Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
savunmaktır, dedim. İyi insanların dürüstlüğe verdikleri değer, bilginlerin bilime verdikleri değerden daha yüksektir.” (s.5) “Dış görünüşümüz, davranışlarımız, her zaman yüreğimizdeki eğilimlerin tam bir belirtisi olsaydı, gerçek felsefe, filozof adını taşıyanların hepsinde bulunsaydı, bizim aramızda yaşamak ne tatlı şey olurdu!” (s.9) “Akademilere girmek şerefini kazanmak isteyenler kendilerini düzeltmeye, lekesiz bir ahlak ve yararlı eserlerle bu şerefe layık olmaya çalışacaklardır. Edebi değeri mükafatlandırmak için açtıkları yarışmalarda yurttaşların yüreklerinde erdem sevgisini uyandıracak konuları seçmesini bilen akademiler bu sevginin kendilerinde yaşadığını gösterecek ve insanlara yalnız güzel bilgiler değil, yararlı öğütler de veren bilginleri bir arada görmek, milletler için bulunmaz ve doyulmaz bir zevk olacaktır.” (s.29) “Bacon’lara, Descartes’lara, Newton’lara, insanların bu ünlü rehberlerine kimse rehberlik etmemiştir. Hangi rehber onları dehalarının götürdüğü yere götürebilirdi? Küçük hocalar, onların düşüncesini kendi dar kafalarının çemberine sokup daraltmaktan başka bir şey yapamazlardı. Onlar çalışmayı ilk rastladıkları zorluklardan öğrenmişler ve aştıkları büyük mesafeleri bu zorlukları yene yene aşmıştı. Bilim ve sanatlarla uğraşmalarına izin verilecek kimseler, kendilerinde büyük ustaların izlerinde yürümek ve onlardan ileri gitmek kudretini bulan sayılı insanlar olmalıdır. İnsan zekâsının anıtlarını dikmek yalnız bu birkaç kişinin hakkıdır.” (s.32). “Krallar gerçek bilginlere saraylarında şerefli mevkiler versinler; insanlara hikmeti öğretecek olan bu bilginler halkın mutluluğu için çalışmakla layık oldukları en güzel mükafatı görmüş olsunlar; işte o zaman erdemin, bilimin ve iktidarın soylu bir yarışma hırsı ile gayrete gelerek insanları mutlu etmek amacıyla birleşip anlaşarak neler yapabileceklerini görürüz. Ama iktidar bir yanda, bilgi ve hikmet diğer yanda kaldıkça, bilginler büyük şeyleri pek az düşünecekler, krallar büyük işleri pek az başaracaklar ve halk yoksul, ahlaksız, mutsuz bir durumda yaşayıp gidecektir.” (s.33) ha çok bilimin prestijinden demagoji yaparak yararlanma yoluyla gerçekleşiyordu. CBT 1325/9 10 Ağustos 2012 JJ Rousseau’nun Bilimler ve Sanatlar Üstüne Söylev’i birçok yönden yorumlanabilir. Çünkü bu söylevinden düşünürün birçok soruna bakış tarzı anlaşılabilmektedir. Onun düşüncesinin temelinde yatan ana tema, insanlar arasındaki eşitsizliğin kaynakları sorunudur. Biz Rousseau’nun, eşitsizliklerin kaynağında özel mülkiyetin varlığını gördüğünü biliyoruz. Bu söylevde mülkiyet sorunu üzerinde durmuyor. Fakat bilimler ve sanatlar sorununa da bir eşitsizlik kaynağı sorunu olarak yaklaştığı görülebiliyor. Örneğin lüks yaşam eğilimi, insanlar arasındaki eşitsizliğin artmasının nedenlerinden biridir ve Rousseau’ya göre bu eğilimi yaratan da bilimler ve sanatlardır. Burada belki yanıltıcı görülen ifadeler, düşünürün bilimleri ve sanatları topyekun kötüleyen ifadeleridir. Rousseau’nun bu şekilde ifade etmesinin nedeni, gerçek bilim insanlarının sayısının ve halkın doğrudan mutluluğuna yarayacak bilimsel çalışmaların miktarının az olmasından kaynaklanmaktadır. Nitekim gerçek bilim insanlarına ve çalışmalarına övgüyü esirgemiyor. Anladığımıza göre bilim ve sanat mensubu olma kisvesine bürünmüş fakat ahlaki çürüme içinde olan ve halkı küçümseyen ve onlar için hiçbir katkıda bulunmayan kimseleri eleştiriyor. Eğitim sisteminin yanlışlıklarından ve zararlarından bahsediyor. Rousseau’nun insanlar arasındaki eşitsizliğin giderilmesinin bir aracı olarak en önem verdiği şeylerden birinin eğitim olduğunu da biliyoruz. Bilimlere ve sanatlara kesin olarak karşı olan birisinin eğitime de karşı olması gerekirdi. Oysa Rousseau’nun düşüncesinde iyi ve halka yararlı eğitim en temel gerekliliklerden biridir. Fakat Rousseau’nun erdemli olmaya, bilimden daha fazla değer verdiği de şüphesizdir. Çünkü ona göre “bilimin kötülüklerinden” halkı kurtaracak olan erdemden başka bir şey değildir. Burada elbette 1749 Avrupasında bilimin kötüye kullanımı düşüncesi ve sorunuyla da karşılaşmış oluyoruz. Burada bilimin kötüye kullanımı, günümüzde yaygın biçimde olduğu gibi teknoloji aracılığıyla değil fakat da ANA TEMA: EŞİTSİZLİK Rousseau, lüks düşkünlerine, insanları bilimsel kimlikle aldatarak mevki sahibi olanlara, halkı yoksul bırakanlara karşı büyük bir öfke duymaktadır. O, gerçekte asıl ilerleyen şeyin bilimler ve sanatlar olduğunu görmekte fakat bu gelişmelerin kaçınılmaz sonucu gibi gördüğü ahlaki çürümeye karşı duyduğu tepkiyi, bilimlere ve sanatlara karşı yöneltmiş gibi görünmektedir. Burada kanımca Rousseau’nun bu düşüncelerinin, 1749 Avrupasındaki bilimsel gelişmelerin henüz halkın hayatını önemli ölçüde rahatlatacak bir düzeyde olmamasıyla da ilgisi vardır. Nitekim Rousseau bilimin halkın yaşamına olan katkısını küçümsemektedir. (s.21) 1749 Avrupası, bilimin öneminin anlaşıldığı ve prestijinin yükseldiği fakat henüz çok sayıda gerçek bilim insanının bulunmadığı ve bilimin bazı sonuçlarının halkın yaşamına yansımadığı bir dönemdir. (Bilimin sonuçlarının Avrupa’da halkın yaşamını köklü bir biçimde dönüştürdüğü dönem, 19. yüzyılın ikinci yarısıdır.) Dolayısıyla Rousseau’nun hedef aldığı bilim ve sanat insanları da eleştirilmeyi hak eden kimselerdi. Böyle bir ortamda Rousseau, bilimlerin ve sanatların terk edilmesini önermiyor fakat bu etkinliklerin erdemli bir şekilde sürdürülmesini ve toplumda ahlaki çürümeye karşı önlem alınmasını öneriyor. Dijon Akademisi’nin bu söylevi ödüllendirmesinin ardındaki mantığın da bu olması gerekir. Bu akademinin bilim karşıtı bir söylevi birinci seçmesi düşünülemez. Ayrıca, Rousseau, bu söylevini akademiye teslim etmeden önce dostu Diderot’ya okutmuş ve onun onayını almıştır. Kendisi de bir bilim insanı olan Rousseau, bilime karşı değildi. Onun anlatmak ve yapmak istediği şey, bilimlerin ve sanatların gelişmesinin dolaylı zararlı sonuçlarından halkı korumaktı. Ayrıca yoksul halkın gerçek bilimsel düşüncelere ulaşamaması da (bu onun için aynı zamanda bir ahlaki sorundu) onu rahatsız ediyordu. Rousseau’yu Aydınlanma’nın en büyük düşünürlerinden ve Fransız Devrimi’nin de en büyük hazırlayıcılarından biri yapan özelliği, insanlar arasındaki her türlü eşitsizliğin kaynaklarına etkileyici bir biçimde yönelmiş olmasıydı. Kaynak: Bilimler ve Sanatlar Üstüne Söylev, JeanJacques Rousseau, Fransızca aslından çeviren: Sabahattin Eyüboğlu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1. Baskı Mart 2007 İstanbul. BİLİM VE HALKA KATKISI ODTÜ Senatosu'ndan Özgürlükler duyarlığı Orta Doğu Teknik Üniversitesi Senatosu 31 Temmuz 2012 tarihindeki toplantıda aldığı karar doğrultusunda aşağıdaki duyuruyu yayımladı: Ü lkemizde süregelen kimi soruşturma, tutuklama ve baskılardan hak ve özgürlüklerin de yara aldığı bilinen bir gerçektir. Bu bağlamda, bilim insanlarına, öğrencilere ve basın mensuplarına yönelik bu tur uygulamalarla akademik değerlerin ve ifade özgürlüğünün gerilediği görüşü, yurtiçinde ve yurtdışındaki akademik çevrelerde de yaygın olarak paylaşılmaktadır. Haberleşme özgürlüğünün yaygın bir biçimde ihlal edildiği endişesi, iddianamelerde delil olarak kullanılan bazı belgelerin gerçek olmadığına yönelik tespit ve kanıtlar, hangi gerekçeyle yargılandıkları belli olmayan öğrenci, bilim insanı, basın mensubu ve kamu görevlisi sayılarının sürekli olarak artması kaygıyla izlediğimiz gelişmeler arasındadır. Kendi iradesi ile yurtdışından gelerek ifade veren ve bulunduğu konum itibarıyla delil karartması mümkün olmayan insanların bile tutuklu olarak yargılanmaları ve tutukluluk sürelerinin kabul edilemez şekilde uzaması ile yargılama sürecinin kendisinin bir cezalandırma aracı haline gelmesi, ülkemizde ağır bir baskı ortamı oluşturmakta ve kamu vicdanını rahatsız etmektedir. Üçüncü yargı paketi, bu sorunları ortadan kaldırmamıştır. Temel hak ve özgürlüklere saygı, farklı görüşlere tahammül, çoğulculuk, açıklık, hukukun üstünlüğü gibi demokrasi ilkelerinin ülkemizde tam olarak hayata geçirilememesinden büyük kaygı duyuyoruz. Son dönemlerde genel uygulama haline gelen tutuklu yargılamalara, uzun süreli tutuklamalara, baskı unsuru haline gelen yaygın dinleme, sorgulama ve kovuşturmalara son verecek, 2000'li yıllarda ülkemizi hala insanların fikir suçlarından ötürü yargılandığı bir ülke görünümünden kurtaracak, uluslararası standartlara uygun adil yargılanma koşullarını gerçekten sağlayacak adımların en kısa sürede atılmasını öncelikle bekliyor, hak ve özgürlükler alanının evrensel değerlere uygun biçimde düzenlenmesini istiyoruz. D Ü NY A G Ö S T E R G E L E R İ Uranyum ve Nükleer Enerji Dünya üzerinde ihtiyaca yetecek kadar uranyum var. OECD Nükleer Enerji Ajansı ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (IAEA) hazırladığı bir rapora (http://www.oecdnea.org/press/2012/201205.html) göre bugün tespit edilen kaynaklar ve halihazırdaki talep düzeyi göz önüne alındığında daha 100 yıl yetecek kadar uranyum bulunuyor. Ayrıca yeni kaynakların bulunacağını varsayarsak, 100 yıl ilerisi için de kaynakların yeterli olacağını düşünebiliriz. Ne var ki bu arada fiyatlar sürekli artıyor. 2007 yılında en yüksek değere ulaşan (pound başına 136 dolar) fiyatlar kredi krizini izleyen günlerde diğer ürünlerle birlikte yeniden inişe geçti. Bugün spot fiyatları pound başına 50 dolar civarında seyrediyor. Nükleer enerji geçen yılki Fukuşima felaketinden sonra bir gerileme dönemine girdi. Bunun sonucunda gelecekte nükleer enerji talebinin ne gibi bir seyir izleyeceği konusunda sağlıklı bir tahmin yapılamıyor. Kanada’nın Cameco adı verilen maden şirketi dünya uranyumunun %16’sını üretiyor. Bazı kaynaklar, fiyatların bu yılın sonuna doğru pound başına 70 dolara çıkacağı tahmininde bulunuyor. Bunun nedenlerinin başında yükselen piyasalardaki artan talep geliyor. Özellikle Çin, Hindistan, Güney Kore ve Rusya, talep artışında başı çekiyor. 2020 yılına kadar Çin nükleer üretim kapasitesini üç misline çıkartmayı planlıyor. OECD/IAEA raporuna göre ise dünyanın nükleer elektrik üretim kapasitesi 2035 yılında %44 oranında artacak.