Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ZÜMRÜTTEN AKİSLER A. M. Celal Şengör daha fazla su buharı içeriyor. Daha ince ozon tabakası da daha fazla zararlı morötesi ışın geçirdiği içinkuzey yarımküredeki yoğun nüfuslu bölgelerde cilt kanseri riski de artabilir. Ozon tabakasının yakında kendini yenileyeceği tahmini önemli bir yanlıştı, diyor Harvard Üniversitesi’nden James Anderson. Gerçi flüor hidrokarbür ozona zarar veren diğer halojen bileşimleri artık önemli ölçüde azaldı ama atmosferde yine de bu bileşimlere ait yeterli klor bulunuyor. Buna su buharı da ilave olunca, belli başlı koşullarda stratosferdeki ozonun indirgenişini tetikleyebilir. Uygun koşullar genelde Kuzey ve Güney kutupları üzerinde oluşmakta, ama Anderson ve ekibi, orta enlemlerdeki fırtınalarda da klor radikallerinin oluşabileceğini buldu. dan daha eski. Güney Afrika’daki San kültürü, bilindiği gibi 20.000 değil 40.000 yıl önce gelişmiş. Yeni tarihler, mağara buluntularının yeni analizleriyle elde edildi. Bordeaux 1 Üniversitesi’nde Francesco d’Errico ve ekibi, her şeyden evvel işlenmiş dişleri, üzerleri çentikli kemikler ve devekuşu yumurtasından işlenmiş boncukları incelemiş. Buluntular Swaziland sınırındaki Border Cave mağarasında bulunmuş. Güney Afrika’da yaşayan San toplumu, ilk modern avcı ve toplayıcı kültürlerinden sayılıyorlar. Avlanmak için zehirli ok uçları, kök toplamak için taşlarla ağırlaştırılan kazıyıcı sopalar ve sayı saymak için de çentikli sopalar kullanıyorlardı. Afrika’da günümüzde de hâlâ San kültürüne ait gruplar yaşıyor ve bunların bazıları geleneksel yaşam biçimlerini de korumuşlar. Karbon içerikli malzemeli paçavraya benzer bir maddenin örneğin 40.000 yıllık bir bal mumu bezi olduğu ortaya çıkmış. Bu bez bir olasılıkla mesela taş veya kemik gibi sert bir nesneyi bir sopaya tutturmak için kullanılıyordu. Araştırmacılara göre bu insanlar tarafından kullanılan en eski balmumu. Yaklaşık olarak 40.000 yıllık olan kazıyıcı sopa da Afrika’daki türünün en eski örneği diyor bilim insanları. Şu sırada aklım fikrim, bilimin ülkemdeki geleceğinde. Profesör Kemal Gürüz, hiçbir suçlama olmadan ve tutuklama nedeni gösterilmeden 25 Haziran’dan beri hapiste. Dünyada bunu duyanlar kulaklarına inanamıyor. Her Gün Yaşadığım Kâbustan Bazı Kesitler Tabii bunun hukukla falan artık herhangi bir ilgisinin olmadığını herkes anladı: Gazeteciler yazıyor, bilim insanları söylüyor, onunla yakın çalışmış arkadaşları isyan ediyor: Kemal sistematik yürütülen bir İslamcı intikam kampanyasının kurbanı olmuştur. (Hüseyin Çelik Bey kendini tutamadı, bunu ağzından kaçırdı: Daha ne diyelim!) İzlenim şudur: Onu içeri atan yargıç ve savcılar ya bizzat bu kampanyanın parçaları ya da daha önceki birkaç örneğe bakıp korkmaktalar. Her durumda da isimlerini Türk hukuk tarihine kapkara harflerle yazdırdılar. Gazetelerde yazan ve televizyonlarda konuşan hukukçular ve bu arada mesela hukuk tahsili görmüş ve günümüzdeki iktidara çok da uzak olmayan bazı köşe yazarları bile Kemal’in tutuklanmasına ‘pes’ demişlerdir. Ancak Kemal’in tutuklanması ülkemizde başgösteren pek korkunç ve korkarım ki ölümcül olan bir hastalığın sadece bir tezahürü, tıbbi lisanda semptomudur. Bu hastalık cehaletin yönetimde ve halk içinde muteber olmasıdır. Yıllar önce, dostum ve hocam Profesör Doğan Kuban, gene bu dergide, «Ani Çöküş Kuramı» diye bir yazı yayımlamıştı. Yazısının ana fikri, cehaletin egemen olduğu toplumlarda, toplum mekanizmasının orasında burasında aksaklıkların baş göstereceği ve sonunda tüm bu aksaklıkların bir araya gelerek toplumu birdenbire çökerteceği idi. Dışarıdan bakan bu çöküşün aniden ortaya çıkan sebeplerle olduğunu sanacaktır. Halbuki cehalet uzun zamandan beri toplumu içinden kemirerek dayandığı payandaları yok etmektedir. Bu süreç kritik bir noktaya ulaşınca toplum küt diye çöker. Gene hukuktan başlayayım: Balyoz davasını olabildiğince yakından izlemeye çalışıyorum çünkü orada sanık olan Hava Kuvvetleri personelinin büyük ekseriyetini, Deniz ve Kara kuvvetlerimizden de bazılarını yakından tanıyorum. Kendilerine isnat edilen suçların iftira olduğu konusundaki inancım tam. Mahkemelerde gördüklerim ise inanın tüylerimi diken diken ediyor. Zaten bu mahkemelerin kullandığı 1500 «delilin» düzmece olduğunu gazeteler bangır bangır bağırıyor. Bu şartlarda bu davanın çökmemesi ve bu davayı bu inanılmaz şartlarda düşürmeyerek bu kadar uzatan bir mahkeme heyeti, uygar bir ülkede olabilecek bir olay değil. Gelelim İstanbul’un sorunlarına: İnsanlığın gözbebeği bir şehir yirmi senede nasılbu kadar yaşanmaz bir hale getirilebilir. Ama burada suçun tamamını AKP’ye yüklemek tarihi inkar olur. Felaket Demokrat Parti zamanında başladı. Ondan sonra gelen hem sağcı hem solcu hükümetler ve belediyeler aynı cehalet seviyesini paylaştıkları için bu canım şehri oy uğruna perişan ettiler. Bir CHP belediyesi döneminde Teknik Üniversite’nin arazisi gecekondularca işgal edilmiş, şimdi orada bir semt türemiştir. Bunu uygar bir memlekette anlatsanız şaka sanırlar. Samsun TOKİ rezaletine ne buyurulur? Böyle bir olay ilk defa mı oluyor? Her sene aynı rezalet İstanbul’un göbeği Haliç’te yaşanmıyor mu? Sel ve heyelan neredeyse her ay başka bir ilimizde can alıp mal parçalamıyor mu? Kendisine acil ihtiyaç olmasına rağmen üniversitelerimizde coğrafya biliminin can çekiştiğini görüyoruz. Ama YÖK’ün esas meselesi imam mektebi mezunlarını üniversitelere doldurmak ve üniversitelerin başına İslamcı veya onlara yakın kişileri rektör etmek (Bir zamanlar solcular aynı ayrıcalıktan istifade ederlerdi; onların da, bilimsel açıdan baktığınızda, kalite olarak şimdikilerden pek farkları yoktu. Kemal Gürüz bu durumu değiştirmeye kalktı: Önce YÖK Başkanlığı’ndan gönderildi ve sonunda soluğu hapiste aldı, çünkü onu ne sağcılar ne solcular sever; yani Meclis’te dayısı yoktur ki, sırf bu bile ona büyük şeref kazandırır). Ya ÖSYM, SBS? Göz göre göre zaten beş para etmeyen üniversitelere ve liselere girmeye çalışan, bu uğurda kendileri gençliklerini, aileleri servetlerini heba eden insanlarla alay eder gibi sorular ve cevaplar parklardan toplanıyor ve bunun sorumluları sırıtarak hâlâ oturduğu yerde oturmakla kalmıyor, halkın «bizi adam gibi yönet» diyerek oy verdiği başbakan bu zevata arka çıkıyor. El insaf derler. Bunu uygar memleketten birisine anlatın, kâbus gördüğünü sanır. Düş(ürül)en Fantom? Ona girmeye cesaret bile edemiyorum, çünkü aklımı bozacağım. Bu konuda Ertuğrul Özkök’ün Dışişleri Bakanımız Beyefendi hakkındaki enfes yazılarını tavsiye ederim. Fakat sevgili yurttaşlarım: Sorun bizde aslında. Çünkü biz «adam gibi yönetilmek için» oy vermiyoruz. Karşımızdaki aptalca saplantılarımızı paylaşıyor mu, paylaşmıyor mu, ona göre oy veriyoruz. İslamcı hep İslamcıya, sağcı hep sağcıya, solcu hep solcuya oy verirse, Doğan Kuban’ın çöküşü tamamlanır ve yakında Türkiye diye bir ülke kalmaz. O zaman hoş geldiniz başını şimdiden göstermiş olan cehenneme. Darwin kuramını tiye alan salaklar o zaman görürler doğal seçilim nasıl çalışıyor. Stanford Üniversitesi bilim insanları ilk kez bilgisayarda tüm bir organizmanın simülasyonunu gerçekleştirdi. Araştırmacılar bu amaçta Mycoplasma genitalium bakterisiyle ilgili dokuz yüzü aşkın bilimsel çalışma inceledikten sonra, hücrede deneysel olarak kanıtlanan 1900 süreci saptadı. Her biri bir yazılım modülünü çalıştıran 28 algoritmayla, bir Mycoplasma genitalium bakterisine ait 525 geninin işlevi bir simülasyonda canlandırıldı. 28 modül, simülasyonun her adımında birbiriyle iletişime giriyor ve bu bakterinin gerçek davranışlarına çok benzer bir bütün oluşturuyor. E.coli gibi organizmaların da bilgisayar modelleri üretilebilecek. Mycoplasma genitalium, en küçük genoma sahip olması nedeniyle simülasyon için çok uygun. İnsanın genital sisteminde ve solunum yollarında yaşayan bakteri bazı iltihaplanmalarda rol oynuyor. Araştırmacılar, organizmaların simülasyonları sayesinde gelecekte, canlı deney hayvanlar üzerinde çalışmadan değişimleri canlandırabilmeyi umuyor. Bilgisayar modelleri uzun vadede özellikle de metabolizma hastalıklarının simülasyonları ve tedavileri için kullanılacak. Simülasyon için işlenen veri miktarı büyük. Daha gelişkin organizmaların karmaşıklığı bu yüzden halihazırdaki olanakları aşıyor. E.coli bile 4.288 geniyle Mycoplasma genitalium’dan çok daha karmaşık yapılı. Özellikle de süreçlerin karşılıklı etkileşimleri araştırmacılar için sorun yaratıyor. Bir bakterinin metabolizması “canlandırıldı” Foklarda yeni bir grip virüsü Foklarda tespit edilen bir grip virüsü insanlara San kültürü bilinenden daha eskiymiş İnsanlığın en eski kültürlerinden biri sanılan Nilgün Özbaşaran Dede nozbasaran@yahoo.com CBT 1325/ 7 10 Ağustos 2012 da bulaşabilir. Çünkü memelilere uyum sağlayan virüs, beş hayvanın incelenmesi sonucunda anlaşıldığı gibi onu kolayca bulaşıcı hale getirecek mutasyonlara da sahip. Söz konusu beş fok, 2011 yılında New England’da meydana gelen toplu ölümler arasında yer alıyordu. Bu hayvanların dokusunda H3N8 virüsüne rastlanmış. Bu virüs kökü tamamen yeni özelliklere sahip diyor bilim insanları mBio dergisinde. Yeni virüs gerçi bir kuş gribi virüsüne ait ama yepyeni özellikler kazanmış. Bunlardan biri virüse, insanın solunum yolları hücrelerindeki bir proteine saldırmasına izin veriyor. Yeni enflüenza köklerinin ortaya çıkışı hep bir endişe nedeni oldu, diyor Columbia Üniversitesi’nden Simon Anthony. Özellikle de bu tür bir virüsün bir memeliye bulaşması endişe vericidir. Bilindiği üzere H3N8 grip kökü, 2002 yılından bu yana Kuzey Amerika’daki kuşlarda görülen kuş gribi virüsünden gelişmiş. Fakat virüs hem kuşların hem de memelilerin hücrelerine saldıracak şekilde değişimden geçmiş. Genetik analizler, H3N8’in şimdiden üç mutasyon geçirdiğini göstermiş. Bu değişimler insanda görülen H3N1 grip virüsünde de var. H3N8 virüsü ayrıca tıpkı insana uyum sağlayan H3 grip köklerine benzer bir bağlantı motifine sahip. Bu da grip salgını için önemli bir tetikleyici olarak kabul edilmekte. Yeni grip kökünün varlığı bu yüzden sorun yaratabilir ki bu nedenle de çok iyi izlenmesi gerekiyor diye uyarıyor araştırmacılar.