Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SON ARAŞTIRMALAR Parazit DNA’nın evrimdeki rolü Parazitler konakçılarının rezervlerini kendi çıkarları için kullanırlar. Yani “parazitizm” DNA’da da söz konusu. Avusturyalılar bir sirkesineği popülasyonunda bu tür parazit DNA’yı inceleyerek, evrimdeki rollerini gösteren sürpriz sonuçlara ulaştı. Neredeyse tüm organizmalarda kökeni başkalarına uzanan kalıtım sekansları bulunur. İnsan DNA’sının aşağı yukarı yarısı bu tür transpozonlardan (transopozon elementler /yerleri değişebilen elementler, TE) oluşur. Bunlara “sıçrayan” veya “egoist” genler de denir. Bu tür DNA parçaları genom içinde sıçrayarak hareket ederler, hatta türlerin sınırlarını aşarak çoğalabilirler de. Viyana Veterinerlik Tıbbı Üniversitesi araştırmacıları ilk kez bir sirkesineği popülasyonundaki TE’leri inceleyerek, parazit DNA’nın saldırısı ve savunma mekanizmaları hakkında yeni bilgiler edindi. Transpozonlar öte yandan parazitsel davranışları da açıklamakta. Her zaman konakçının yararına olmayan bir dinamiğe sahipler, diyor Popülasyon Genetiği Enstitüsü’nün yöneticisi Christian Schlötterer. Mesela önemli genlerin işlevinin bozulması ve hastalıkların meydana gelmesi için kalıtımın belli başlı yerlerine yerleşmeleri gibi. TE öte yandan genlerin anne babadan çocuğa değil, bir organizmadan diğerine geçtiği yatay gen transferi için de klasik bir örnektir. Yabancı DNA’nın bedene ne şekilde girdiği henüz yanıtlanması beklenen zor bir sorudur diyor Schlötterer. Sirkesineğindeki yabancı DNA’nın, akarlarla taşındığı tahmin ediliyor. Bu araştırma için yeni bir yazılım programından yararlanmışlar. PoPoolation TE, bir türdeki tüm bir popülasyona ait DNA’nın hızlı ve ucuz bir şekilde incelenmesine izin vermekte. Araştırmacılar TE’yi bir Portekiz sirkesineği popülasyonunda (Drosophila melanogaster) inceledi. Yöntem, kalıtımda yabancı DNA’nın yerleştiği ve bugüne kadar bilinmeyen kalıtım bölgelerini bulmaya yardımcı oluyor ve bir popülasyonda kaç hayvanın belli başlı transpozonlara sahip oldukları belirlenebiliyor. İşte bu incelemeler sonucunda popülasyonda bulunan %67’lik TE’nin, referans genomunda (sirkesineğinin çözülmüş kalıtımı) bulunmadığı ortaya çıkmış. Araştırmacılar ayrıca yabancı DNA’nın göreceli olarak kısa bir süre önce kalıtıma eklendiğini de saptadı; ancak bunun burada kalıcı olup olmadığı gelecekte belli olacak. Daha eski DNA eklentileri bile henüz tam olarak “sabitlenmemiş”. Schlötterer’ın açıklamasına göre, kalıtım, konakçı organizma ve parazit DNA arasındaki savaşın belgesi gibi. Birçoğu başarıyla savunulan saldırı dalgaları söz konusu. Sadece TE’lerin küçük bir kısmı hayatta kalarak, popülasyonda çoğalmaya devam ediyor. Zararlı TE’ler ayıklanma yoluyla kalıtımdan uzaklaştırılırken, sadece yararlı olanlar sabitlenmekte. Sirkesineklerin kalıtımlarında, beklenenden daha çok yabancı DNA bölgeleri saptandı. Bu bölümler, uyum sağlamada sineklerin yararına işliyor. TE’leri parazit olarak görmek daha doğru olur. Kim bilir belki de bunlar organizmaların, genetik repertuvarlarını büyülttükleri mekanizmalardır, diyor araştırmacılar. görünür kılan bir STED mikroskobundan yararlandı. Doğrudan organizmanın içine bakış, nörolojiye yepyeni kapılar açıyor ve Alzheimer, otizm veya Parkinson gibi hastalıklar hakkında yeni bilgiler sunuyor. Amaç, beyindeki temel moleküler süreçleri çözmek. Yeni teknik, canlı hücrelerdeki moleküler yapıların içini görebilmeye izin veriyor. Bildik ışık mikroskobuyla bu mümkün değildi, elektron mikroskopla da sadece ölü hücrelerin içi incelenebiliyordu. Canlı fare beyninin içini görmek isteyen araştırmacılar, sinir hücrelerinde önemli miktarda sarı ışıldayan protein üretebilen genetik farelerden yararlandı. Çekimler sırasında baygın olan kemirgenlerin, beden sıcaklığı, solunum ve kalp fonksiyonları kontrol altına alındı. Yedi ila sekiz dakikada bir alınan görüntüler, bilim insanlarına sürpriz bilgiler verdi. Sinir hücrelerinin iletişim noktalarındaki (sinapslar) minik sivri çıkıntılar hareket edebiliyor ve biçimlerini değiştirebiliyor, sinapslardaki proteinlerin ne şekilde dağıldıkları görülüyor. Aynı teknikle Parkinson gibi hastalıklarda önemli roller üstlenen belli başlı proteinler de takip edilebilecek; bellek nasıl işliyor, bilgiler ne şekilde depolanabiliyor gibi sorulara da yanıtlar gelebilir. cak şişmanlığın başlı başına bir kanser riski oluşturup oluşturmadığı belirsizdi. Bu raporun 2002 yılında güncelleştirilmesinin ardından, şişmanlığın katkısı erkekler için %10, kadınlar içinse %1520 olarak açıklandı. Oysa şimdi şişmanlık, en az sigara içimi kadar ciddi. Ve şişmanlığın, bazı kanser türlerinde de ayrı olarak ele alınması gerektiğini söylüyorlar. Örneğin rahim mukozası (endometrium) kanser vakalarının yarısının nedeni şişmanlığa uzanırken, değişim yıllarından sonra görülen meme kanseri, günümüzdeki tahminlere göre %20 kadar şişmanlığa bağlı gelişiyor. Peki şişmanlık ne zaman kanser riskine dönüşüyor? Normal kilo sınırı nerede? Bu soruları yanıtlamak o kadar kolay değil. Kaldı ki beden kitle endeksi de, artık tehlikeli şişmanlık için bir ideal bir ölçüt kabul edilmiyor. Karın bölgesindeki organları örten visseral yağlar, kanserin oluşumunda önemli bir rol oynamakta. Bu yağlar göreceli olarak zayıf insanlarda da birikerek, kanser riskini yükseltebilir, şişmanlar çok fazla kilo vermeseler de spor yaparak kanser riskini düşürebilirler. Aşırı kilo ve hareketsizlik, bağırsak kanseri ve değişim yıllarından sonra gelişen meme kanseri gibi çok sayıda kanser türünde birbirinden bağımsız risk faktörü oluşturur. Bu da bedensel aktivitenin insanları zayıflatarak kanserden korumanın ötesinde, (halen incelenmekte olan) diğer fizyolojik mekanizmalardan da koruduğu anlamına gelmekte. Sıtmaya bağlı ölüm vakaları sanılanın iki katı Sıtmanın dünya genelinde sanılandan iki misli daha fazla insanı öldürdüğü ortaya çıktı. 2010 yılında yaklaşık olarak 1,2 milyon insan ölmüş sıtmadan. Amerikalıların yeni hesap modelleriyle ulaştıkları ölüm vakaları, özellikle de büyük çocuklar ve yetişkinlerde sanılandan çok daha yüksek. Fakat Lancet’deki yazıya göre sıtmayla savaşım yöntemleri olumlu sonuçlar vermekte. Ölüm vakaları son beş yıl içinde neredeyse üçte bir oranında azalmış. Washington Üniversitesi’nde Christopher Murray ile çalışan ekip, 19802010 yılları arasındaki sıtma ölümlerini bir araya getirdi ve 105 ülkedeki ölüm vakalarının yarısını belirleyen hesap modelleri geliştirdi. Bu hesaplamalara göre 1,8 milyon ölüm vakasıyla 2004 rekor yılı. 2010 yılında bu sayı 1,2 milyona düşmüş. Afrika dışındaki ölüm vakaları 1980 yılından bu yana düzenli olarak azalmakta. Yeni analizlere göre bu enfeksiyon hastalığı en çok 5 yaş altı çocukları vuruyor. Hatta 2010 yılındaki sıtma kurbanlarının %56’sı bu gruptandı. Sıtmadan ölen yetişkinlerin sayısı da yüksek çıktı. Kurbanların üçte birinden fazlası 15 yaş üzerinde. Bu da, küçük yaşta sıtma mikrobu kapanların hastalığa karşı bağışıklık kazandıkları düşüncesini tartışmalı hale getirdi. Dünya Sağlık Örgütü’nün son son raporundaki sayılar daha düşük. Şişmanlık, kanser için bir risk faktörü Dört Şubattaki Dünya Kanser Günü açıklaması: Fazla kilo veya şişmanlık ve bunlara bağlı metabolizma bozuklukları, çok sayıda kanser hastalığı için risk oluşturmakta. Şişmanlığa bağlı olarak gelişen hastalıklar arasında böbrek kanseri, bağırsak kanseri, menopozdan sonra meme kanseri ve yemek borusu kanseri yer alıyor. Son on yıllarda gerçekleştirilen çok sayıda epidemiyolojik araştırma sonuçlarına göre, Batı ülkelerindeki kanser ölümlerinin yarısı, çevresel ve yaşam biçimiyle ilgili faktörlere bağlı oluşuyor. Genel kanser riskiyle ilgili faktörlerin katkısı, birkaç yıl öncesine kıyasla daha farklı tahmin edilmekte. Örneğin Harvard Üniversitesi’nde 1996’daki bir araştırmada, sigara içimi ve beslenmenin genel kanser riskindeki katkısı %30 civarındaydı, an Erkekler, tatsız deneyimleri daha iyi hatırlıyor Erkek hafızasının farklı olduğunu düşünenler haklı çıktı. Bir insanın belli başlı deneyimleri ne kadar iyi hatırlayacağı cinsiyetine de bağlı. Erkekler nahoş deneyimleri ve seksüel açıdan uyarıcı olan anıları daha iyi hatırlarken, kadınlar negatif ve erotik deneyimleri daha çabuk unutuyor. Ancak kadınlar olumlu olayları daha iyi hatırlıyor, diyor Kanadalı araştırmacılar Journal of Psychophysiology dergisinde. Araştırma sırasında erkeklerin ve kadınların farklı derecede olum Canlı fare beyninden naklen yayın Alman bilimciler ilk kez yaşayan farenin beyninden çok net canlı görüntüler aldı. Bu sayede dallanıp budaklanan sinir hücrelerinde yaşananları da izledi. Göttingen Max Planck Biyofizik Kimya Enstitüsü araştırmacısı Stefan Hell ve ekibi, Hell’in geliştirdiği 70 nanometre çözünürlükte Günde sadece bir bardak süt bile beyni güçlendiriyor Ülkemizde süt tüketiminin yetişkinler için gereksiz hatta faydasız olduğu tartışması devam ederken, International Dairy Journal dergisindeki araştırmaya göre, her gün içilen bir bardak sütün bile beyin etkinliği üzerinde önemli ölçüde olumlu etki yapıyor. Sütün kemik yapısını güçlendirdiği, bedenin vitamin ve protein ihtiyacını gidermede önemli katkısı olduğu uzun süredir biliniyordu. Şimdi doğal bir beyin doping maddesi olduğu da anlaşıldı. Düzenli olarak süt, yoğurt, peynir hatta dondurma gibi süt ürünleri tüketenler, zekâ ve bellek testlerinde daha başarılı olmuş (Maine Üniversitesi). 972 kadın ve erkeğin beslenme alışkanlıkları ve ne kadar süt ürünü tükettikleri öğrenildi. Daha sonra, 2398 yaş arası katılımcıların konsantrasyon, bellek ve öğrenme yetilerini ölçmek için sekiz test yapılmış. Haftada beş ila altı kez süt ürünü tüketenler, bellek testlerinde, ender süt ürünü alanlara kıyasla çok daha başarılı bulunmuş. Her gün az yağlı veya yağsız süt içmek için bile bu sonuçlar yeterli bir sebep. Süt ürünlerindeki magnezyum gibi besleyici maddeler bellek kaybı ve demans hastalıklarını önlemede yardımcı olabilir. Hatta kalp hastalıkları ve yüksek tansiyondan da koruyabilir ki bu da beyin yetisinin düzenli olarak çalışmasını sağlar. CBT 1300/ 4 17 Şubat 2012