklerde “l” ünsüzünden sonra gelen “a” ve “u” ünlüleri üzerine düzeltme imi konmaz. (lakin, plan, ilan, reklam, selam, layık, plaj, imla, mülakat, felaket, ithalat, istiklal, silah, üslup, lale, laf, klakson, billur, laik, istila, iflas, lahit, lakerda, ahlak, klasik gibi...) Özel adlarla, belli yazım biçimleri devlet kuruluşlarıyla benimsenmiş olan yer