16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

POLİTİK BİLİM Aykut Göker http:/www.ınovasyon.org;[email protected] 4 Kasım 2011’de “depremde yıkılan binalar ve meslek ahToplumsal lâkına dair” yazmıştım; üstüne alınan olmadı. ‘T sorumsuzluk’ bir meslek grubu için yakıcı bir sorun hâline geldi; farkında mısınız? Türkiye’de Olağanüstü Bir İnsan Yontusu Tayinat Arkeoloji Projesi (TAP) adıyla bilinen uluslararası bir ekip tarafından yapılan kazılar sırasında Türkiye’nin güneydoğusunda gün yüzüne çıkartılan en son ekinsel hazinelerden biri de olağanüstü güzellikteki dev bir insan yontusu. CBT 1326/8 17 Ağustos 2012 25 Temmuz’da Cumhuriyet’te yayımlanan, gazetenin yazarı, Yüksek Mimar Oktay Ekinci’nin doktoralı bir mimara, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’a; İnşaat Yüksek Mühendisi Arif Merdol’un da bütün mühendislere toplumsal sorumluluklarını hatırlatan yazılarından, ümit ederim ki, bütün mimar ve mühendisler haberdar olmuşlardır. Öyle meslekler vardır ki, o mesleklerden olanların sırtlarındaki toplumsal sorumluluk başkalarınınkine göre çok daha ağırdır. Mühendislerin, mimarların meslekleri de öyledir. Çünkü onlar, bu gezegen üzerinde insan yaşamını sürdürmeye yarayan bütün üretim araç ve yöntemlerinin tasarımcısıdırlar. Ve yine insan yaşamını sürdürmeye yarayan ya da kolaylaştıran bütün tüketim mallarının, barınak ve korunakların, ulaşım ve haberleşme sistemlerinin de tasarımcısıdırlar. Sözün kısası bu gezegen üzerindeki uygarlığın maddi temelleri önemli ölçüde de onların yaratıcılıklarına, tasarımlarına dayanır. Aslında onların yaptıkları, canlı ve cansız doğayı, doğayla bir ve aynı şey olan canlı ve cansız maddeyi işlemektir. İnsanların doğanın güçlerinden yararlanabilmeleri için o güçleri dizginleyebilmenin; maddeye yeniden şekil vererek, onu dönüştürerek insan yararına kullanabilmenin tasarımını yaparlar. Diyeceğim, mühendis ve mimarların uğraş alanlarından geriye doğru giderseniz karşınıza çıkacak olan doğadır. Ve mühendisler, mimarlar, çok yoğun olarak bir de kendi beyinlerini kullanırlar. Çünkü beyin mühendislik, mimarlık yapabilmek için gereksindikleri bilgi ve deneyimlerin hem saklandığı hem de yeniden üretildiği yerdir. Ama o bilgiyle, deneyimle işlenmiş beyinleri onlara bir yetenek daha kazandırmıştır; gerçek bir mimar ya da mühendisseler eğer... Derinlemesine düşünebilme yeteneği... O yeteneğe sahip olan mühendis, mimar yaşadığı topluma egemen olan üretim ilişkilerinin farkındadır. Yaratılmasında kendisinin asli unsur olarak yer aldığı ekonomik ve toplumsal faydanın ne şekilde paylaşıldığının da farkındadır. Hepsinden önemlisi, kaynak olarak yararlandığı, kullandığı doğanın, dolayısıyla da üzerinde yaşadığı gezegenin tükenebilirliğinin farkındadır. Derinlemesine düşünen beyin bunların farkına varır. Derinlemesine düşünebilen beynin ayırt edici bir özelliği daha vardır: Toplumsal sorumluluk duygusunu da üretir. Günümüz Türkiyesi’nde bütün mühendislere, mimarlara bu sorumluluklarının her an hatırlatılmasının gerektiği bir dönemi yaşıyoruz. Doğanın ve insan eliyle doğaya kazandırılmış ender güzelliklerden biri olan tarihsel çevrenin yok edilmesine sorumsuzca göz yuman; göz yummak ne kelime, aslında yok etmenin bütün hukuki şartlarını gözünü kırpmadan hazırlayabilen bir hükümet var işbaşında. Ondan güç alarak, örneğin, elektrik üretmek için, yol geçirmek için, yatağına bina yapmak için bu ülkenin neredeyse bütün derelerine saldırılıyor. Bu saldırı mühendissiz olmaz. Saldırılan dereleri yok etme görevi verilen mühendisler var. Saldırının başında da çoğu kez, işadamı kılığına bürünmüş mühendisler var. Saldırıya zemin hazırlayan bürokrasinin mühendisleri var. O mühendislerin hepsinin sorumluluğu var; sorumlulukları hem de çok ağır... Yok ettiğiniz / yok edeceğiniz dereleri bir daha üretemezsiniz. Ama elde edeceğiniz enerji, yapacağınız yol, inşa edeceğiniz bina için başka seçenekler üretmek mümkün... Sizin yeniden üretemeyeceğiniz o dereler gün geliyor kendilerini yeniden üretiyorlar; ama yaptığınız yolları, binaları, önlerine çıkan her şeyi yok ederek... Ne yazık ki, yataklarını bütünüyle bozduğunuz için sonra yeniden gözden kayboluyorlar. Bana ekmek parasından söz etmeyin. Bir ülkeyi yok etmek pahasına kazandığınız ekmek parasına lanet okutturuyorsunuz; farkında değil misiniz? Mühendislerin, Mimarların Toplumsal Sorumlulukları K azılar sırasında bir yanı süslerle bezenmiş yarım daire biçiminde bir sütun da bulundu. Her iki buluntunun da NeoHitit dönemine ait Patina Krallığı’nın (İ.Ö yaklaşık 1000738) başkenti Kunulua’nın üst kale anıtsal giriş kompleksinin parçaları olduğu belirtiliyor. Tayinat Projesi’ni yöneten Toronto Üniversitesi Yakın ve Ortadoğu Uygarlıkları Bölümü profesörlerinden Tim Harrison kısa bir süre önce gün yüzüne çıkartılan söz konusu Tayinat yontularının NeoHitit dönemi yerleşimlerine özgü canlı yontu geleneğini yansıtan ürünler olduklarına dikkat çekiyor ve “Bu yontular İ.Ö ikinci binyılın sonlarında, Tunç Çağı’nın görkemli güçlerinin çöküşünden sonra doğu Akdeniz’de ortaya çıkan Demir Çağı uygarlıklarının yenilikçi ve çok yönlü yapısının göz kamaştırıcı birer örneğini oluşturuyorlar,” diye ekliyor. Bulunan insan figürünün, belin hemen üstüne dek eksiksiz olarak günümüze ulaşan, baş ve gövdesinin yaklaşık 1,5 metrelik bir yükseklikte olması yontunun toplam yüksekliğinin 3,54 metre kadar olduğuna işaret ediyor. Sakallı yüzün üzerinde son derece iyi korunmuş, siyah ve beyaz taşlar kakılmış gözler var ve saçlar lüleler düzgün sıralar oluşturacak biçimde özenle taranmış. Her iki kol dirsekten öne doğru uzatılmış ve her biri aslan başlı ikişer bilezikle bezenmiş. Figürün sağ elinde bir mızrak, sol elinde de bir sap buğday var. Göğsünü hilal biçiminde bir göğüs zırhı süslüyor. Sırtındaki yüksek kabartmalı Luvi dilindeki hiyeroglif yazıtta, bir olasılıkla İ.Ö 858 yılında AsurHitit koalisyonunun bir parçası olarak III. Şalmaneser’in Yeni Asur Kırallığı’na yönelik saldırılara hedef olan, aynı Patina hükümdarı Şuppiluliuma’nın siyasal girişim ve başarılarına yer veriliyor. İkinci yontu ise insan figürünün yanı başında bulunan, yaklaşık bir metre boyunda ve 90 santimetre çapında, yarım daire biçiminde büyük bir sütun kaidesi. Sütunun ön yüzüne kanatlı bir boğa kazınmış ve sol kanadına da bir sfenks kondurulmuş. Sütunun yassı olan sağ yanında herhangi bir süslemeye yer verilmemiş olması bunun aslında bir duvara yaslanmış olduğunu gösteriyor. Harrison, “İki parça görünürde Tayinat kapı kompleksinin merkezi girişindeki taşla kaplı yüzeye törensel bir biçimde gömülmüş,” diyor. Bu anıtsal kompleks hükümdarın görkemli kentindeki üst kaleye anıtsal bir giriş sağlamış olmalı. Deniz düzeyinin altında geniş bir höyük olan Tayinat, Antakya’nın (antik Antiocheia) 35 kilometre doğusunda, Antakya Halep yolu üzerinde yer alıyor. Yeni Hitit döneminde kıraliyet kentlerinde ki kale girişlerini süsleyen aslanlı ya da sfenksli dev insan yontuları genelde Tunç Çağı’nı izleyen Demir Çağı boyunca da süregelen ve sınır kuşağını belirlemenin yanı sıra, hükümdarın toplumun kutsal gözeticisi olarak atandığını da simgeleyen Hitit geleneğinin bir yansımasıdır. İ.Ö dokuzuncu ve sekizinci yüzyıllara gelindiğinde kabartmalarla son derece görkemli biçimde bezenmiş olan bu anıtsal kent girişleri yönetimdeki seçkinlerin gücünü meşru kılan hanedanlık yapıtları işlevini üstlendiler. Kapıların üzerindeki kabartmalar aynı zamanda insanlara, hükümdarın köprü işlevini gördüğü, bu âlem ile kutsal âlemler arasında kılavuzluk eden öyküleri de yansıtmaktaydı. Göründüğü kadarıyla, Tayinat kapı kompleksi bölgenin İ.Ö 738 yılında Asurlular tarafından ele geçirilmesi sonucunda yerle bir edildi. Fetih sonrası bu bölge taşla kaplanarak Asurlulara ait kutsal bir alanın merkezindeki avluya dönüştürüldü. Parçalanıp bir yana atılan bu anıtsal yontular arasında geçtiğimiz yıl kazılarda ortaya çıkartılan muhteşem oymalı bir aslan ile üzerinde Luve dilinde hiyeroglif yazıtlar olan steller (birilerini anmak amacıyla oluşturulan dikilitaşlar) de bulunuyor. Tüm bu buluntular hep birlikte bir zamanlar anıtsal kapı girişine bakan daha eski bir Yeni Hitit kompleksi bulunduğu yönünde ipuçları sunuyor. Bilginler İncil’de Yeşaya’nın “tanrıların kırallıkları” olarak tanımladığı Kalno göndermesinin (Yeşaya 10:910) Kunulua’nın (yani Tayinat’ın) Asurlular tarafından yerle bir edilişini anıştırdığı görüşünü uzun bir süredir savunuyorlar. Luvi anıtlarının yok edilmesi ve bölgenin Asurlulara ait dinsel komplekslere dönüştürülmesi sonradan Yeşaya’nın kehanetinde anılan bu tarihsel olayın fiziksel bir dışavurumunu temsil ediyor olabilir. TAP onlarca ülkeden araştırmacıların, yirmiyi aşkın üniversitenin ve araştırma kurumunun katıldığı uluslararası bir proje. Türkiye Kültür Bakanlığı’nın yakın işbirliğiyle sürdürülen bu proje gerek lisans, gerekse lisansüstü öğrencilerine araştırma ve eğitim olanakları sağlıyor. 2012 sezonunda yürütülen çalışmalar Kanada Toplumsal ve Beşeri Bilimler Konseyi, bir koruma programının oluşturulmasına önayak olan J. M. Kaplan Vakfı ve Toronto Üniversitesi tarafından desteklendi (Toronto Üniversitesi). KUTSAL ÂLEM MÜKEMMEL YÜZ İKİNCİ HEYKEL
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle