16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Neyzen Tevfik’i Anmak Armağan Erman (Kültür Fen Lisesi) K daktan sakınmadığını ve zamanın yöneticilerinden korkmadığını şu dizelerden de anlayabiliriz: kalmıştır. Her aydının zihninde mutlaka ona ait birkaç mısra kuşaktan kuşağa hâlâ yaşamaktadır. Neyzen bir halk filozofu, halk aşığı, kötülüklerin alaycısıdır. Eğer başka bir ülkede yaşasa, adına enstitüler kurulur, heykelleri dikilirdi. Genç kuşakların tanıyıp anlaması gereken bir hazinedir Neyzen…” Cumhuriyet’in yetiştirdiği en değerli eğitimcilerden Hasan Âli Yücel onun için şöyle der: “Neyzen Tevfik evsizdi, Mozart mezarsız. Gönüllere girebildikten sonra bu türlü mahrumiyetlerden ne çıkar?” (Cumhuriyet Gazetesi 1956) Neyzen’in Tanrı ile konuşması da hiç bitmemiştir. Belki de bir karara varamadığından. Ama öyle bir cana yakınlıkla seslenir ki, başkasında çirkin görünecek sözler onda tatlılaşıverir: “Ey bana kendini büyük tanıtan Halime bak da varlığından utan” Neyzen’in hayatı akıl hastaneleriyle meyhane masaları, cinnetle deha arasında mekik dokumakla geçti. Hayal dünyası o kadar genişti ki bu, onun sokaktaki insanlar gibi yürümesine engeldi. Her ulusun tarihinde hicvin bir bıçak keskinliği ve deli cesareti ile öne çıktığı dönemler vardır. Aslında bu dönemlerin yarattığı kalemler vardır, demek daha doğru olacaktır belki de… Tarih mahkemelerinde hüküm giyenlerin infazını hiciv üstlenir bazen. Neyzen’in bazı hicivlerini okuduğunuzda ince ve kıvrak zekâsına bir kez daha hayran olurken yazıldığı tarihe takılıp kalıyor gözlerimiz. Gerçek sanatkârların yapıtları her dem tazedir sözü mıhlanıveriyor beyninizde. Tıpkı şu kıtada olduğu gibi: “Zelzele, yangın, dayak, kurşun musallat olsa da Şu saadet günleri hakkında hâlâ şekteyiz. Sulh içindeyken bile icabı devri iktidar, Biz yine harp varmış gibi bugün şehit gömmekteyiz.” (1949) Bu kısa Neyzen Tevfik’i anma denemesini yine Hasan Âli Yücel’in onun ölümü üzerine Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan şu sözleriyle sonlandıralım: imi insanlar vardır ki yıllar geçse de isimleri dillerde dolanır ve yaşadıkları, söyledikleri yapıtlarının üstüne çıkar. Farklı yaşam biçimleri ve dünyaya farklı bakış açılarıyla “Unutulmaz” diye not düşer tarih sahnesi isimlerinin yanına. 24 Mart 1879 yılında Bodrum’da dünyaya gelen Neyzen Tevfik de bu isimlerden biridir. Rüştiye Mektebi’nde öğretmenlik yapan ve zamanının aydın insanlarından olan Hasan Fehmi Efendi’nin oğludur. İzmir İdadisi’nde okurken sara nöbetleri yaşamaya başlayınca öğrenimini yarıda bırakır ve o günlerde tesadüfen duyduğu ney sesine adeta âşık olarak ney dersleri almaya başlar. Bu aşk günlerini Neyzen şu beyitle özetler: Nota ile meşke devam etti, şöyle birkaç mâh, Semaa, mıtrıba girdi, “ney” elde başta külah (mıtrıb: Neşesi bol adam) Bir düşünür, “Mevlana ile Neyzen arasında yakın bir ilgi vardır. Her ikisinin de hedefi aynı, yolları farklıdır. Mevlana neyi dergâha sokmuş, Neyzen dergâhtan çıkararak halkın ayağına götürmüştür. Mevlana’ya “Veli”, Neyzen’e “Deli” diyenler tasavvuf felsefesini anlayamayanlardır” der. Neyzen Tevfik hem yaşamış, hem yaşadığını hiçe saymıştır. Deli olarak akıl hastanelerinde yatmasında bile bir filozof tavrı, bir velilik vardır. Yarın ne olacağım? Karnım doyacak mı? Doğan yeni gün neler getirecek? Tüm bu fanilere ait kaygılar Neyzen’i hiç ilgilendirmemiş, nerde akşam orda sabah, bir hırka bir lokma felsefesiyle dervişane bir ömür geçirmiştir. Zamanın Emniyet Umum Müdürü Tevfik Hadi Bey şu anısını aktarır: “Sultan Reşat, Neyzen’in ney’ini dinlemiş ve çok memnun kalmıştı. Saraydan çıkarken kırmızı bir atlas kese içinde para verdiler. Saraydan ayrıldıktan sonra saydım. Otuz sarı lira idi. Galata’da sokaklar içinde Rumeli’den gelmiş birçok göçmen arabaları vardı. Neyzen arabamızı durdurttu. Ben bir ihtiyacı var sandım. Bir de baktım ki göçmenlere kese içindeki parayı dağıtıyor. Yanına gidip Tevfik ne yapıyorsun, biraz da kendine bırak diyene kadar o paraları dağıtmıştı bile ve çok mutlu görünüyordu.” Neyzen Tevfik şiirlerinde kişisel kızgınlıklarını değil, sosyal yaşantının aksaklıklarını ağır bir dille hicvetmiş ve yaşadığı sürede de halkın sevgisini kazanmıştır. Bu ney ve hiciv ustasının herkese söyleyecek bir lafı vardı. Yobazlara şöyle seslenirdi: Hayliden hayli kalınlaştı yobazlık yeniden Softalık zorlu anırtı ile aldı yürüdü Kara bir kinle taassup pusudan çıktı yine Yurdu şahane cehalet yeni baştan bürüdü Onun toplumsal eleştirilerini yaparken gözünü bu Kim demiş bizde bir demokrat idare yoktur Ne demek, olmasa elbet dışarıdan alırız Sırr edip karne usulüyle o gümrük malını Karaborsaya verir, biz bize benzer kalırız Toplumun her kesiminden dostları ve sevenleri oldu Neyzen’in. Ne böbürlendi makam sahibi dostlarından ne de yerindi evsiz barksız gariban arkadaşlarından. İnsanların içine bakanlardandı o. En büyük zaafı olan meye düşkünlüğü bile bir başka boyuta geçer onun dilinde. Ahbaplarından biri yolda yalpalayarak yürüdüğünü görünce gülerek sorar: Nasılsın üstat? Hayatından memnun musun? Çok. Çünkü dünya dönüyor, ben de dönüyorum. Büyük bir ahenk içinde gidiyoruz. Allah ahengimizi bozmaya… Sarhoş ve deli diye bazılarının küçümsediği bu büyük değer, bazı delikanlıların onun hayatına özendiğini duyunca onlara şöyle nasihat eder: Bazı gençler seni taklit ediyormuş duydum Pek fena bir çığır açtın Neyzen Serserilik denilen mahbubu (mahbub: sevilen, muhabbet edilen) Alamaz koynuna her boşta gezen! Yaşamı boyunca yazdığı şiirleri Hiç (1919) ve Azabı Mukaddes (1949) adındaki iki kitapta toplanan şairi, yeni nesiller pek bilmez. Bilmezler, zira edebiyat antolojilerinde çok da adı geçmemiştir bu sıra dışı sanatçının. Çünkü o hayatı boyunca toplum kurallarını hiçe saymış, inandığı gibi yaşamış, hiçbir maddi değerin esiri olmamış ve öylece de göçüp gitmiştir. 1974’te Ayna dergisi Ocak sayısını Neyzen’e ayırmış ve şu çok yerinde saptamaları dile getirmiştir: “Sanatçılar veya sanatçı olacaklar arasında belli toplumsal kurallara bağlı olmadan yaşayan bir kısım vardı ki, onlara “Bohem” adı verilir; bu yaşayış tarzını tercih edenlere de “Bohem hayatı yaşıyor” denirdi. 18.yy’ da yaygınlaşan ve Romantizm akımıyla daha da büyük çevrelere yayılan Bohem hayatını Türkiye’de yaşayan kimdi diye sorulsa, bunun cevabı kesinlikle Neyzen Tevfik’tir. Aklına estiği gibi yaşayan ve yazan Neyzen, son demlerini Beşiktaş’ta kendisine ayrılan bir odada geçirmiştir. Fakat ömrü hiçbir kurala bağlanmadan geçmiş, tüm serveti de koltuğunda taşıdığı ney’den ibaret “Merhum Tevfik, ney’inden ve şiirinden daha çok hayatıyla önemlidir. 19141918 harbi içinde cepheye giden asker kafilelerini “Allah selamet versin!” dualarıyla uğurlayan kalabalıklar arasından Onun “Allah rahmet eylesin” diyen mert sesi bütün acılığı ile duyuldu da kimse kılına dokunamadı. O bir yaşayan “hiç” ti. Hiçe hiç kimse bir şey yapamaz. Hürdü fakat mustaripti. Gururunu sefaletiyle besledi. Hür yaşadı ve hür öldü. Tercemei halinin özü budur. “Bir gün ruhlar binip giderler ebed atına Madde sefaletinden mana saltanatına” Mevlana CBT 1338/13 9 Kasım 2012
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle