24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

AKLINIZI GEZDİRMELİSİNİZ Yaratıcı olmak için biraz düş kurun Dikkati bir noktaya toplama konusu gereğinden çok önemseniyor. Oysa yaratıcılıkta yeni boyutlara ulaşmak için beynin biraz düş kurmasına izin vermek gerekiyor. Sert bir içki bazen beynin dişlilerin yağlayabiliyor. B u satırları okurken kafanız kesinlikle en az bir kez başka bir yerlere dalıp gidecek, dikkatiniz dağılacaktır. Nitekim, kimi araştırmalardan elde edilen bulgulara bakılırsa, insanlar yaşamlarının yaklaşık yüzde ellisini, yaşadıkları andan uzaklaşıp kafalarının içindeki dünyada gezinerek geçiriyorlar. Sigmund Freud’a göre bu tür “dalıp gitmeler” çocuksu bir davranış biçimiydi. Kimileri de dalıp gitmelerin ruh hastalıklarına yol açabileceğinden korkuyordu. Oysa artık bunun sağlıklı bir kafanın göstergesi olduğu, dalıp gitmenin farklı olayları düşlemek suretiyle gelecekle ilgili tasarılar yapmamıza olanak tanıdığı, kimi zaman çalışmalarımıza katkıda bulunduğu ve hatta düşüncelerimizi geliştirip beslediği biliniyor. Görünüşe bakılırsa, aklın gezinmes i yaratıcı güçlerin devrede olduğunun kesin bir göstergesi. Konu parlak fikirlere ulaşmak olduğunda dikkatin bir noktada toplanmasına gereğinden çok değer veriliyor. Kafası sürekli bir yerden bir yere sürüklenenler esin parıltılarının önemli olduğu yaratıcı sözcük oyunlarından tutun da, özgün düşünce ve buluşlara uzanan bir dizi görevin yerine getirilmesinde akranlarını gölgede bırakıyorlar. Düş kurmanın yararlarını araştıran ruhbilimciler tüm yaratıcı başarılar için tek bir formüle ulaşamasalar da, elde ettikleri sonuçlar bir konuya odaklanmakla farklı yerlere dalmak arasındaki sınırı özenli bir biçimde aşmayı öğrenmenin büyük buluşlara yol açabileceğini ortaya koyuyor. Aklın gezinmesine ilgi duyan ilk ruhbilimcilerden biri Kaliforniya Üniversitesi’nden Jonathan Schooler oldu. İnsanların sıklıkla dalıp gitmeleriBeyin içinde bulunni garip karşılayan Schooler, “B duğu andan kaçmaya çalışıyor ve biz insanlar bunu sürekli yapıyoruz,” diyor. Schooler art arda yaptığı deneyler sonucunda aklın ne sıklıkla yoldan çıktığını gözler önüne serdi. Deneylerin birinde deneklerden Tolstoy’un Savaş ve Barış adlı yapıtından bölümler okurlarken kafalarının dalıp gittiğini fark ettikleri anı ve gelişigüzel aralıklarla kafalarından geçen düşünceleri bildirmeleri istendi. En sonunda da denekler okudukları metni ne denli anladıklarıyla ilgili bir sınavdan geçirildiler. Tüm bu deneylerin sonucunda elde edilen bulgular deneklerin okuma sürecinin %20’sini aşkın bir süre boyunca ve çoğu zaman onlar bunun ayırdında olmadan başka yerlere dalıp gittiklerini ortaya koydu. Başka işlerle uğraştığımızda kafanın dağılma yetisinin daha da çok olduğu görülüyor. Deneklerden gün içinde gelişigüzel zamanlardaki ruh durumlarını akıllı telefon aracılığıyla bildirmeleri istenen yeni bir araştırmada bu sürenin %47’sinde dikkatlerin eldeki işten başka yerlere kaydığına tanık olundu. Bu tür akıl gezinmeleri uzun süre bir başarısızlık olarak değerlendirildi ve yönetimsel denetim olarak bilinen, kafanın dağılmasına yol açan düşüncelerden sıyrılarak eldeki işe odaklanma yetisinin de parlak düşüncenin temelini oluşturduğuna inanıldı. Düşünce dizisinin yoldan sapmaması için bilginin anı anına anımsanması gerektiğinden, kısa işler bellek” yetisi genellikle yönetimsel desüreli “i netimin ölçülmesine yarıyor. Bu ölçüme göre, yapılan bir dizi araştırma dikkatlerini tek bir konuya odaklayabilenlerin çözümlemeli sorunların çözümünde başarılı olduklarını, aritmetik ve sözel uslamlama becerilerinin son derece gelişkin olduğunu ve daha yüksek bir IQ düzeyine sahip olduklarını ortaya koymaktaydı. Yine de, olayın salt odaklanmadan ibaret olmadığını gösteren ipuçları da vardı. İşler bellek düzeyi yüksek olanlar çözümlemeli sorunlarda başarılı olsalar da, esin parıltılarını gerektiren işlerde zorlanıyorlardı. Araştırmayı kısa süre önce gözden geçiren Illinois Üniversitesi’nden Jennifer Wiley, “Bir sorunu çözüme ulaştırmanın en iyi yolu çoğu zaman dikkati dağıtmaktır,” diyor. O sırada Memphis Üniversitesi’nde görevli olan Holly White tarafından yapılan bir araştırma da dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olanişler bellek düzeyi düşük ve dağılma olasılığı yüksek olankişilerin bir nesne için yaratıcı kullanım alanları bulma konusunda çok daha başarılı olduklarını ortaya koyuyor. Tüm bu araştırmalardan elde edilen veriler kafa dağınıklığının insanların daha yaratıcı biçimde düşünmelerine olanak tanıyabileceğine, böylelikle yönetimsel denetimin bizlere dayattığı katı sınırların ötesine çıkabildiğimize işaret ediyor. Ne de ol Aklın gezinmesi yönetimsel denetimle ilintili sıkı bir odaklanmanın karşıtıymış gibi göründüğünden, bu durum son derece ilginç. Ancak Schooler gözlemlenen etkinliğin bu tür bir odaklanmayı temsil etmediğine, tam tersine, söz konusu bölgelerin kafanın dağıldığı sırada salınan bir yığın düşünce arasından önemli olanların ayıklanmasına yarıyor olabileceğine inanıyor. Bu bölgelerin kişinin kendi farkındalığıyla ilintili olduğuna inanıldığından, Schooler yönetimsel bölgelerin kişinin ansızın düş kurduğunun ayırdına varması durumunda da devreye girip girmediğini merak ediyor. Tuğla için farklı kullanım alanları düşlemek gibi deneylerin kimi insanların yaratıcılıkla ilgili düşünceleriyle uyumlu olmayabileceğine de dikkat çekmek gerekiyor. Doğal olarak bu tür bir çalışma Picasso’nun büyük yapıtlarını, ya da Einstein’ın sezgilerini açıklayamayabilir. Ökelik (dahilik) düzeyinde bir yere ulaşmak için kafa dağıldığında ortaya dökülen esin parıltılarının üstün bir zekâ, aktarma yetisi ve belki de bir miktar soyut nitelikle buluşması gerekiyor. Seçmeli Ders Felsefesi M ehm et Yapı cı , S Amasya Üniversitesi, myapici69@gmail.com ESİN PARILTILARI sa, yaratıcılığın önemli unsurlarından bir tanesini, aklın gezinmesi sonucunda ortaya çıkabilecek, birbirlerinden farklı kavramlar arasında bağlantı kurabilme yetisi oluşturuyor. Schooler’in laboratuvarında Benjamin Baird önderliğindeki bir ekip tarafından yapılan üç aşamalı bir deney, bu yetinin gerçekten de düş kurma sonucunda ortaya çıktığını doğrudan gösteren kanıtlar içeriyor. İlk aşamada tuğla için sıradışı kullanım alanları bulmaya çalışan deneklerin bir bölümünden ikinci aşamada dikkat gerektirmeyen bir görevi tamamlamaları istenirken, ötekilere tüm dikkatlerini toplamalarını gerektiren çok daha çetrefilli bir deney uygulandı. Beklenildiği gibi, deneklerin dikkat gerektirmeyen işlerde kafalarının çok daha fazla dağıldığı görüldü. Son olarak da, beklenmedik biçimde, tüm katılımcılara sıradışı kullanım alanları deneyi bir kez daha uygulandı. Bu kez kafaları dağınık olanların ilk keze kıyasla ortalama %40 oranında daha çok yanıt bulduklarına tanık olundu. Konuya odaklanmak zorunda olan deneklerinse hemen hemen hiçbir gelişme kaydetmedikleri görüldü. Daha da önemlisi, kafaları dağınık olanlar sorgulandıklarında dikkat gerektirmeyen deney sırasında açıkça tuğlayı düşündükleri yönünde her DÜŞ KURMA SÜRECİ hangi bir bildirimde bulunmadılar. Schooler düşüncelere dalmanın bir tür bilinçdışı sürece olanak tanıdığına, anılara daldıkça beynin çözüm bekleyen sorunlar için olası çözümlere kafa yorduğuna inanıyor. Tüm bu bulgular kafaları bir yere odaklanmamış olanların beyin taramalarıyla da örtüşüyor. Örneğin, Columbia Üniversitesi araştırmacılarından Malia Mason’un işlevsel MRI taramaları kafanın dağıldığı dönemlerin beyinde topluca “default network” adı verilen sinir hücreleri ağındaki etkinlikle uyumlu olduğunu ortaya koydu. Beynin bu bölgesi çok kısa bir süre önce bulunmuş olmasına karşın, ortalık yerde gizlenmişti. Araştırmacılar yıllardır insanları beyin taramalarından geçiriyor, ancak deneysel görevler arasındaki durağan olduğu sanılan anlarda meydana gelen etkinlik artışını gözden kaçırıyorlardı. Default network bölgesinin işlevlerinden biri anıların saklanmak üzere ayıklanması olabilir. Schooler’in 2009 yılında yaptığı bir araştırma bu arama ve ayıklama süreciyle ilgili yolakların da yaratıcılıkla ilintili olabileceğini gösterdi. Schooler gezinen aklın bu bölgeye ek olarak beynin dorsolateral prefrontal korteks gibi yönetimsel işlevleriyle bağlantılı bölgelerini de devinime geçirdiğine tanık oldu. ORTALIK YERDE GİZLİ CBT 1326/ 10 17 Ağustos 2012 CBT 1326/ 11 17 Ağustos 2012 Yine de, laboratuvar ortamı dışında gezgin bir aklın gerçek dünyada başarı sağlayabileceğine işaret eden ipuçları var. Harvard Üniversitesi’nden Shelley Carson’un 2003 yılında yaptığı küçük çaplı bir araştırma, başarı düzeyi yüksek kişilerin eldeki işten daha sıklıkla uzaklaşıp düşüncelere daldıklarını gösteriyor. Bu durum yeni ya da sıradışı görüşlerin ortaya çıkmasına yol açıyor olabilir. Günlük yaşamımızda yol alabilmek için sürekli olarak yaratıcı düşünceye dayalı irili ufaklı davranışlarda bulunuruz. Ancak yalnızca en parlak düşünceler başka insanlar ve toplum tarafından benimsenirler. Dikkatini bir noktaya odaklamış beynin sınırları baskı altında olduğumuzu duyumsadığımızda parlak görüşlerin neden daha ulaşılmazmış gibi göründüğüne açıklık getirebilir. Çok sayıda araştırma kaygının özgün bir şey yaratmak için gerekli özgür kafa yapısına tümden ters düşen bir duruma yol açtığını ortaya koyuyor. Bu yüzden araştırmacılar bir işi teslim etme süresi yaklaştığında sergilenecek en olumlu davranışın gevşemek ve kısa bir ara vermek olduğuna dikkat çekiyorlar. Yorgun olduğumuzda odaklanmakta zorlandığımızdan, bitkin durumdayken yaratıcılığımıza esneklik kazandırabiliriz. Örneğin, sabah erken kalkanlar gecenin geç saatlerinde çok daha özgün çözümlere ulaşırlarken, gece kuşları bu tür çözümlere sabahın erken saatlerinde ulaşırlar. Tüm bu çözümler sonuç vermezse, sert bir içki beynin dişlilerini yağlayabilir. Alkolün en odaklanmış beyinleri bile yoldan çıkartabileceğini herkes bilir. Ancak bundan emin olmak için Schooler ve kimi başka ruhbilimciler odaklanma düzeyini sınamadan önce deneklere içki içirdiler. Sonuçta, tam da beklenildiği gibi, kafayı bulan deneklerin kafalarının ayık deneklerden çok daha sıklıkla dağıldığına tanık olundu. Votka içenlerin yaratıcılık gerektiren bir dizi sözcük bulmacasını meşrubat içenlere kıyasla çok daha hızlı bir biçimde çözdükleri görüldü. Bu mantıktan yola çıkıldığında, kahveden de kaçınmak gerekiyor. Çünkü kafein kişinin dikkatini bir noktaya toplamasına yardımcı olduğundan, yaratıcı düşüncenin yolunu tıkıyor. Bu satırları okurken kimileriniz çoktan düşler âlemine dalmış olabilir. O sırada kafaları bambaşka bir yerde olanlar için tek tesellimiz onların büyük bir olasılıkla yaratıcı bir şeylerle uğraştıkları olsa gerek. Rita Urgan, New Scientist, 16 Haziran 2012 BAŞARILI “AKILLAR” eçmeli ders, yetişkinler tarafından kurgulanan eğitim sistemlerinin, çocuk ve gençlerin gereksinimlerini daha nitelikli karşılamak için geliştirilen, çocuk psikolojisinin verilerine dayanan bir anlayıştır. Bu anlayışın ortaya çıkmasının nedeni, çocuk ve gençlik psikolojisinin yetişkin psikolojisinden ve algısından farklı olmasıdır. 19. yüzyılın sonlarına doğru psikoloji biliminin bilimsel bir anlayışla insanı anlamaya dönük çabaları sonucunda, insanoğlunun dönemsel (bebeklik, çocukluk, gençlik, yetişkinlik) olarak farklı düşünüş, duyumsama, algılama ve gereksinimlerine sahip olduğu ortaya çıkmıştır. Bu verilerin yansımalarından biri de okullardaki seçmeli derslerin kurgulanmasıdır. Eğitim sistemini elinde tutan siyasal sistemler, okullardaki çocukları ve gençleri daha iyi yönetmek, yönlendirmek ve onları anladıklarını göstermek için seçmeli dersleri bir araç olarak kullanma yolunu izlemeyi tercih etmişlerdir. Kendilerini çocukların yerine koymaya çalışmışlar (sihirli ismi empati), bu şekilde çocuk ve gençlere ne kadar değer verdiklerini ispat etmek için de bazı yöntemler izlemişlerdir. Bunlardan biri, yılın belirli bir gününde yetişkinlerin koltuklarını (23 nisanlarda) çocuklara emanet etmesidir. Yılda bir gün koltuklarının yanı başında durarak, koltuklarını çocuklara bırakan yetişkinler çocuklar için neler yapmazlar ki… Örneğin dünyada hiç kimsenin akıl edemediği bir şeyi yaparlar: İlköğretime beş yaşında başlama seçeneğini geliştirirler. Küçük kasları kalem tutacak olgunluğa erişmemiş çocukları, sabahın kör karanlığında kaldırıp okula göndermeyi modernleşme olarak sunarlar. Oysa bir çocuğun zihinsel olarak 5 yaşında içinde olduğu dönem (Jean Piaget’ye göre) işlem öncesi dönemdir. İşlem öncesi dönemin en önemli belirgin özelliklerinden biri mantıklı düşünmenin gelişmemiş olması, ahlaki gelişim açısından da doğruyanlış ayrımında ilkelerin henüz yapılandırmamış olmasıdır (Yapıcı Ve Yapıcı, 2010). Bu nedenle, ilkokula başlama yaşı 72 aydan sonra başlar. Çünkü; 72 aydan itibaren ilkokula başlama hazırbulunuşluğu oluşmaya başlar (Yapıcı, 2004). Seçmeli dersin amacı okulda verilen zorunlu derslerden dolayı farklı potansiyel yetenekleri olan bireylerin gizil kalmış yönlerini ortaya çıkarmak ve geliştirmektir. Bunu yaparken, bireyi mümkün olabildiğince çok yönlü ve farklı zeka alanlarını geliştirmek hedeflenmektedir. Dolayısı ile seçmeli ders bireyin gizil kalma olasılığı olan bir yeteneğini köreltmemek için uygulanan bir modeldir. Bu bağlamda, seçmeli dersin konulmasında öncelikli ilke çocuğu merkeze almaktır. Yetişkinler, çocuğun gereksinimlerine ve onun bilişsel ve duyuşsal donanımına uygun olarak karar almak zorundadırlar. Kuramsal bağlamı bir kenara bırakarak, güncel olan üzerinde konuşmanın zamanı geldi sanırım. Seçmeli “Kuranı Kerim” çocukların hangi gereksinimlerini karşılamaktadır? Çocukların gereksinimleri arasında bildiğim kadarı ile dindarlık gereksinimi yoktur. Ve yine bildiğim kadarı ile bırakın öğretmenleri çocuklara bile seçmeli “Kuranı Kerim” dersi ile ilgili herhangi bir şey sorulmamıştır. Özverili ve çocuklar için her şeyi yapacak olan yetişkinler, çocuklar okulda mutlu olsun diye değil, çocuklar okuldan sonra iş bulup refaha ulaşsın diye değil, çocuklar birbirini sevip saysın diye değil, kindar ve dindar olsunlar diye okullara seçmeli “Kuranı Kerim dersleri” koymayı düşünüyor olabilirler mi? Aşağıdaki gerekçelerle seçmeli Kuranı Kerim dersinin uygun olmayacağı düşünülmektedir. 1. Laik eğitim sistemlerinde dinsel eğitim yapılamaz. Din eğitimi devlet gözetiminde eşitlik ilkesi gözetilerek dini kurum ve ibadethanelerde yapılabilir (Bkz.: Yapıcı, 2008). 2. Okulda çocuklar arasında yetişkinliğe de taşabilecek şekilde ayrımcılığa ve nefret suçlarının altyapısını oluşturacak hoşgörüsüzlüklere neden olabilir (Bkz.: Yapıcı, 2006). 3. Türkiye’nin gerçek anlamda bir din haritası yoktur. Dolayısı ile yüzde 99 müslüman söylemi bilimsellikten uzak bir söylemdir. 4. Kuranı Kerim son derece soyut (doğal olarak) ve çocukların bilişsel dünyasında yapılandırılması zor bir dil paradigmasına sahiptir. 5. Çocukların bilişsel yeterliliklerinin, kutsal kitabın manevi ağırlığının altından kalkamayarak bir takım ruhsal sorunlar yaşanmasına neden olabilir (Bkz.: Yapıcı, 2005). 6. Dersi verecek nitelikte eğitsel ve psikolojik donanımda yetişmiş personelin bulunmamaktadır. Olsa bile dersin verileceği yer okul dışında dinsel kurumlar olabilir. 7. Okul ortamının dinsel kurallara göre biçimlendirilmesi ve bunun yarattığı psikolojik baskı çocuklar üzerinde telafisi imkansız sorunlara yol açabilir. 8. Dersi seçen öğrenci ile seçmeyen öğrencinin karşılaşacağı muhtemel olumlu veya olumsuz durumlar. Öğretmeni, okul yöneticileri, arkadaşları ve sosyal çevresi karşısında çocuğun durumu ne olacak? 9. Çocuklarda din algısının yanlış yerleşmesi; dinin biçimsel formunun, dinin varoluşsal niteliğinin önüne geçmesi. Yukarıda sayılan gerekçelerle; dersin şu şekilde yapılandırılması daha yararlı olabilir: dersin milli eğitim gözetiminde, isteyenlere hafta sonu il ve ilçe müftülüklerinde verilmesi. Ayrıca “kutsal kitaplar” adı altında kutsal kitapların tanıtıldığı bir seçmeli ders, lise son sınıf (12) programlarına konulabilir. Günümüzün modern okulları sanayi devrimi ile birlikte temelleri atılan, o günün toplumsal ve ekonomik koşul ve gereksinimlerine göre soylu yetişkin ve politikacılar tarafından kurgulanan yapılardır. Acaba bugünün okul kurgulayıcıları kimlerdir? Kaynakça YAPICI, Ş. Ve M. YAPICI (2010). Eğitim Psikolojisi, Ankara: Anı Yayıncılık. YAPICI, M. (2008). “İnsanı Özgürleştiren Ve Değerli Kılan Laik Eğitimdir”, Cumhuriyet Bilim Teknoloji Dergisi, 22 Şubat 2008, Yıl: 21, Sayı:1092, s.:20. YAPICI, M. (2006). “İnsan Ve Şiddet”, Cumhuriyet Bilim Teknoloji Dergisi, 15 Eylül 2006, Yıl: 20, Sayı:1017, s.:21. YAPICI, M. (2005). “Çocuklarda Din Eğitimi”, Cumhuriyet Bilim Teknik Dergisi, 25 Haziran 2005, Yıl: 19, Sayı:953, s.: 1819. YAPICI, M. (2004). “İlköğretim 1. Sınıfa Başlayan Öğrencilerin Hazırbulunuşluk Düzeyleri” Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi ISSN: 13035134, Cilt: 1, Sayı: 1, Yıl: 2004, edergi, www.insanbilimleri.com 9 GEREKÇE
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle