Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Taşra Üniversitelerinde Sorunlar Bir bilgisayar eğitimcisi olarak çok sayıda genç öğrencim oluyor. Bu öğrencilerin önemli bir kısmı da taşra üniversitelerinde okuyor. Murat Yıldırımoğlu, murat@muratyildirimoglu.com T aşra üniversiteleri AKP’nin övünç kaynağı. AKP döneminde çok sayıda yeni üniversite açıldı. Bu üniversitelerin kalitesine yönelik çok sayıda itiraz var. Ama bu itirazlar Tayyip Erdoğan tarafından çok sert bir şekilde yanıtlanıyor. Örneğin, İlber Ortaylı’nın bu üniversitelere yönelik eleştirilerine karşılık “Adının önünde profesör sıfatı olan zevat...” ifadesiyle başlayan ifadeleri oldu. Erdoğan’a göre çok üniversite iyidir ve bunları eleştirenler kötüdür. Benim öğrencilerimden edindiğim bilgiler Erdoğan’ı değil Ortaylı’yı doğrular şekilde. Taşra üniversitelerinde büyük kalite sorunları var. Sorunları akademik personel sorunları ve öğrenci sorunları şeklinde ikiye ayırabiliriz. Akademik personeldeki sorunlar şu şekilde sıralanabilir: 1) Akademik personelin bir kısmı derslere bile girmiyor. Liselerden alıştığımız boş geçen derslere bu üniversitelerde bolca rastlayabiliyoruz. Dersi vermesi gereken personel çeşitli mazaretlerle derse girmeyebiliyor. Bir tanesinin gerekçesi “Erasmus dolayısıyla işlerim yoğun. Bu dersin içeriği de basit. Bu yüzden derslere giremeyeceğim.” Halbuki onların öncelikli işi öğrencileri eğitmek olmalıydı. 2) Akademik personel konu anlatımını sınavlara dönük yapıyor. Lise yıllarından ve dershanelerden anımsadığımız “şu şu konulardan soru gelebilir, dikkat” benzeri ifadelere yine çokca rastlıyoruz. 3) Fen derslerinde anlaşılma sorunu büyük. Bazı hocalar anlattıkları konunun anlaşılıp anlaşılıp anlaşılmadığına dikkat etmeden büyük bir hızla anlatıp geçebiliyor. Ders boyunca öğrencilere sırtı dönük olarak konu anlatıp tahtaya yazan hocalardan çok şikâyet var. 4) Sınavlar baştan savma hazırlanıyor. Bazı hocalar her yıl aynı soruları soruyor. Bazı hocaların değerlendirmeyi keyfi yaptığı (hep aynı kalıpla not verdiği gibi) yolunda çok şikâyet var. Bazı hocalar da üniversite havasına hiç yakışmayan bir şekilde, soruların yanıtlarını kendi notlarına sözcüğü sözcüğüne aynı istiyor, yorum yapılmasına karşı çıkıyor ve not kırıyor. Böyle olmadığı zamanlar da soruların kalitesi çok düşük. Hocalar güzel, kaliteli sorular üretmeye emek harcamıyor. 5) Hocalar konularıyla ilgili güncel gelişmeleri izlemiyor ve bunları öğrencilere yansıtamıyor. Konular büyük ölçüde kendi öğrencilik dönemlerinde nasıl anlatılmışsa öyle anlatılmaya devam ediliyor. 6) Üniversitelerde ideolojik kümelenmeler çokça yaşanıyor. Yeni üniversitelerde bu durum muhafazakârİslamcı kadrolaşması şeklinde gerçekleşiyor. Bunun da konulara yansıması oluyor elbette. Örneğin, hangi disiplinde olunursa olunsun evrim kuramı hakkında olumsuz ve yanlış görüşler bildiriliyor. 7) Sosyal dersler kalite bakımından iyice düşük dersler. Sosyal dersler büyük ölçüde dünyadaki olayların, gelişmelerin çeşitli komplolardan kaynaklandığının açıklanması olarak sunuluyor. Komploları yapanlarsa Yahudiler, Hıristiyanlar, masonlar, tüm Batılı devletler, vb. Öğrencileri tehdit büyük boyutlarda. Derse girmediklerinin bölüm başkanına söylenmesi ya da sınavlara itiraz edilmesi durumlarına karşı kuvvetli tehditler kolayca savrulabiliyor. (“Sizi dersimden geçirmem, mezun etmem” gibi.) Büyük üniversitelerde öğrenci örgütlenmesi güçlü olduğu için bu tür tehditlere pek rastlanmıyor. Öğrencilerle ilgili sorunlar da şu şekilde sıralanabilir: 1) Öğrenciler bu üniversitelere ilk birkaç tercihleri içinde girmiyor. Taşra üniversiteleri, “Hiç olmamasından iyidir” şeklinde düşünülerek tercih listesinin son sıralarına yazılıyor. Bu nedenle de öğrenciler daha başlarda bu üniversitelere kötü bir moralle başlıyor, motivasyonları düşüyor. 2) Öğrenciler genelde istemedikleri bir yerde okudukları için ilk amaçları en kısa zamanda bu okullardan kurtulmak oluyor. Bunun için yatay geçişle başka bir üniversiteye geçmeye çalışıyorlar ya da birbiri ardına üniversite sınavlarına girerek başka bir yeri tutturmaya çalışıyorlar. Bunların hiçbirini yapamayanlar da girdikleri bölümden pek bir şey kazanmadan yalnızca mezun olmaya çalışıyor. Bu sorunların çözümü ne olabilir? Kötü akademik personeli atmak bir çözüm olabilir. Ama bu durumda çok sayıdaki üniversitede kadrolar nasıl doldurulacak? Doldurulduğunu düşünsek bile yeni kadroların eskilerden farklı olmayacağını nasıl garanti edebiliriz? Çözüm var olan yapı içinde iyileştirmelerle sağlanabilir gibi görünüyor. En önemli iyileşme öğrencilerin akademik personeli değerlendirmesi olabilir. Her dönem sonunda öğrenciler ders aldıkları hocaları değerlendirebilir. Bu değerlendirmelerin sonucu hoca için olumsuz olursa bir sonraki dönemde hocanın o dersi vermesi engellenebilir. Hocaların geliri verdikleri ders sayısına bağlı olduğu için bu şekilde kendilerine çekidüzen vermeleri sağlanabilir. Bu değerlendirmenin kötüye kullanılmaması için gerekli kurallar da konabilir; hocalar çeşitli kategorilerde 0 ile 10 arasında bir puan ile değerlendirilebilir ve sonucun olumsuz sayılması için öğrencilerin belli bir çoğunluğunun hoca hakkında kötü not vermesi gerekir gibi. Bunun dışında, öğrenci haklarını korumak ve geliştirmek için yeni düzenlemeler yapılabilir. Şikâyet mekanizmasının işler hale getirilmesi, sınav kâğıtlarının nesnel değerlendirilmesinin sağlanması gibi. Elimizdeki üniversitelerden en iyi sonucu alabilmek için yukarıdakilere benzer çözümler üretmemiz gerek. Üniversiteleri lise benzeri kurumlar olmaktan çıkarıp öğrenciye ve ülkeye değer katan kurumlara dönüştürmek önceliğimiz olmalı. 12 yıllık zorunlu eğitim geliyor AKP hükümeti, zorunlu eğitimi 12, hatta okulöncesi bir yıllık eğitimle 12 yıla çıkarmak için hazırlık yayıyormuş. Daha önce çok istediğimiz halde hükümetleri ikna edemediğimiz için yaptıramadığımız bu uygulama da parasız ders kitapları gibi AKP hükümetine kısmet olacak gibi. Atalarımız ne demişler: “Yemeyenin malını yerler.” Zeki Sarıhan Z CBT 1300/14 17 Şubat 2012 orunlu eğitimin 12 yıla çıkması Türk eğitiminde büyük bir ilerlemedir. Dünyada zorunlu eğitimi 12 yıl olan ülke sayısı iki elin parmakları kadar bile değildir. İşin gerçeği şudur ki, zorunlu eğitim süresi 8, 9, hatta 10 yıl olan ülkelerin birçoğunda gerçekte eğitim süresi bu yıllardan çok daha fazladır. Türkiye’de de halkın bir kısmı ancak 8 yıllık eğitimle yetinirken önemli bir kısmı da çocuklarına lise eğitimi aldırıyor. Birçok gencimiz üniversitede de okuyor. İnsan sınıf sınıf, yer damar damar… Her sınıfa sunulan eğitim olanağı da eşit olacak değil elbet. Bu yağma dünyanın neresinde görülmüş? Türkiye’de zorunlu eğitim süresinin uzun yıllar 5 yılda tutulması ve ancak imam hatip ortaokullarının önünü kesmek için kesintisiz 8 yıla çıkarılması Türkiye’yi yöneten sınıfların tuzu kuru olmalarından kaynaklanıyordu. Nasıl olsa kendi çocuklarını okuyabildikleri kadar okutuyorlar, Türkiye’deki okullar yetmezse Avrupa’ya, Amerika’ya göndererek “tahsil”lerini tamamlatıyorlardı. Halk çocuklarına bunu çok görmelerinin gerekçesi “Bütçe yetmiyor ki!” idi. Çünkü o bütçe kendi ihtiyaçlarını gidermek için yapılıyordu. Muhafazakâr iktidarımızın zorunlu eğitimi 12 yıla çıkarmaya niyet etmesinin nedeni, artık okumuş halktan da büyük oy kaldırmasıdır. Bu nedenle bütün halk en yüksek derecede okutulsa bile bundan muhafazakâr iktidara bir zarar gelmeyecektir. Efen dilerin işlerini görecek insanların görecekleri eğitim artık sürdürülebilir bir kapitalizm için yetersiz hale gelmiştir. Daha uzun süreli eğitim, bilgisayar kullanmayı, gazete okumayı, bilgisayar kullanmayı, süpermarkette alışveriş yapmayı, televizyon dizilerini anlamayı destekleyecektir. Bunda politik bir zarar da yoktur. Okumuşların ilerici, laik, halkçı partilere oy vermeleri eskilerde kaldı. 12 yıllık zorunlu eğitim, lisede okutul(a)mayan çocukların, gecekonduda, kasaba ve köylerde yaşayan, özellikle kız çocuklarının tümünün lise eğitiminden geçmesi anlamına geliyor ve bu iyi bir şeydir. Böylelikle nüfusun daha büyük bir kısmı daha çok kitapla, bilgiyle, özellikle modern bilimlerle karşılaşacaktır. Kız çocuklarının erken yaşta evlendirilmeleri azalacak ve hiç değilse lise bitirmiş annelerin yetiştirecekleri çocuklar beden ve ruh sağlığı açısından daha iyi yetişecektir. Eğitim sürelerinin yeniden belirlenmesinin, 8 yıllık kesintisiz eğitimden vazgeçilerek, bunun 4+4 biçiminde saptanmasının nedeni, ilk dört yıllık eğitimden sonra çocukların imam hatip okullarına yönlendirme imkânı vermesidir. Bu imam hatipçilik muhafazakâr iktidarlarımızın genlerine işlemiş gibidir. Allem edip kallem edip daha küçük yaştan çocukları din eğitimi içine almak istiyorlar. İmam hatipleri bir meslek okulu olmaktan da çıkararak genel eğitimin yerine koymaya çalışıyorlar. İMAM HATİPE YÖNLENDİRME Uzun süredir laikliği kerhen ağızlarına alanlar ancak bir süre önce Arap ülkelerine devlet sisteminde laikliği önerecek kadar bir mesafe de kat edenler, devlet eliyle dindar bir toplum yetiştirme sevdasından vazgeçmediklerini de göstermiş oluyor. Onlara göre toplum, dinsel inançlarını kendi kendine koruyamaz. Bunun devletin yetiştirdiği maaşlı insanlar tarafından kendilerine şırınga edilmesi gerekir. Aslına bakılırsa, zorunlu eğitimde 4+4+4 biçiminde bölünmesi Avrupa ülkelerinde yaygındır. 19. yüzyıldan kalan bir sistemdir. Amacı, 4 yıllık ilköğretimden sonra halk çocuklarını “yeteneksiz” veya “bilgisiz” diye eleyerek ortaöğretimi ve üniversiteyi soylu sınıflara tahsis etmektir. Gerçi halk çocuklarının üniversiteye kadar okuması yolu tamamıyla kapatılabilmiş değildir. Bazı geçişlere imkân veren sistemler de vardır ama temel bu amaçla öyle kurulmuştur. İşin garip tarafı Almanya’da çalışan Türk öğretmenlerin çoğu da o sistemden memnundur ve böylece “aptal”lar sınıfına ayrılan Türk çocuklarıyla uğraşmaktan da kurtulmaktadırlar. Bizde gözlerini Avrupa’ya dikmiş zengin sınıfların sözcüleri ve akademisyenlerin çoğu, imam hatipler sorunu olmasa bu bölümlenmeye karşı değildir. Yapılacak iş, 12 (hatta anasınıflarının da zorunlu olmasıyla 13) yıllık zorunlu eğitimi fakat bunun 8 yıllık ilköğretim kısmının kesintisiz olmasını savunmaktır. Bu imam hatip okullarının çocukları daha 1011 yaşında ruhban okullarına alınmaması için gereklidir. Fakat bunu önlemek için daha etkili bir gerekçe vardır. O da 3 Mart 1924 tarihli ve bugün de yürürlükte Tevhidi Tedrisat Kanunu”nu uygulamaktır. Bu kanunun olan “T esas amacı aynı tarihte bir kanunla lağvedilen Şer’iye ve Evkaf Bakanlığı elinde bulunan okulları Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlayarak laik eğitimi gerçekleştirmekti. Fakat kanunun 4. maddesi, bakanlığın din hizmetlerini görmeye yatacak kadar okul açmasını hükme bağlıyordu. İmam hatip okullarına öğrenci alımı bu kanuna dayanarak sınırlanmalıdır.