16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

İnsani ilişkiler İşim gereği tatil günleri dışında her gün metrobüsü kullanıyorum. Zincirlikuyu ilk durak, sonra ver elini Şirinevler. Sadece yarım saat. Ankara’yı övmek ve özlemek için bahane arayan iflah olmaz bir “Ankarasever” olarak İstanbul’a alışma sürecinde beni en zorlayan gerçek, İstanbul trafiği oldu. Gerçekten bazen eve ulaşmak zorlu bir mücadele halini alabiliyor bu şehirde. Armağan Erman (Kültür Fen Lisesi) B u gerçekle tanıştığımda öncelikle şapka çıkardım İstanbul insanının sabrına. Aslında sabır da değil bu kaçınılmaz bir kabulleniş sanırım. İşte bu trafik işkencesini bünyem şiddetle reddederken metrobüsün pratikliği ilaç gibi geldi. Fakat bu sefer de başka bir acı gerçekle karşılaştım metrobüs duraklarında ve metrobüs içlerinde. İnsanlarımız en taze, en dingin, en hoşgörülü olunabilecek sabah saatlerinde bile bir savaşa gider gibi gergin, öfkeli, tahammülsüz ve patlamaya hazır bir bomba gibiler. Kadını, erkeği, genci, yaşlısı… Özellikle sabahları şahit olduğum ağız dalaşları bir yana, fiziki şiddet gösterilerini yazmaya kalksam sayfalar tutar. Gayet aklı başında gibi görünen insanlar – yok ittin, yok kaktın, yok ters baktın gibi gayet geçerli(!) nedenlerle birbirine saldırıyor. Bunları gözlemlerken aklıma Zülfü Livaneli’nin yazdığı bir köşe yazısı geldi. Üşenmedim, internette buldum o yazıyı. 2004’te kaleme almış sanatçı o yazısını. Yazısının bir yerinde aynen şöyle diyor: “Sokakta karşılaştığınız insanların yüzlerine bir bakın. Sanki bir savaşa gider gibi gergin ve her an saldırmaya hazır bir yüz anlatımıyla yürüdüklerini göreceksiniz. Omuzların biri kalkık biri inik. Kaşlar da öyle. Ağız ve çene gerilmiş. Beden diline bir tehdit anlamı yerleşmiş.” Yazısının sonunda yazar bu durumu “ancak olgun başakların eğildiği”ni öğreten toplum terbiyesinin yok olmasına bağlıyor ve acilen Türkiye’deki her okul ve kuruma bir insani ilişkiler dersi zorunluluğu getirilmesini öneriyordu. Zülfü Livaneli’nin tam sekiz yıl önce dile getirdiği ve hâlâ tazeliğinden bir şey kaybetmemiş bu önerisini bilim insanlarımız, sosyologlarımız tartışabilir tabii ama benim kafamı kurcalayan esas konu başka. Sanırım benim sadece metrobüs gözlemlerimle anlatmaya çalıştığım insan manzaralarına okuyucuların da ekleyeceği onlarca örnek vardır. Sırf son birkaç ayın gazete haberleri bile dudak uçuklatır bu gözle bakarsak. Kocası veya sevgilisi tarafından komalık olana kadar dövülmüş veya vahşice öldürülmüş kadınlar. Bugünlerde bu haberlere dövülen hatta öldürülen doktor ve öğretmenler de eşlik etmeye başladı. Fakat tüm bu tahammülsüz görüntüsünün yanı sıra toplumumuzla ilgili yapılan birtakım anketler, araştırma sonuçları ise bize şunu söylüyor: Dünyanın en mutlu ve en umut dolu insanları da bu ülkede yaşıyor. Suratlar asık. İletişim neredeyse kopmuş. Hoşgörü kalmamış. Birbirimizin boğazına sarılmak için bahaneye bakıyoruz. Ama mutluyuz, umutluyuz… Öfkeli ve mutlu insanlar ülkesi… Bize neler oluyor derken okuduğum bir kitapta buldum kendi yanıtımı: “Saçı sakalı ağarmış bir ergenler topluluğuyla karşı karşıyayız şimdilerde.” Altına imzamı atacağım bu muhteşem tespit Füsun Akatlı’nın “Rüzgâra Karşı Felsefe” adlı denemesinde yer alıyor. Şöyle devam ediyor Akatlı: “Önlerinde uzanan hayat, hiçbir biçimde önceki hayatlarının bir devamı, bir uzantısı olmadığı için, tıpkı henüz sorumluluk yüklenmemiş ergenler gibi eşikte duruyorlar ve iştahla bugünü ve bugünün ‘değerler menüsü’nü yağmalıyorlar. Ergenlik dönemine ait saflık, öğrenmeye açlık, esneklik gibi özelliklerinden yoksun oldukları için ergen psikolojisi onlar için geçici bir dönem değil, nihai bir yazgı.” Bugünün değerler menüsü! Biricik eğlencesi televizyon olmuş bir toplumun değerler menüsü ne olabilir ki bugün? İntikam yemini etmiş, kaslarıyla bir biçimde varoluşunu tamamlamış, asla gülmeyen, sevdiği kadınla sağlıklı bir ilişki kurmayı başaramayan, yumruklarıyla ve gayet az konuşan yakışıklı jönlerimiz. Hep ağlayan ve sürekli haksızlığa uğrayan kadersiz genç kadınlarımız. Amerikan soslu “sitcom”larımız, reklamarası çok heyecanlı survivorlarımız, bitip tükenmek bilmeyen maç yorumlarımız ve kim kimle aşk yaşadı, az sonralı magazin turlarımız. Belki de toplumu çıldırtan, hiç farkında olmadan blinçaltlarında yer eden o “az sonra” replikleridir. Az sonra da çok sonra da bir şey olmayınca herkes saldırganlaşmıştır! Yazımla meşgulken televizyonda haberler açık ve bir haber çekiyor dikkatimi. İstanbul’daki özel bir ilköğretim okulu, öğrencilerini Ankara’ya geziye götürmüş ve Meclis’i ziyaret etmiş minikler. “Meclis’i nasıl buldunuz?” diye soran bir muhabire 89 yaşlarında cin gibi bir erkek çocuğu: Hiç kavga olmadı bugün, diye tüm saflığıyla yanıt veriyor. Belki de benim sorularımın da yanıtı o çocuğun cevabında gizli öznedir. Yoksa bir spor karşılaşmasına taşla bıçakla giden insan güruhunu nasıl açıklarız? Eski karısının görüşme talebini kabul edip de bir pastanede 4 yaşındaki oğlunun gözü önünde anneyi onlarca kez bıçaklayıp “pişman değilim” diyen bir adamın ruh halini nasıl izah ederiz? Bildiğimiz ve inandığımız bütün değer yargılarının nereden estiği belirsiz bir rüzgâr önünde savrulan yapraklar gibi darmadağın olduğu bir süreçten geçiyoruz. Kimileri şahane önsezileri ve kıvrak omurgalarıyla tam bir uyum sağlamış durumda yükselen yeni değer yargılarına ve bu uyumun getirilerinin kaymağını yemekle meşguller. Çünkü hayal bile edemeyecekleri verimli ve geniş bir ufuk açılmış önlerinde. Belki de bu sebeple toplumdaki tahammülsüzlük kimsenin dikkatini bile çekmiyor. Edebiyat eserleri için söylenen bir şey vardır: En gerçekçi değerlendirmeleri yapmak için suların biraz durulmasını beklemek gerekir, derler. Şahsen ben döneminin yarattığı dalgalanmalar içinde okuduğum bir romanın, çok sonraları okuduğumda bende yarattığı farklı etkiye bakarak bu sözün doğruluğuna inanmışımdır. Belki bugünü doğru değerlendirmek için de yarınlara ihtiyacımız var. Aslında yazımın amacı bir suçlu aramak da değil, sadece bazı değerlerin nasıl yok olup gittiğine dikkat çekmek. Eğer bu ülkede yaşıyor ve bu ülkede bir gelecek düşlüyorsak her birimiz aynaya bir kez daha bakmalıyız. Öfkelerimizle yüzleşerek, gerçekten empati yaparak, kendimiz için istemediğimizi başkasına da uygun görmeyerek, bencilliklerimizi törpüleyerek, yaratılmışların en şereflisi denilen “insan”a yakışır şekilde yaşayarak. Kim bilir belki o zaman hayat, gerçekten daha yaşanılır ve yarın, umutlanmaya değer bir kavram olarak yeniden inşa edilir önümüzde. TÜBİTAK Bilim, Özel ve Teşvik Ödülleri 2012 yılı TÜBİTAK Bilim, Özel, Hizmet ve Teşvik Ödülleri ile TÜBİTAKTWAS Teşvik Ödüllerini, Tübitak Bilim Kurulu şöyle dağıttı: Buna göre, Bilim Ödülü Prof. Dr. Z. Özlem Keskin Özkaya, Prof. Dr. Hasan Tayfun Özçelik ve Prof. Dr. Şakir Ziya Öniş, Özel Ödüle ise Prof. Dr. A. Galip Ulsoy’a verildi. Ülkemizde yaptıkları çalışmalarla bilime uluslararası düzeyde katkıda bulunan ve hayattaki bilim insanlarına verilen Bilim Ödülü için 2012 ödül miktarı 50 bin lira, altın plaket ve ödül beratından oluşuyor. Bilim Ödülü sahiplerine ayrıca araştırma desteği veriliyor. BİLİM ÖDÜLÜ Mühendislik Bilimleri: Prof. Dr. Z. Özlem Keskin Özka CBT 1326/ 13 17 Ağustos 2012 Bilim Ödülü eşdeğeri olarak oluşturulan Özel Ödül, yurtdışında yaptığı çalışmalarıyla bilime uluslararası düzeyde katkıda bulunan, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, hayattaki bilim insanlarına veriliyor. Özel Ödül için 2012 ödül miktarı 50 bin lira, altın plaket ve ödül beratından oluşuyor. Teşvik Ödülü ise, ülkemizde yaptığı çalışmalarla bilime gelecekte uluslararası düzeyde önemli katkıda bulunabilecek niteliklere sahip olduğunu kanıtlayan ve ödülün verildiği yılın ilk gününde 40 yaşını geçmemiş hayattaki bilim insanlarına veriliyor. Teşvik Ödülü için 2012 yılı ödül miktarı 20 bin lira, gümüş plaket ve ödül beratından oluşuyor 2012 Yılı TÜBİTAK Bilim, Özel ve Teşvik Ödüllerini Kazanan Bilim İnsanları ya Sağlık Bilimleri: Prof. Dr. Hasan Tayfun Özçelik Sosyal Bilimler: Prof. Dr. Şakir Ziya Öniş Mühendislik Bilimleri: Prof. Dr. A. Galip Ulsoy ÖZEL ÖDÜL TEŞVİK ÖDÜLÜ Temel Bilimler: Yrd. Doç. Dr. Menderes Işkın, Prof. Dr. Ahmet Sarı Mühendislik Bilimleri: Yrd. Doç. Dr. Mehmet Atilla Taşdelen; Doç. Dr. Ömer Civalek, Doç. Dr. Ali Koşar Sağlık Bilimleri: Prof. Dr. Muşturay Karçaaltıncaba, Doç. Dr. Fatih Tanrıverdi, Doç. Dr. Mehmet Birhan Yılmaz Sosyal Bilimler: Prof. Dr. Ali Ekber Akgün, Prof. Dr. Ümit Özlale, Yrd. Doç. Dr. Katja Doerschner
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle