24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

‘Yaşamı birbirimize kolaylaştırmak’ Ortaçağ ve Cengizhan Bu basit söz ilk bakışta pek bir değer taşımaz gibi görünse de, “yaşamı birbirimize zorlaştırmak“ gibi tersinden alınırsa, ortaya çıkabilecek türevlerin toplum yaşamını nasıl derinden ve yaygınlıkla etkileyebileceği kolayca anlaşılabilir. Tınaz Titiz A. M. Celal Şengör T aksi şoförü, ev kadını, öğretmen, erkek eş, üst veya alt kat komşusu, apartman görevlisi, Türk, Kürt, Sünni veya Alevi müslüman, agnostik ve daha onlarca yüzlerce insan tipi ve bunlardan oluşan kurumlar, kesimler.. Bunların birbirlerine çıkarabilecekleri güçlüklerin kombinasyonu bir arada yaşamı bir cehenneme çevirmez mi? Bu varsayımsal bir durumdur. Yani, sayılan ve burada sayılmayan tüm kişiler ve bunların üst oluşumları birbirlerine yaşamı güçleştirme kararı verecekler, sonra da bu kararlarını gerçekleştirebilecek yollar icat edip uygulayacaklar. Bu pek gerçekçi bir senaryo değildir. Gerçekçi olan, başlangıçta küçük bir nüfus ve birbirlerine daha çok saygı duyan bir topluluğun, zaman içinde kalabalıklaşması, bir yandan da çıkar, kin, ahmaklık, cehalet gibi çeşitli nedenlerle hayatı birbirleri için yavaş yavaş (tedricen) zorlaştırır davranışlar içine girmeleri ve daha da beteri toplumdaki aydın kesimin bu sürecin farkına varıp gerekli önlemleri almayı ihmal etmesidir. Bu durumda çoğu kimse bu yavaş gelişen sürecin rahatsız ediciliğinin farkına varamayabilir ve olanları “normal” kabul etmeye başlar. Cehennemin giriş kapısı burasıdır (zaten tek kapı vardır). Kritik bir soru: Yaşam güçleştirme yollarının yapı taşları var mı, neler? Aydın kesim olarak adlandırdığım insanlar mesela kibir araya gelseler ve bu duruma çözüm arayacak olsalar, her bir güçlük kombinasyonunun nasıl ortadan kaldırılabileceğini tartışmaya başlasalar, herhalde kısa bir süre içinde bu denli çok sayıda zorlaştırıcıyla başa çıkmaya çalışmak yerine, bunların yapı taşlarını bulup onları ortadan kaldırmayı düşüneceklerdir. Acaba bu durumda bulunabilecek yapı taşları neler ola GERÇEKÇİ SENARYO HANGİSİ? bilir? Aklıma gelenler şöyle: 1. Toplu yaşamı kolaylaştırma görevi olan: a. Kural koyma yetkisine sahip genel ve yerel idarelerin yaşam kolaylaştırma kavramını: i. Merak etmeyişleri nedeniyle ii. Uyaranları dikkate almayışları nedeniyle doğan güçlükler, b. Hangi konuların, toplum yaşamının bütününü zincirleme olarak güçleştirdiği konusunun toplum gündemine hiç gelmemiş oluşu nedeniyle doğan yaşam güçleştirmeler[1]. 2. Değer İletişimi ilkesine uymamak nedeniyle: a. Zaman kaybettirme yoluyla yaşam güçleştirme, (örnek için tıklayınız: http://www.tinaztitiz.com/dosyalar/Cesitlikonular/blablameter.flv) b. Yanlış anlamalar nedeniyle yeni sorunlar üretilmesine yol açarak güçleştirme. 3. Sırasına / payına / hakkına razı olmamak nedeniyle: a. Başkalarına da örnek oluşturarak bir çığ etkisinin oluşması yoluyla hem kendine hem başkasına güçleştirme, b. Türünü sürdürme temel amacının gereği olan “dayanışma”yı bozarak güçleştirme. Bunlardan başka yaşam güçleştirme elementleri de bulunabilir. Ama ilave elementler de bulunsa, insan nitelik dokusu’nu oluşturan ahlak, zihinsel yetiler, bilgibeceri, ruhsal sağlık dörtlüsünün tüm yaşam kolaylaştırma ya da güçleştirme türlerini üretebileceği görülebilir. Bu konuda nelerin yapılabileceği konusunda hemen herkes çeşitli önlemler düşünebilir. Yeter ki toplumumuzun kavram dağarcığına, “yaşamı birbirimize kolaylaştırmak“ gibi bir kavram girsin. Kararlarıyla geniş kitlelerin yaşamlarını etkileyen kurumlar bu yeni kavramla çevrelerine çok farklı bakmaya başlayacaklardır, buna eminim. [1] Örneğin kentlerde sokak adlandırma, işaretleme, bina numaralandırma ve işaretleme gibi konular, yaşam güçleştirici süreçlerin kök noktalarından birisidir. Jean Deny ve Bozkurt Güvenç Zeki Arıkan S CBT 1313/ 18 18 Mayıs 2012 ayın Prof. Dr. Bozkurt Güvenç’in, Vedat Dalokay ve Jean Deny (Cum. BT, 1310(27 Nisan 2012) başlıklı yazısına şunu eklemek istiyorum: Jean Deny, Türk diline hayranlığını sık sık dile getirdi. Türk Dili Grameri’nin ön sözünde (Ali Ulvi Elöve çevrisi,1941, s.ııııv) ünlü doğubilimci Max Müller’in, “Türkçeyi söyleyip yazmak hususunda en ufak bir arzu beslenmemiş olsa dahi, bir Türkçe grameri okumak bile hakiki bir zevktir…beşer zekâsının bu harikalı kudretini duyanları hayrete düşürmekten hali(boş) kalamaz…” sözlerine Jean Deny uzun bir dip notu düşer. Özetle dediği şudur: “…birbirine uymaz ses parçalarından her tarafı derli toplu, kaideli (kurallı) ve tamamiyle ahenkli bir fonetik sistemi yaratmak: işte insan zekâsının dilde işleyip meydana koyduğu eser budur. Dillerin bir çoğunda bu iptidai (ilkel) yaratış çığırından artık iz kalmamıştır…Halbuki, bunun aksine olarak Türkçenin gramerinde tamamiyle saf bir dil yapısı görüyoruz; bu öyle bir gramerdir ki, bir billur kovan içinde bal peteklerinin oluşunu nasıl seyredebilirsek, onda da düşüncenin iç oluşlarını öyle seyredebiliyoruz. Yüksek bir şarkçı âlim (orientaliste), Türk dili hakkında: insan bu dilin yüce bir ilim akademyası müzakerelerinden çıkmış olduğu zannına düşebilir, demişti. Fakat Türkistan’ın bozkırları ortasında, kendi başına kalmış beşer zekâsının sadece, kendi yaratılışından kanunlar delaletiyle (yol göstermesiyle) yarattığını, hiçbir âlimler cemiyetinin dahi yaratmasına imkân yoktu.” Jean Deny, denebilir ki bütün yaşamı boyunca Türkiye Türkçesine ve Türk dillerine emek verdi. Dünyaca katıldığı uluslararası konferansların her birinde Türkçenin bir sorununu çözmeğe çalıştı. Türk dilinin kaynaklarını inceledi. Türk dilinin farklı dalları üzerinde durdu. 1924’te Paris’te bir grup dilcinin yayımladığı Dünya Dilleri başlıklı anıtsal bir kitaba Türk/Moğol/Tunguz Dilleri bölümünü o yazdı. Cezayir Yeniçerilerinin Türkçe Şarkılarını araştırdı. Türk dilinin başlangıçta tek heceli olabileceği üzerinde durdu. Paris’te 1950’de yayımlanan Dil Enstitüsü’nün konferanslar dizisinde Türkçenin yapısını (structure) araştırdı. Elbette bütün bunlar Türk tarih ve kültürü araştırmalarıyla birlikte yürüdü. Deny, sık sık Türkiye’ye de geldi. Sekizinci Türk Dil Kurultayı’na onur konuğu olarak katıldı (1957). Philologiae Turcicae Fundemanta başlıklı uluslararası esere, Osmanlıca ile Türkiye Türkçesini karşılaştıran makaleyi de o kaleme aldı. Barbaros Hayrettin Paşa’nın güney Fransa seferi ve Türk donanmasının Toulon’da kışlaması üzerine yazma eserlere dayanarak yazdığı uzun bir makalesi ise, ölümünden sonra, Jean Laroche’un katkılarıyla yayımlandı (Turcica, I(1969). Bu büyük adama duyduğumuz minnet sonsuzdur. Sayın Bay İsmet Taşkale, Cengiz Han’ın başarılarını ve dünya görüşünü Ortaçağ tartışmasına taşımakla öyle bir pencere açtı ki, buradan görülebilecekleri kısa bir tartışma yazısına dökmek mümkün değildir. Özetle şöyle diyeyim: İsmet Bey, Cengiz Han’ın şahsında modern bir insan, devlet teşkilâtında da modern bir kuruluş görmekte yerden göğe haklıdır. Meselâ Şeytanın’ın Atlıları (Devil’s Horsemen) adlı eserini, James Chambers, Cengiz Han’ın ortaçağ teknolojisiyle modern savaş yaptığını söyleyerek bitirmektedir. 2006 yılı yazında ben ve oğlum H. C. Asım Şengör, Ulaan Baatar’da Moğol İmparatorluğunun kuruluşunun 800. yılı kutlamaları çerçevesinde, Cengiz Han’ın süvari birliklerini kullanması ile bugünün ordularının hava kuvvetlerini kullanmaları arasındaki benzerlikleri konu alan iki konuşmacılı bir konferans vermiş ve orada da, Cengiz Han bugün tekrar dünyaya gelse, günümüzün savaş imkân ve tekniklerini kavrayabilmesi için kendisine aşağı yukarı yarım saatlik bir brifingin yetebileceğini belirtmiştik. Cengiz Han’ı (ve Timur’u) okuyucuya kısaca bile olsa anlatabilmek için muhakkak bir yazı serisi gerekir. Bu iki kişinin ortaçağ sınırları içinde ele alınamayacakları ve İsmet Bey’in pek haklı bir şekilde üçüncü boyut olarak adlandırdığı yeni bir inceleme boyutuna ihtiyaç olacağı kesindir. Harold Lamb, Tamerlane the Earth Shaker (Timurlenk: Dünyayı Titreten) adlı eserinde insan tarihinde, askerlik biliminin üç büyük hocası olduğunu söyler: Büyük İskender, Cengiz Han ve Timur. Bunlardan İskender aynı zamanda büyük bir devlet adamı değildir, çünkü devleti kendisiyle beraber yok olmuştur. Cengiz Han’ın ve Timur’un devletleri ise kendilerinden sonra bir yüzyıl (Cengiz Han) ve beş yüzyıl (Timur) sürebilmiştir. Bu durum, bu iki kişinin aynı zamanda büyük devlet adamı olmalarıyla açıklanabilir. Özellikle Cengiz Han’ın şahsında mareşalleri Muhulay, Buğurçi, Sübüdey, Çepe gibi dâhi askerleri de incelemek, bunların Cengiz Han ile gençliklerine kadar inen ilişkilerini ve bu ilişkileri mümkün kılan Orta Asya TürkMoğol geleneklerini detaylı olarak gözden geçirmek gerekir. Meselâ bunların başarılı olduğu bir yerde aynı şartlarda yetişmiş olan Camuka niçin mağlub olmuştur? Cengiz Han ve Timur ve onların emrindeki komutanlar çok değişik kültür ve geleneklere sahip (ve genellikle kendilerininkinden daha büyük) orduları nasıl aynı beceriyle yenebilmişlerdir? Napolyon’un ilk kez kayda geçirdiği ve bir ordunun gücünü ifade etmek için kullanılan güç=kütle x hız ilişkisi Cengiz Han ve Timur (ve tabiî Büyük İskender) tarafından çok etkili bir şekilde kullanılmıştır. Ben bu iki büyük insanı çocukluğumdan bu yana, askerliğe olan merakım nedeniyle çok yakından inceleme fırsatını buldum. Özetle söyleyebileceğim şudur: Ne Cengiz Han ne de Timur, sadece içine doğdukları çevrenin ve zamanlarının şartları incelenerek anlaşılabilir. Bu her iki kişide de kişisel dehâ onları anlayabilmek için öne çıkmaktadır. Bu durum Atatürk için de varittir. Princeton üniversitesi profesörlerinden M. Şükrü Hanioğlu‘nun 2011’de yayımladığı AtatürkAn Intellectual Biography (Princeton University Press, Princeton, xvi+273 pp.) adlı eser, bu faktörü göz ardı ettiği için yazarın Atatürk’ün entellektüel özelliklerini anlayamadığını gösteren ve sonunda bilim düşmanlığını meşrulaştıran saçma sapan bir sonuca varmaktadır. Hanioğlu aslında hemen tüm geç 20. yüzyıl tarihçileri gibi, kişinin rolünü tarihten silmeye ve tüm tarihi olayları sadece sosyal faktörlere bağlamaya çalışan garip görüşün kurbanıdır. HasanÂli Yücel’in bir zamanlar Marksist teorisyenler için söylediği, «bu kişiler, toplumda var olup da kişide olmayan herhangi bir özelliği çıkarıp gösteremediler» lâfı aslında şöyle ifade edilirse kanımca daha doğru olur: «Bazan, toplumun hiçbir diğer üyesinde olmayan özelliklere sahip kişiler, toplumlarının dinamiklerini yönlendirebilirler ki bu da yalnızca o toplumun şartlarıyla açıklanamaz.» Cengiz Han ve Timur, Ortaçağ’da doğup ölmüşlerdir, ama Ortaçağ’a ait değillerdir. Onlar her dâhi gibi zaman ve mekânla sınırlanamazlar. Bu nedenle Ortaçağ tartışmalarının dışında ele alınmaları gerekir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle