Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ZÜMRÜTTEN AKİSLER A. M. Celal Şengör küçük bir kısmı kadar gerilebiliyor. Bilimcilerin amacı mesela robotik veya protezlerde kullanılabilecek kuvvetli ve dayanıklı kaslar üretebilmek. Bu gelişme üzerinde Texaslı bilim insanları da çalışıyor. Ancak bu araştırmacılar biyolojik moleküller yerine karbon nano tüpler kullanılıyor. Dayanıklı bir lif üzerine binlercesi yerleştirildiğinde, dakikada neredeyse 600 dönüş yapabilmişler. Elektrostatik güçlerle çalıştırıldığında prototip, liften yaklaşık olarak iki bin misli ağır olan bir karıştırıcıyı çalıştırabilmiş. henüz bilinmediğinin de altını çiziyorlar. Exeter Üniversitesi’nden Edzard Ernst ve diğer bazı araştırmacılar ise yeni sonuçlardan yola çıkarak, niçin bazı hastaların plasebo tedavisine yanıt verirken diğerlerinde etkili olmadığı sorusunun yanıtlanmış olabileceğini düşünüyor. Plasebo etkisi örneğin bir hastanın içinde sadece şeker bulunan bir ilacı almasına rağmen kendisini iyi hissetmesi halinde ortaya çıkıyor. Araştırma çerçevesinde ilk önce katılımcıların COMT geninin hangi varyantına sahip oldukları test edilmiş. Son araştırmada COMT geninin belli başlı bir varyantına sahip olan kişilerin ön beyin bölgesinde üç misli dopamin bulunduğu saptanmış. Ancak bu kişiler tedavi olmaksızın kendilerini daha iyi hissetmiyor ama plasebo tedavisine iyi yanıt veriyorlar. Araştırmayı yöneten Ted Kaptchk hedeflerinin çeşitli plasebo dozlarının etkisini ölçmek olduğunu söylüyor. Belli başlı genetik işarete sahip insanlarda tek bir plasebo bile etkili oluyor ama bu etki rahatlatıcı ortamda daha da güçleniyor. Bu da doktor ve hasta arasındaki pozitif ilişkinin önemini vurguluyor. Torino Üniversitesi’nden Fabrizio Benedetti ise plasebo etkisinde sadece dopaminin etkili olmadığını söylüyor. Daha önceleri sosyal korku yaşayan hastalarla gerçekleştirilen plasebo araştırmalarında plasebo reaksiyonunda dopaminin değil serotoninin etkili olduğu ortaya çıkmıştı. Bu da plaseboya karşı tek bir reaksiyonunun bulunmadığını, çok sayıda çeşitli mekanizmaların varlığına işaret ediyor (PLoS ONE). Geçen hafta l’Aquila depremi üzerine bilim adamlarına karşı açılan davada, bu davayı açan ve sonuçlandıran savcı ve yargıçları ağır bir şekilde suçlayan bir yazı yazmış, onları cehalet ve aptallıkla itham etmiştim. L’aquila’da Paranın Diğer Yüzü Bu yazımın bir kısa mealini, yerbilimlerinin dünyadaki en saygın kuruluşlarından biri olan İtalyan Jeoloji Derneği başkanı arkadaşım Profesör Carlo Doglioni‘ye göndermiştim. Carlo, iyi bir bilim adamı olmanın yanı sıra, toplumsal sorumluluk hissi güçlü, geniş genel kültürlü, İtalya’nın eski aristokratik ailelerinden birinin çocuğu olan çok saygın bir kişiliktir. (Papa’yı Roma Üniversitesine sokmayan kararda imzası olanlardan.) Carlo bana bir cevap yazarak yargıçlar ve savcı hakkındaki fikirlerimi paylaşmadığını bildirdi ve bilim adamlarının suçlanmasının doğru olduğunu söyledi. Ancak o da verilen cezayı uygun bulmamıştı. “Sembolik bir ceza bekliyordum“ diyordu. Büyük bir şaşkınlık içinde niçin böyle düşündüğünü sordum. “Çünkü“ diye cevap verdi kıymetli dostum, “bilim adamları politikacıları dinleyip halka yalan söyledi. Hukuk da onları haklı olarak suçlu buldu.” Carlo gelişen olayları şöyle özetliyor: Bazı ön sarsıntılar tedirginlik yaratmıştı ve daha sonraki “tehlike yok” sözlerinin altında imzası bulunan bilim insanları endişelendiklerini söyledil. Sonra bir telefon konuşması esnasında bunların politikacıların baskısı altında tehlike yok demeye karar verdikleri ortaya çıktı. Ne yazık ki bilim adamlarının araştırma paraları politikacıların kararıyla veriliyor. Onlar da baskı altında böyle bir şey yaptı. Bu bilime ihanettir ve hukukçular bunu tespit edip onları affetmemişlerdir. Carlo, “İtalya’da çok çürümüş, yolsuzluğa batmış bir hükümetten yeni kurtulduk, hukukçularımız bu dönemde her şeye rağmen başlarını dik tutmayı başardı. Onlara haksızlık etmeyelim” dedi. Bu satırları dehşet içinde okuduğumu itiraf etmeliyim. Politikacılarla işbirliği içine girerek yalan söyleyen dostlarım gerçekten bilime ihanet etmişlerdir. Geçen haftaki yazımda İtalyan savcı ve yargıçlara yönelttiğim ağır suçlamaların bir bölümü de bu nedenle haksızdır. Bu kısmı için kendilerinden özür dilerim. Carlo’nun dediği gibi meslekdaşlarımızın yaptığı affedilemez. Ancak bu durumda bilim insanlarına ahlaksız bir baskı yapan politikacıların da mahkeme önüne çıkarılıp, ceza görmeleri gerektiğini söyledim. Carlo “endişelenme, o da yolda” diye bir cevap verdi ve cevabını şu anlamlı sözlerle noktaladı: “Merak etme. İtalya’da her şeye rağmen, Aydınlanma (l’Illuminazione) ölmedi“. L’Aquila olayı, benim başından beri beklenen İstanbul depremi konusunda ne kadar doğru davrandığımı göstermiş olduğundan içimi ferahlattı. Ama gene de İtalyan savcı ve yargıçlarının bir önemli yanlışına değinmek istiyorum: Bilim adamları suçlanırken açık açık, bunun bilime ihanet ettikleri için olduğu ve ortaya çıkan suçta kendilerinin politikacılarla işbirliği içinde oldukları için aynı zamanda politikacıların da mahkum edilecekleri söylenmeli, hatta, politikacıların mahkemesi geciktirilmemeliydi. Ortaya büyük bir yanlış anlamanın çıkmasına neden olmuş, bu durum beni ve Amerikan Jeoloji Derneği, Amerikan Bilimler Akademisi, Royal Society gibi kurumları da yanıltmıştır. İkinci yanlış, ortaya çıkan bu durumu öncelikle, kuruluşu 17. yüzyıla inen İtalyan Bilimler Akademisi’ne havale etmemektir. Ne olursa olsun, bilimsel bir konuda bir hukuk mahkemesi kendi başına karar veremez. Hukuka bilim yayında üstünlük tanımaya kalkmak, sanırım İtalyan savcı ve hâkimlerinin en büyük yanlışı oldu. Bilimi ancak ve ancak bilim yargılayabilir. Ne hukuk, ne politika, ne de milli irade. Geçen haftaki yazımda yazdığım bir şeyi tekrar edeyim: Ne çoğunluk, ne de hukuk bilime üstün görülebilir. Bilim doğruyu bulduğunu iddia edemez, ama neyin ne olduğu konusunda herkesten daha çok bilgilidir. Yeter ki bilim adamları dürüstlükten taviz vermesin. (Zaten veren bilim insanı kimliğinden vazgeçmiş demektir.) Aquila’da olanlar Türk bilim insanlarının kulağına küpe olsun. Politikacıyla bilimin tersine işbirliği yapanın sonu felakettir. Bunu politikacıların da önemli bir ders kabul etmeleri gerekir. Hele hele bilimin pek de bilinmediği ülkemizde. Londra’daki Birkbeck Üniversitesi bilimcilerinin araştırmasına göre, fobiler mekânsal algıyı değiştiriyor. Mesela bir örümcek veya bir yılan bulunduğundan çok daha yakındaymış gibi algılanabiliyor. Sonuçlar duyguların ve algıların beyinde tamamen birbirinden ayrılamadığını gösteriyor. Hatta korku çevremizi ne şekilde algıladığımızı bile etkileyebiliyor diyor Stella Lourenco. İnsanlar genelde objelerin kendilerine doğru ne hızda geldiğini anlayabilecek kadar iyi gelişmiş bir duyuya sahip. Ancak korku ne kadar büyükse, insanlar bir örümceğin kendilerine olan mesafeyi ve ne hızda kendilerine doğru geldiğini o denli yanlış tahmin ediyor. Bu durum evrimsel açıdan bakıldığında önem taşıyor. Nitekim ciddi bir tehlikede yarım saniye önce kaçmak, yarım saniye sonra kaçmaktan daha iyidir diyor Lourenco. Algının değişimi sadece örümcek fobisi için de geçerli değil. Mesela sosyal fobisi olan insanlar nötr yüzlerde bile duyguları okuyabildiklerini söylüyor. Uzmanlar her fobinin mutlaka tedavi edilmesi gerekmediğini söylüyor. Mesela yılan korkusu, yılan gündelik yaşamımızda görünen bir tehlike değil. Ama sosyal fobisi olan bir kimse evden çıkamayacak kadar korkuyorsa bu gündelik bir sorun haline gelmiştir ve bu kişinin muhakkak profesyonel yardım alması gerekir. Korku mekânsal algıyı bozuyor CBT 1338/ 7 9 Kasım 2012 Beth Israiel Deaconess Tıp Merkezi’nde gerçekleştirilen bir araştırmaya göre bazı insanların gerçek etki maddesi içermeyen ilaçlarla kendilerini daha iyi hissetmelerinden genler sorumlu olabilir. Plasebo etkisi irritabl (huzursuz) bağırsak sendromuna (İBS) sahip yüz dört kişide denenmiş. COMT geninin belli bir versiyonuna sahip katılımcılar plasebo akupunkturundan sonra kendilerini daha iyi hissetmişler. Ancak Kathryn Hall yönetiminde çalışan ekip araştırma sonuçlarının diğer hastalıklar için de geçerli olup olmadığının Plasebo etkisi genetik olabilir Bitkileri ve canlıları bu kadar küçük bir boyutta görmek herhalde daha önce mümkün olmamıştı. Heyecan verici fotoğraflar mikro fotoğrafçılık sanatının ne kadar ilginç olabileceğini gösteriyor. “Nikon Small World” yarışması çerçevesinde çok sayıda araştırmacı mikro fotoğrafçılığının olağanüstü yönlerini gösteren eserler gönderdi. 97 ödüllü fotoğrafçı mikroskop altında muhteşem kareler yakaladı. Görüntüler bilimsel teknikteki gelişmeleri olduğu kadar araştırmacıların sanatsal yeteneklerini de yansıtıyor. Yarışmanın jürisi fotoğrafların kalitesi karşısında her zamanki gibi hayran kaldı. Geçen yıla kıyasla tüm dünyadan inanılmaz fotoğraflar aldık. Yetenekli araştırmaların eserlerini gösterebilmekten son derece mutluyuz diye konuştu Eric Flem. Resimde yarışmada birinci olan fotoğraf. Diğer eserler www.nikonsmallworld.com/ adresinde. Nilgün Özbaşaran Dede nozbasaran@yahoo.com Fotoğraf yarışmasıyla ortaya çıkan muhteşem görüntüler