16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

TÜBA’nın ilk başkanı istifa etti Türkiye Bilimler Akademisi’nin (TÜBA) ilk başkanı Prof. Dr. Ayhan Çavdar’ın 30 Haziran 2012 tarihli TÜBA Şeref Üyeligi’nden istifa mektubunu yayımlıyoruz. TÜRKİYE BİLİMLER AKADEMİSİ SAYIN BAŞKANLIĞI’NA 30 HAZİRAN 2012 İLGİ: Türkiye Bilimler Akademisi’nin (TÜBA) ilk on kurucu üyelerinden birisi ve ilk başkanı olma onurunu taşıdığım bu kuruma karşı reva görülen ve tüm dünyanın saygın bilim akademilerince protesto edilen siyasal nitelikli müdahaleler nedeniyle şeref üyeliğinden istifa ettiğimin bildirilmesine ilişkindir. lerinin yapıtlarına dayanılarak, doğa bilimleri, matematik ve tıp alanlarındaki dersler okutulmuşsa da sonradan bu derslerin okutulup öğretilmesinden vazgeçilmiştir. Büyük matematik ve astronomi bilgini Uluğ Bey’den ve Kadızadei Rumi’den matematik ve astronomi öğrenen ve Fatih Sultan Mehmet’in istemiyle, Ayasofya Medresesi’nde müderrislik de yapmış olan Ali Kuşçu, Uluğ Bey’in yarım kalan çalışmalarını tamamlamış, İstanbul’un enlem ve boylamlarını hesaplamış ve Osmanlı bilimine büyük katkılarda bulunmuştur. Ali Kuşçu’nun öğrencilerinden matematikçi “Molla Lütfi”, öğrencilerine ders verirken Hazreti Ali’ye atfen “Savaş sırasında vücuduna bir ok saplanırsa, bunun çıkartılmasının namaz anına rastlatılmasını ve o sırada vecd ve huşu içinde bulunacağından ağrı ve acıları hissetmeyeceğine” ilişkin beyanını dile getirdiği zaman Molla Lütfi, Hıristiyan astronom Theo’nun kızı matematik bilgini Hypatia’nın (M.S. 370 yılında) Mısır’daki yerel Başpiskopos Kyril’in fetvasıyla, İskenderiye’de halk tarafından linç edilmesi gibi) 1494 yılında Sultanahmet’teki At meydanında idam edilmiştir. Osmanlı tarihinin en parlak matematik ve astronomi bilginlerinden Takiyüddin Efendi (15201585), Sultan III’ncü Murat’ın hocası Saadettin Efendi’nin desteği ile Galata’da bir rasathane inşa ettiği zaman dönemin Şeyhülislamı Ahmet Efendi’nin “gözlem yapmak uğursuzluk getirir... evrenin sırlarını küstahça anlamaya teşebbüsün vahim sonuçları çok açıktır vb.” gibi bir fetvası üzerine bu rasathane padişahın iadesiyle, Kaptanı Derya Kılıç Ali Paşa’nın denizden topa tutması suretiyle yıktırılmış (22 Ocak 1580) ve yeni rasathane ancak (1911 yılında) yapılabilmiştir. Ne var ki , astronomik gözlemlerden elde edilen bilgiler daha çok ibadetlerin gün ve saatlerinin saptanması ve saray müneccimlerine veri sağlanması için kullanılmıştır. Matbaanın Osmanlı topraklarında kullanılması, icadından itibaren, 277 yıl sonra, “dini risale basılmaması önkoşulu” ile mümkün olabilmiştir. Büyük Türk İslam bilgini (Mecellei Ahkami Adliye’nin müellifi) Ahmet Cevdet Paşa’nın kızı Fatma Aliye Hanım’ın yazmış olduğu Ahmet Cevdet Paşa ve Zamanı adlı kitabında, babasından çekindiği için Fransızcayı gizlice öğrendiğini ve babasının da, medrese hocalarından çekindiği için Fransızcayı gizlice öğrendiğini yazmış olması, o dönemde egemen olan karanlık zihniyetin en çarpıcı anlatımı olmuştur. Osmanlı döneminde Avrupa dillerinden birisinin öğrenilmesi günah sayıldığından kamu görevlerinde bu yabancı dillerden birisinin bilinmesi gerektiği hallerde, “gayrimüslim” cemaatten yararlanılması, Osmanlı sırlarının, yabancı elçilik mensupları arasında para ile alışveriş konusu edilmesini bile olağan kılmıştır. Osmanlı döneminde bilimin karşısında yer alan, “gâvur icadıdır istemezük, şeriat isterük” vb. gibi saymakla bitmeyecek derecede çok ilkelliklerin varlığı, Osmanlı ordularının Viyana önlerinden Sakarya gerilerine kadar itile kakıla sürülmeleri ve 19 Mayıs 1919 tarihinde, dünyada tutsak olmayan bir tek İslam devletinin kalmaması ile sonuçlanmıştır. Günümüzde arka arkaya çıkarılan yasalar ve yasa hükmündeki kararnamelerle, ilköğretim çağındaki çocuklarımızın kaderlerinin, kutsal kitabımızın anlam ve içeriğini bilmeyen, kerameti kendilerinden menkul, cahil mollaların ellerine terk edilmesi vb. gibi olumsuz gelişmeler karşısında geçmişte yaşanan böylesine anlamsız deneyim ve olguların bazı çevreler tarafından yeniden ihyasına ve neticeten, emperyalizmin pençesine yeniden düşmemize neden olabilecektir. Cumhuriyet dönemindeki sınırlı kaynaklarımıza karşın, petrol denizleri üzerinde yaşayan birçok “petrodolar zengini” Arap devletlerinin yanında. Devletimizin kurucusu ve halkımızın kurtarıcısı büyük önder Atatürk’ün yarattığı aydınlık ortamda gelişen bilimsel ve teknolojik atılımlar, Cumhuriyetin ilk on yılında doğan bir bilim kadınının, Türkiye Bilimler Akademisi’nin (TÜBA) ilk on kurucu üyesi arasında yer almasına ve dünyanın ilk kadın bilimler akademisi başkanı olmasına yol açmışsa, bu, büyük önderin önümüze “gümüş tepsi” içinde sunduğu laik, demokratik, sosyal hukuk devleti sayesinde olmuştur. Bu koşullarda, Türkiye Bilimler Akademisi’nde Şeref Üyesi olarak kalmam mümkün olamayacaktır. İstifa zorunda bırakılmış olmaktan son derece üzgünüm ve başkaca bir seçenek de kalmadığından gerekli işlemin yapılmasını, saygı ile arz ve rica ederim. Selçuklu devletinde (Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu devletlerinde) bilimin önündeki en önemli engeller, kendilerini “İslamın hamisi sayan bazı ‘sözde’ İslam Âlimleri” olmuştur. Bu bağlamda Selçuklu sultanlarından Mesut İbni Muhammed’e vezirlik bile eden büyük kimya bilgini “Tugrai” altmış yaşından sonra, “münkirlik” suçlaması ile Tahran’da idam edilmiştir. Savaşlarda ilkel silah, araç ve gereçlerin kullanıldığı dönemlerde, bilek ve yürek gücüne sahip olan ve iyi at binen Türkler, İslam dinini dünyanın ulaşılabilen her köşesine götürüp yaymışlarsa da bilim ve teknolojiden uzak kalındığı dönemlerde, Avrupa devletleri, kilisenin zincirlerini kırmışlar, bilimsel ve teknolojik gelişmelerin önünü açmışlar ve toplumların üzerindeki kilise baskılarını azaltmışlar ve “Sanayi Devrimi’ni gerçekleştirerek ekonomik gelişmelerini hızlandırmışlar ve ulusal güçleriyle birlikte askeri güçlerini de artırarak, Avrupa’daki büyük devletlerin (“Düveli Muazzama”nın) oluşumunu sağlamışlardır. TARİHİMİZDEKİ BİLİM KIVILCIMLARI VE AKIBETLERİ Osmanlı devletinde “temel eğitim kurumları” sınırlı sayıdaki “medreseler” idi. Osmanlı medreselerinde XVI ncı yüzyıla kadar “İbni Sina, Biruni ve Farabi” gibi Türk düşünür ve bilgin OSMANLI DÖNEMİ VE CUMHURİYET DÖNEMİNDE BİLİM VE TÜRKİYE BİLİMLER AKADEMİSİNİN OLUŞUMU si) Em. Prof. Dr. Ayhan Çavdar (Türkiye Bilimler Akademisi ilk Başkanı ve Şeref Üye CBT 1325/19 10 Ağustos 2012 sınırsız olmaması insanları ister istemez yeni arayışlara yöneltmektedir. Bu arayış eski çağlardan bu yana süre gelmiştir ve bilimi temel alan uluslar insanlarının mutluluğuna daha kalıcı çözümler bulmayı başarmışlardır. İnsanlık var oldukça bilimden vazgeçilemez çünkü insanın kendisini ve dünyayı anlama edimidir. Doğu toplumları dinsel dogmaların etkilerinden uzak oldukları dönemlerde bilimsel varlık göstermişlerdir (Batılı bilim insanları da Yunan uygarlığının ve Rönesans’ın bu gelişmelerden etkilendiğini kabul ederler) ancak 17 yüzyıldan sonra Rönesans’la birlikte bilimsel ağırlığın Batı toplumlarına geçmesi Batı’yı günümüzdeki konumuna getirmiştir. Bilimsel bilgi sayesinde sağlık, teknoloji, yaşam bilimleri başta olmak üzere birçok alanda Batı’nın üstünlüğü ortadadır. Ancak bilimin sağladığı ekonomik olanaklara karşın Batı ve tüm dünya insanlarının mutlu oldukları söylenebilir mi? Elbette hayır. Russell’ın deyişiyle, ‘ bilim hayatı kurtarmakta olduğu kadar onu yok etmekte de önemli bir yer tutmuştur. ...Bugünkü dünya durumunun tehlikelerini arttıran şey yeni buluşların savunmadan çok saldırıya yaramasıdır.’ (Russell 1962, 113) Yine Russell’ın deyişiyle ‘ yarınki tehlikenin kaynağı bilgi değildir, bilginin kötü amaçlar la, üstünlük sağlamak için kullanımıdır. Bunu önlemenin yolu eğitimdir.’ Ancak nasıl bir eğitim? Temel sorun burada düğümlenmektedir. Günümüz toplumunun gereksinimlerine yanıt olacak eğitim bilim temelli eğitimdir: sorgulayan, geçmişi, günümüzü ve geleceği bütünlüğü içinde değerlendiren bir eğitim anlayışıdır. Sözgelimi, ülkemizde Köy Enstitüleri, Öğretmen Okulları, Eğitim Enstitüleri geleneği , bunların olumlu olumsuz yanları değerlendirmeden geleceğin eğitimi gerçekçi biçimde belirlenemez. 4+4+4 ya da benzeri öneriler ülke ve dünyada bilim ve eğitimdeki gelişmeleri bu bütünlük içinde değerlendirmeden başarılı sonuçlara ulaşamaz. Bilimsel, çağdaş eğitim öncelikle insanı temel almak durumundadır; Russell’ın işaret ettiği gibi bütün insanlığın mutluluğunu önemsemek durumundadır. Eğitim insanı özgürleştirici, yeteneklerini geliştirici, araştırmaya özendirici olmalı, öğrenciye kişilik kazandırmalıdır. Eğitimin temel ereği bireyleri olduğu ölçüde toplumları da insanın ve insanlığın değerlerini paylaşmaya yönlendirmek olmalıdır. Eğitimde bunların başarılması işe yarar, işlevsel hedeflerin seçilmesi ile olanaklıdır. Yalnızca masa başı kurgulamalarıyla eğitimde istenen sonuçlar alınamaz; yaşam gerçeklerinden yola çıkan, üretken bir eğitim planlaması yapılmadan kalıcı sonuçlar alınması beklenemez. Öte yandan bilimin yukarıda değindiğimiz yıkıcılığını ortadan kaldırmak ya da en aza indirmek için fen bilimleri yanında insan bilimlerine de (eğitim yanında en başta felsefe, ruhbilim, dilbilim olmak üzere) daha çok yer ayırmamız gerekir. Felsefe ile bilgi, gerçeklik ve düşünsel etkinliklerin niteliği üzerine düşünmeyi, kendimizi tanımayı öğreniriz; ruhbilimle insan davranışlarının ruhsal kökenlerini, kişilik oluşumunu, bilinç ile bilinç altının işleyişini irdeleriz; insanın en temel belirleyeni olan dil ise dilbilimin konusudur; bireysel yanımız, toplumsal yanımız, ortak kimliğimiz en iyi dile yansır. Bütün insanlık için mutluluğun anahtarı insana saygıdır, yalnız kendimize değil bütün insanlara saygıdır, bu da ancak bilimsel temelli eğitim ile başarılabilir; kişisel ve toplumsal sorumluluğumuz bunun için çalışmak olmalıdır. Kaynaklar Russell B. ( 1962) Dünyamızın Sorunları(çev. S. Eyüboğlu, v. Günyol) Çan Y. İstanbul. TÜBA (2011) Sosyal Bilimler Terimleri Sözlüğü. Ankara.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle