17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

HUKUK POLİTİKASI Dünya kültür tarihinde Anadolu başrollerde Baştarafı 11. sayfada Bugünkü Urfa’da bilinenlerin dışında neolitik dönemden kalan başka neler vardır. MÖ 109000 Göbeklitepesi’nden daha sonraki kültürlere Sümerler’e, Hititler’e, Eski Mısır’a hatta İngiltere’de bulunan ünlü Taşanıt, Stonehenge’e, ülkemizdeki Van ve Hakkâri dikilitaşlarına uzanan yolda Göbeklitepe kültürünün nasıl bir payı olmuştur? Sümer mitolojisindeki koyun ve tahılın yurdu, dokumacılığın bulunduğu dağ DuKu Dağı Göbeklitepe midir? Buradaki dikilitaşların temsil ettiği alan kutsal Anunna Tanrıları mıdır? Tilki aynı zamanda Sumer’de Tanrı Enlil’inde sembolüdür. İngiltere Stonehenge’leri de taştan yuvarlak planlı yapılar ailesindendir ve Ada kültüründen çok Avrupa Alpin kültürüyle ilgilidir. Prof. Dr. K.Schmidt’in kitabında kendisine ve okuyucuya sorduğu bu soruları daha da çoğaltmak mümkün. Bizler de daha çok sayıda soruyu ortaya atabiliriz. MÖ 109000’ lerde Anadolu’da Göbeklitepe’de varolan o günün insanlarınca anlatılmaya çalışılan dili bugünün insanları olan bizler henüz tam olarak çözemedik. Ama Göbeklitepe kültürü o günlerde en azından Güneydoğu Anadolu neolitik yerleşimlerinde ve daha önceki yılların avcı toplayıcıları tarafından biliniyor, tanınıyordu. Başka bir deyişle söylersek nasıl ki Kâbe, bugün Müslümanlar için kutsallığın doruğunda bir anlam taşıyorsa, Kâbe ziyareti İslam Dini’nde nasıl belirleyici bir unsursa o günlerin Göbeklitepe Kült alanı da o günleri yaşayan neolitik İnsanı için belki doruktaki kutsal bir yer niteliği taşıyordu. Önümüzdeki yıllar içinde ortaya çıkacak yeni bulgular ışığında belki yukarıdaki soruların bir bölümü yanıtlarını da bulacaktır. Böylece bugünkü doğrularımız yarın yerlerini nelere bırakacak bunu zaman gösterecektir. İşin bir ilginç yanı da bir zaman sonra MÖ 8000’lerde avcı toplulukların yöredeki bilinen ya da henüz bilinmeyen merkezlerde yerleşik tarım topluluklarına dönüşmesi sonucunda Göbeklitepe’deki kutsal dağ alanındaki yapılar moloz ve taşlarla özenle doldurularak terk edilmiştir. 2011 yılının kasım ayı başlarında Göbeklitepe’ye ilk gidişimde Prof. Schmidt de Göbeklitepe kazı alanındaydı. Başında yazın kavurucu sıcağından, kışın soğuğundan koruyan Urfa işi puşisiyle, başının içinde Göbeklitepe’nin, hatta dünya kültür tarihinin bugünü ve yarınını biçimlendirecek yoğun düşüncelerle kazı alanında çalışıyor, dünyadaki çok değişik daldaki bilim insanlarının gözlerinin üzerine çevrildiği ve imrenerek izledikleri Göbeklitepe’nin ağır sorumluluğunu üstlenmiş olduğu her halinden belli oluyordu. Başta kendisi olmak üzere Göbeklitepe’ye emeği geçmiş ve geçecek olan herkese bilim, insanlık ve ülkemiz adına sonsuz teşekkürler. Resmi tarihe göre neredeyse 1000 yıldır sahibi olarak üzerinde yaşadığımız Anadolu, neolitik yerleşikleri ve MÖ 10000’lere varan geçmişe sahip olan Göbeklitepe dağ kült alanı ile dünya kültür tarihinde yeniden başrollerde. Peki ya bu güzeller güzeli ülkede yaşayan biz, onun üzerinde yaşayanlar, günümüzde dünya bilim ve kültürünün nerelerindeyiz. Not: Bu yazının hazırlanmasında kitaptaki bilgilerinden yararlandığım Sayın Prof. Dr. K.Schmidt ve kimi bilgileri sorup öğrendiğim Sayın Prof. Dr. Mehmet Özdoğan’a teşekkürlerimi sunarım. 1) Schimidt K. Taş Çağı Avcılarının Gizemli Kutsal Alanı GÖBEKLİ TEPE, En Eski Tapınağı Yapanlar. Arkeoloji ve Sanat Yayınları.Çev.Rüstem Aslan.317 Sayfa.İstanbul 2006.’ Sie bauten die ersten Tempel’.Verlag C.H.Beck oHG, München 2006. Hayrettin Ökçesiz [email protected] http://okcesizhayrettin.blogspot.com Medreselerimiz vardı. Medreselerimiz olacak. Şimdilerdeyse okullarımızda anlamsızlaştırma çalışmaları sürdürülüyor. İnsan aç yaşayabilir, yalanlarla yaşayabilir bir süre, ama anlamsız kısacık bir süre bile yaşayamaz. Direnen İnsan DÜN YA GÖS TER GEL ER İ Paramaliye politikalarını esnetme AvroBölgesi’ndeki borç krizi daha da kötüye giderse, yükselen ekonomileri de aşağı çekme riski doğacaktır. Ne var ki bu olumsuz gibi görünen bu tablonun bir de iyi tarafı da vardır: Gelişmiş ülkelerin pek çoğu faiz oranlarını indirmek veya kamu borçlarını arttırmak için manevra alanı bulamazken, yükselen ekonomiler grup olarak paramaliye politikalarını gevşetmek için geniş bir manevra alanına sahiptir. Aşağıdaki tablo yükselmekte olan 27 ülkenin sahip olduğu hareket alanının ne kadar esnek olduğunu gösteriyor. Her ülkenin para politikalarını esnetme kabiliyetinin saptanmasında beş göstergeden yararlanılır: • Enflasyon • Kredi fazlalığı (bankaların borç verme artışı nominal GSMH artışı) • Reel faiz oranları • Döviz kurları • Cari işlemler dengesi Ekonomileri yükselmekte olan ülkeler bu beş göstergeye göre değerlendirildikten sonra toplam puanlar parasal manevra kabiliyetini ölçümünde kullanıldı. Bir sonraki aşamada maliesneklik endeksi hesaplandı. Bunun için şu göstergelerden yararlanıldı: • Devlet borçlanması • Bütçe açığı Para ve maliye politikalarının ortalaması alınarak ülkelerin hareket alanı hesaplandı. Grafikte ülkeler politikalarını gevşetme yeteneklerine göre renklendirildi. YEŞİL: Gaza basmak serbesttir, yol açıktır. KIRMIZI: Ayak, frenden çekilmemelidir. Çin, Endonezya ve Suudi Arabistan büyümek için para ve mali politikalarını rahatça kullanabilirler. Yeşil ışık şu anda Şili, Peru, Rusya, Singapur ve Güney Kore için yanıyor. Ters yönde Mısır, Hindistan ve Polonya’nın hareket edecek yeri neredeyse hiç yoktur. Arjantin, Brezilya, Macaristan, Pakistan, Türkiye ve Vietnam da kırmızı bölgede yer alıyor. CBT 1300/15 17 Şubat 2012 Anlamsız kalmanın pek çok nedeni, anlamsız bırakmanın pek çok yolu vardır. Kamusalda saydamlık diye dayattıkları bir saydamsızlıkta insanların, aynalar labirentine girmiş gibi kalakalması, ne kendini ne çevresini yeniden bilememesi; ne eyleyeceğini bilememesi postdemokratik siyasal muhterislerin üstlendikleri söküm çalışmasında pek istedikleri bir şeydir. Postmodern felsefeleri bu yüzden tepe tepe kullanmışlardır. Yeniçağ’dan soluk soluğa geldiğimiz böylesi yeni bir çağdayız şimdi. Bu ama, kimilerinin dediği gibi, yeniden bir ortaçağ falan değildir. Bu, böyle giderse, İnsanlığın soykırımı çağı olacaktır. Karaya vuran balinalar gibi bu, birey için, giderek anlamsız kılınan bir yaşamaktan vazgeçme çağı olacaktır. Egemenlerin yalanlarına da inanılmadığında, başka bir yalanın hiç kandıramadığı anlamsızlıkların çoğaldığı yeni bir çağ! Kendisi üretemezse, başka bir anlam birey için yeterince geçerli olamıyor. Yalanlarını dayatmak isteyenler bu yüzden, bireye kendi anlamını bulma olanağını veren özgürlüklere, demokrasiye, bunların kurumlarına saldırıyorlar. Kendilerine kul edemediklerinde, onu en azından anlamsız bırakmak istiyorlar. Sersem, şaşkın, eylemsiz kılmak istiyorlar. Bir yandan bir élan vital ile, yaşamakla, yaşamla dolu olmakla, yaşam olmakla yazgılıyız. Öte yandan, bugünkü halimizle, bıçak ağzında bir varoluşun olumsuz koşullarını iyice pekiştirerek, çoğaltarak bu hoş yazgının üzerine ölümün, yokoluşun yazısını yazmaya çalışıyor gibiyiz. Eros’un bu ezeli rakibini unutmamalı. Yaşamın anlamla olan bu ilişkisi bize, anlamın bulunmasında tüm gücümüzün, yeteneklerimizin, araçlarımızın bilincinde olmamız, bunları koruyup geliştirmemiz, sınırlarına dek kullanmamız gerektiğini söylüyor. Bireysel yaşamımızı, dış bilgi ve enformasyonla beslediğimiz bir anlam vermeyle kavrayabiliyoruz. Bu yolla dokunabildiğimiz yaşamdan başkalarının bizi koparabilmesi, ancak bu örgünün yapısını ve işleyişini bozmakla olabilir. Bu bozma, sökme, koparma işine bir diktatör, bir sömürgen insanların güvenle kurmak ve yetkinleştirmek istedikleri bu anlamların kabasının örüldüğü kamusal kurumları yabancılaştırarak başlayacaktır. Demokratik hukuk devleti toplumunda bu işleve göre kurgulanmış kurumlar özellikle, üniversite, basın ve dolaylı bir biçimde yargıdır. Bunlar “hakikat”in potalarıdır. Çağdaş insan bunlardan gelen hakikat içerikleriyle kurguladığı bir anlamla yaşama bakmayı başarabilecektir. Yaşama bağlanmamızda bu kurumların gördüğü işi küçümseyemeyiz. Bu kurumlar üzerinde egemen ne denli iddialıysa, yerine geçebilecek her karşıt egemen de bu kurumları ele geçirmekte o denli hırslı olacaktır. Böyle bir gömlek değiştirme sürecinde yurttaşın gerçeklik bilincinin iyice bulanıklaşacağı apaçıktır. Bugün yeni yalanlara yer açmak için kurumsal ve içeriksel bir anlamsızlaştırma işlemine tanık oluyoruz. Bu süreçte insanın karşıt, direnen bir anlam üretmesi için gerekseneceği her türlü bilgi ve enformasyonda sürekli ve etkili bir doğruluk kuşkusu yaratarak ve bu malzemenin hazırlandığı kurumların iç işleyişini ve karşılıklı ilişkilerini bozarak ciddi bir güvensizlik ve çaresizlik duygusu yaratıyorlar. Böylelikle direnci ve karşıt anlamı besleyecek damarlar kesilmiş oluyor. Böylesine inme inmiş bir kamusal alanda yapacağımız en önemli şey, her bilinçte, her vicdanda, her kurumda “hakikat”in özgürce dile gelmesine; hakikatin gün ışığına çıkarılmasında yöntemsel tutarlılığın ve kesinliğin sağlanmasına; bu çalışmaların yapıldığı kurum ve ortamların gereksindikleri tüm özgürlüklere ve olanaklara kavuşturulmasına ve güvenilirlikleri için gerekli her türlü denetim normunun konup işletilmesine; bunlardan emin olduktan sonra bunların işlerine ve işlevlerine yabancılaşmamaları için her türlü uyarma ve önleme sürecini başlatıp sürdürmeye bakmalıdır. Hakikat alanı kamusal alan içinde, kendi anlamlarımızı özgürce arayabileceğimiz, kurabileceğimiz, bu yüzden birlikte koruyup, geliştirmemiz gereken bir çekirdek alandır. Hakikat alanının (üniversitenin, basının ve yargının) siyasal tasfiye programlarının yolgeçen hanı kılınmasına izin vermemeliyiz. Bu kurumların özgürlük ve özerklik yönünde yetkinleşmesi çağdaş toplumda insanlığın yetkinleşmesinin çok önemli bir önkoşuludur. Üniversite bu yüzden Direnen Üniversite’dir, İnsan Direnen İnsan…
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle