Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
TEKNOLOJİPOLİTİK Diş röntgeni beyin tümörü riskini yükseltiyor Özellikle on yaşından küçük çocuklar ışınlardan daha fazla zarar görüyorlar Dişlerin sık sık röntgen çekilmesi iyi huylu bir beyin tümörü riskini yükseltiyor. Yılda bir veya daha fazla diş röntgeni çektirenlerde meningiom olasılığı üç misli artıyor. On yaşından küçüklerde ise bu tümör olasılığı beş misli fazla diyor üç bin kişinin sağlık durumunu inceleyen Amerikalı bilim insanları. Sonuçların son derece önemli olduğu söyleyen araştırmacılar, endüstri ülkelerinde yaşayan insanların radyoaktif ışınlardan en fazla zarar gördükleri kaynağın diş röntgeni olduğu konusunda uyarıyorlar Cancer dergisinde. Son araştırma diş röntgeni ve beyin tümörü arasındaki bağlantıyı inceleyen en kapsamlı çalışma. Sonuçlar, diş röntgeninin çok gerekmediği sürece çekilmemesi gerektiğini gösteriyor. Daha önceleri de röntgen ışınlarının meningioma neden olabileceği biliniyordu. Ama diş röntgeninin bu tümör üzerindeki etkisi tam olarak bilinmiyordu. Meningiom, beyin zarındaki hücrelerin türleşmesiyle oluşuyor ve kafatasında en sık görülen tümör hastalıklarından biridir. Bu iyi huylu tümör kadınlarda erkeklere kıyasla daha fazla görülmektedir. Baha Kuban baha.kuban@gmail.com Ünlü Çek yazar Milan Kundera ‘Yavaşlık’ isimli kitabında gelecek öngörüleri ile ilgili olarak aşağı yukarı şöyle anlaşılacak bir düşüncesini yazmıştı: D Ü NY A G Ö S T E R G E L E R İ İnsanın fiziksel yeteneğinin sınırları 5 Ağustos tarihinde milyonlarca insan Londra Olimpiyat Oyunları’nda 100 metre finalini izlemek üzere televizyonlarına kilitlendi. Pek çok izleyici Usain Bolt’un 2009 Berlin Olimpiyatları’ndaki 9.69 saniyelik skorunun aşılıp aşılamayacağını merak ediyordu. Stanford Üniversitesi’nden Mark Denny, 100 metre koşusunda insanın mutlak atletik performansını hesapladı (http://www.economist.com/node/21559903) Dr. Denny ayrıca diğer mesafeleri de inceledi. Yukarıdaki grafikte, Dr. Denny’nin birkaç oyuna ilişkin tahminleri yer alıyor. Erkeklerde 1500 m. koşusu gibi oyunlarda, atletler gelecekte daha iyi skorlar yapabilecek yetenekte. Diğerlerinde, özellikle kadın maratonunda. 2003 yılında Paula Radcliffe’in 2 saat 15 dakika 25 saniyede tamamladığı koşudaki performansı neredeyse sınıra dayanmış durumda. CBT 1326/9 17 Ağustos 2012 … öngörüler bizatihi gelecekle ilgili söylenenlerden daha çok onu söyleyen kişi ile ilgili bilgi verir … Teknik değişim, teknolojik gelişmeler, her zaman gelecekle ilgili öngörülerin, uzgörülerin, çıkarsamaların odağında oldular. Teknik aklın insanlığı bugün her zamankinden daha fazla esir aldığına bakarak, mevcut olumsuzlukların, her türden krizin ve tabii özellikle ekolojik ve çevre krizlerinin yine yeni teknolojilerle, görülmemiş, duyulmamış teknik, cihaz ve ürünlerle atlatılabileceği yolundaki yaygın görüşe şaşırmamak gerekir. Bu köşede teknik değişimin toplumsal doğası ile ilgili olarak çokça yazıldı, çizildi: “… teknik tasarım’ın doğduğu düzlem, tam bir toplumsal mücadeleler envanteridir. Patronlar, işçiler, mühendisler, teknisyenler, müşteriler, kullanıcılar, politikacılar, bilim adamları… Hepsi, her biri bu mücadelenin bilinçli ya da bilinçsiz parçalarıdır. Herhangi bir teknolojik nesnenin son biçimini aldığı sahne, gerçek bir ‘ nesneler meclisi ya da parlementosu’ dur…” Günümüzde sanayi kapitalizminin en ciddi fiziksel sınırlayıcısı gibi görünen iklim değişikliği krizine ve önerilen çözümlere bu bağlamda baktığımızda ne görüyoruz? Tabii ki teknolojik çözümlerden geçilmiyor… Ancak biz meseleye bir de ‘başka bir dünyanın mümkün olup olmadığı’ açısından bakmak istiyoruz, doğal olarak. Önerilen teknik çözümlerden hangisinin daha eşitlikçi, katılımcı, toplumsal kontrolun arttığı dünyalara açıldığını merak ediyor, sorguluyoruz. Bu kapsamda da, örneğin enerji alanında gelecekteki toplumun kullanacağı tekniklerin ve ürünlerin merkezigayrimerkezi, küçük ölçeklibüyük ölçekli, teknolojik karmaşıklığı düşükyüksek nitelikleri konusunda düşünce sahibi olmaya çalışıyoruz. Bilindiği gibi, iklim değişikliğinin kontrol altına alınması için ortalama küresel sıcaklık artışlarının 2 oC ile sınırlı kalması gerekiyor. Bu da gelişmiş ülkelerde seragazı salımlarının en az % 80 oranlarında düşürülmesi, gelişmekte olan ülkelerin de esas olarak ‘sıfır salım’ a yol açacak ekonomik büyüme sağlamaları anlamına geliyor. Yıllardır sürdürülen hükümetlerarası görüşmelerin büyük hayal kırıklıkları ve ‘çok laf az iş’ ile sonuçlanmalarına bakarak mevcut siyasi, ekonomik ve teknik kilitlenmenin kolay çözülmeyeceğini öngörmek zor değil. Son yıllarda giderek daha çok önplana çıkmaya başlayan ‘yerel inisyatif’ ya da ‘kentsel, yerinde çözüm’ seçeneklerine bir göz atalım. Gerçekten de kentleşme olgusu, tüm olumluolumsuz nitelikleri ile dünyanın 21. yüzyılına da damgasını vuracak. Ancak günümüzün kentleşmesi, kapitalizmin merkez ülkelerinin ilk kentleşme dalgasından hem ölçek hem de özellikleri itibarı ile muazzam farklılıklar gösterecek. Başta Çin olmak üzere, sistemin hızlı yayılma bölgelerinde büyük yıkımlar ve doğal felaketler eşliğinde gerçekleşen bu yeni dalganın, iklim değişikliği ile ve iklim değişikliği ile başa çıkma girişimleriyle yakından ilgisi olması kaçınılmaz. 2008 yılı itibarı ile dünya nüfusunun çoğunluğu artık kentlerde yaşıyor. Yerkürenin toplam alanının yalnızca %2’sini kaplayan kentler, toplam enerjinin yaklaşık dörtte üçünü tüketirken, seragazı salımlarının da yine yaklaşık dörtte üçünden sorumlu. Dünyanın kırsal nüfusunu, ekonomisini, doğal alanlarını her yönden yıkarak ilerleyen kentleşme dalgasının ortaya çıkardığı yeni kent morfolojisi, habis sınıfsal, ekolojik, ekonomik fiziksel özellikleri ile dikkat çekiyor. Enerji ve iklim krizlerinin bir numaralı tehdit öznesi megakentlerin doğal ya da insan icadı kriz ve felaketlerle başa çıkma becerileri ise büyüklükleri oranında yetersiz… Buna karşılık, büyük kentlerin her türden yoğunlaşmaların merkezi olarak, yaratıcı çözümlerin de potansiyel odağı olmaları mümkün görünüyor. Gerçekten, hükümetlerarası iklim görüşmelerinin fiyaskolarla sonuçlandığı son yirmi yılda yerel yönetimlerin, kentlerin, kendi hükümetlerinden çok daha ileri siyasi ve toplumsal programları benimseyebildiklerini, 2030 yıllık geleceklerine yönelik kimisi ciddi adımlar attıklarını görmemek mümkün değil. Bu gelişmelere bir sonraki yazıda değinelim… Başka Bir Dünya Mümkün mü?