27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

AKP eğitimden ne bekliyor? 2002’de iktidara gelen AKP, Türkiye tarihinin en kötü eğitim politikalarını savunuyor ve elinden geldiği kadar da uyguluyor. “Elinden geldiği kadar” diyoruz çünkü onun niyetleri bugün uyguladıkları eğitim politikalarıyla sınırlı değil. Devlet organlarının her hücresini ele geçirdikleri ve halktan külliyetli miktarda oy almaya devam ettikleri sürece çok daha kötüsünü yapacakları anlaşılıyor. Zeki Sarıhan zekisarihan@gmail.com 1 50 yıldır Avrupa karşısında gerilemesini durdurmaya, varlığını çağdaşlaşarak korumaya, diğer yandan özgürleşmeye çalışan Türk milletinin buna daha uzun süre izin vermeyeceği, bir süre sonra kaybettiklerini yeniden kazanması ve daha büyük kazanımlar elde etmesi beklenir. AKP’nin eğitimle ilgili tasarı ve uygulamaları, ileri bir dünyaya ulaşma niyeti taşımadığı gibi, eğitimin ortalama bir tatoplumun değerlerini gelecek kuşaklara aktarma”yı binımla “t le hedeflemiyor. AKP, bu değerlerin ancak bir parçasını Türkiye’nin ortaçağı ile geri bağlarını temsil ediyor. Bunlar merkezlere taşınmış taşrakasaba tutuculuğundan başka bir şey değildir. Modern Türkiye tarihi, yalnız siyasi ve kültürel değil, eğitim alanında da hep ilerigeri mücadelesiyle doludur. Bu mücadelede Jön Türkler, 1908 Meşrutiyet devrimcileri, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Devrimi ileriyi; medrese yobazlığı, 31 Mart, Şeyh Sait ve Menemen ayaklanması geriyi temsil eder. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Serbest Fırka ve Demokrat Parti dönemi bile gericilikte AKP iktidarı ile yarışamaz. AKP iktidarın bugün eğitim yoluyla gelecek kuşaklara aktarmak istediği değerleri neler? Birinci olarak bu parti, dünya sermayesinin küreselleşme döneminde Türkiye’nin siyasi, iktisadi, askeri politikalarını Batı’nın çıkarlarına uyumunu savunuyor ve gelecek kuşakların bunu devam ettirmesini istiyor. Onun bilincinde “emperyalizm” diye bir kavram yoktur. Bu konudaki teslimiyetinin derecesi Demokrat Parti’nin, 12 Mart ve 12 Eylül ve Turgut Özal dönemlerinin teslimiyetini fersah fersah aşmıştır. İktidarını sürdürmek için özellikle Amerika’nın gözlerinin içine bakmakta ve dış politikasında onun bir göz işaretiyle hizaya gelmektedir. İkinci olarak AKP, klasik anlamıyla da düpedüz gerici insan yetiştirmenin peşindedir. İktidara geldiğinden beri milli eğitim bakanlarının konuşma ve uygulamaları, özellikle Başbakan’ın 12 yıllık kesintili eğitim nedeniyle yaptığı konuşmalar, şimdiye kadar yutkunarak dile getirdikleri, zihinlerinde yer tutmuş bütün niyetlerini açığa vuruyor. Bu politikanın belirleyici unsuru din eğitimidir. Daha doğrusu eğitimin dini referanslarla biçimlendirilmesidir. İktidar partisi ne kadar çok Kuran kursu açılırsa, imam hatip okullarına giden öğrenci sayısı ne kadar çok artarsa o kadar çok memnun ve mutlu olduklarını belli ediyor. Onlar, yalnız bir kısım öğrencinin din eğitimi almasıyla yetinecek gibi de görünmüyorlar. Her türlü okul türünde dini inançlar baskın olmalıdır. Din öğretimi zorunlu olarak kalmalıdır. Çocuklar ve gençler umreye götürülerek dinî bir atmosfer içine sokulmalıdır. Yetişecek bu kuşaklar AKP yöneticileri gibi, bugün geçerli dünya düzenine itiraz etmemeli, milli onurdan habersiz kalmalı, sömürüye itiraz etmeyerek bu düzenin ilahi bir güç tarafından kurulduğunu ve geleceğimizin alnımıza yazıldığını kabul etmelidir. Çoğunluk kaderlerine boyun eğmiş bir şekilde ibadetle meşgul olurken onları güdenler, bütün tarihte olduğu gibi keselerini doldurmalıdır. Bunlar, bütün ortaçağ ve daha sonraki devirlerde sömürüye karşı ayaklanmış köylü kitlelerinin değil, üretici sanayicinin değil, düzeni değiştirmekte hep başı çeken gençliğin, az çok mürekkep yalamış ve dünyadan haberdar olmuş memurların, aydınların değil taşra tefeci esnafından kaynaklanan ve şimdi büyüyüp Türkiye’nin kaderine el koyan rantiyeci bir sınıfın ideolojisidir. AKP, Türkiye’yi kendi yanlarında tutmak isteyen Batılı sıcak para kaynaklarına dayanarak iktidarı döneminde uyguladığı ve kitlelerin refah düzeyinde belirli bir iyileşme yaratan ekonomi politikalarına dayanarak şimdilik seçmenlerin yarısının desteğini alabilmekte, bu nedenlerle gerici politikalarını dayatmaktadır. Bunda, yakın tarihte Türkiye’nin iyi yönetilememiş olmasının da etkisi vardır. İktidarın yetiştirmek istediği kuşakların dindarlığı bağlamında şu paragrafı açmamız zorunludur: AKP, Türk dindarlığını değil, dindarlık adına geri bir dünya görüşünü temsil ediyor. İslamiyet geri bir din olmadığı halde, yüzyıllardır onu baskı ve sömürülerinin aleti haline getirmek isteyenler çok görüldü. İslam coğrafyasında ilerigeri kavgası aynı zamanda İslamlar arasında bir kavgadır. Dört Halife devrinden beri bu kavga sürüp gidiyor. AKP bu kavgada, Emevi ideolojini temsil ediyor. Bu İsa’yı kullanarak engizisyon uygulayan kilise düzeninin bir benzeridir. Kilise okulları ve medreseler, hâkim sınıfların ideolojik hâkimiyet aracı idi. AKP’nin imam hatiplerden beklediği de budur. Osmanlı gericiliği nasıl İslamı gözden düşürmüş, bu dinle çağdaş uygarlığa erişilemeyeceği gibi görüşlerin ortaya çıkmasına sebep olmuşsa AKP dinciliği de aynı işlevi görecektir. Başbakan, bugün yaptıklarını ve yapacaklarını meşrulaştırmak için Cumhuriyet döneminde eğitimde bazı uygulamaları diline doluyor. İş bu noktaya varınca ona mirasçısı olduğu sayısız gerici hareketle yanıt verilebilir. Anadolu’da 40 bin Alevi köylüsünü katlederek kuyulara dolduranların mirasçıları kimlerdir? “Dine aykırıdır” gerekçesiyle matbaayı 225 yıl Türkiye’ye sokmayanlar, Meşrutiyete razı olmayanlar ve 1909’da ona karşı ayaklananlar, kız çocuklarını okul dışında tutmaya çalışanlar, Kuvayı Milliyecileri “kafir” ilan ederek öldürülmeleri fetvalarını verenler, şapka giymeyi dine aykırı sayanlar, halifeliği geri getirmek için ayaklananlar, Maraş’ta, Çorum’da, Sivas’ta kitle katliamları yapanlar, kültürel genlerini kimlere aktarmışlardır? AKP, bütün bu zihniyetlerin evrimleşmiş bir devamcısıdır. Müslümanlığa gelince: Tarihte gerici iktidarlara ve siyasetlere karşı bağımsızlık ve özgürlük mücadelesi verenler de Müslümandı. Bunlar için “Gerçek Müslüman” demek de mümkün. Gerçek Müslümanlar İslam reformcuları Cemalettin Efgani’den, Mısırlı Muhammed Abduh’tan, Türkiye’de İstiklal Marşı’nın şairi Mehmet Akif’ten ibaret de değildir. Namık Kemal’den tıbbiye öğrencilerine, Mustafa Kemal Paşa’dan 1960 yılların devrimci gençlerine kadar birkaç kuşak hem İslamları kurtarmaya çalıştılar, hem de İslamiyet’i yükselttiler. Bugün ülkemizde dindarlık değil, softalık iktidardadır. Softalık, bir olayın özünü, anlamadan şekle bağlılıktır. Bunlar, başlarına bir fes geçirerek, sakal bırakarak dindar olunacağını sanırlar. İslamlığın ortaya çıkışı hakkında bir fikirleri de yoktur. İslamlığın Bizans egemenliğinin Arabistan içlerine nüfuz etmeye başlaması üzerine bunu önlemek için yaratılmış bir inanç ve devlet düzeni olduğunu hiç düşünmezler. Softalık, insanların namaza ancak Arapça çağrılabileceğini sanmaya, Tanrı’nın ancak Arapça yapılan duaları kabul edebileceğini düşünmeye kadar uzanır. Başbakan ve AKP ileri gelenlerinin İslam felsefesi içinde de özgün ve yarına bırakacakları bir görüşleri de yoktur. Gelecek kuşaklar, onların bugünkü tutumunu lanetle, bazen da alay ederek ve hiç değilse şaşırarak anacaklardır. Türkiye AKP’nin dindar gençlik yetiştirmek politikasıyla dünya milletleriyle yarışamaz. Yeniden tam bağımsızlığını kazanamaz. Bu tutumla bilim gelişemez ve insanlar özgürleşemez. Toplumda adalet ve kadın erkek eşitliği sağlanamaz. 28 Şubat döneminde kabul edilen 8 yıllık kesintisiz eğitim kararı doğruydu. Bu uygulama ile beş yıllık ilkokuldan sonra okuma olanağı bulamayan veya okula gönderilmeyen milyonlarca yoksul çocuğu okula kavuştu. Çok haklı olarak küçük yaşta ruhban okullarına sevk edilen öğrencilerin sayısında bir azalma oldu. Başbakan ise 12 yıllık eğitimi üçe bölerek 28 Şubat’tan öç alacaklarını açıkça dile getirmekten çekinmiyor. Şimdilik böyle oluyor, gelecekte böyle olmayacaktır. İnsanlığın ilerleme tarihine göz attığımızda bu gericiliğin kalıcı olmayacağını anlarız. DİNDARLIK DEĞİL SOFTALIK CBT 1334/19 12 Ekim 2012 le getirildi. Bunun üzerine İlber Ortaylı, Web of Science’ın Almanya’daki tarih dergilerini bile taramadığını iddia etti. Bunun üzerine, Social Sciences Citation Index (SSCI) ve Arts and Humanities Citation Index (AHCI) kapsamında taranan, Almanya adresli dergi sayısını araştırdım ve bu değerleri Türkiye kaynaklı olanlarla karşılaştırdım. SSCI kapsamında taranan Ülkeler Diller SSCI AHSI dergi sayısının 2174, AHSI’da ise Almanya 119 125 1689 olduğu göz önüne alınırsa Türkiye 14 7 İngilizcenin hâkimiyeti açıkça Almanca 63 105 fark ediliyor, diğer yandan bir Türkçe 9 5 başka uçurum da Almanca ile Türkçe yayın yapan dergileri karşılaştırdığımızda göze çarpıyor. İngilizcenin bilimsel platformdaki baskınlığına rağmen Alman sosyal bilimcilerin kendi dillerinde çıkan dergilerde yayın yaptıklarını ve bu dergilerin indeksler tarafından büyük ölçüde tarandığı sonucuna varabiliriz, fakat bu durumu Türkiye’de yayın yapan sosyal bilim dergileri için söylemek güç. Bu konu hakkında konuştuğum bir akademisyen, Türki ye’deki sosyal bilimcilerin yaptıkları işi mazeret gibi kullanıp senelerdir “Web of Science bize uygun değil” demelerini doğru bulmadığını söylüyor ve Osmanlı tarihi gibi çok geniş bir coğrafyayı ilgilendiren bir konuda uluslararası yayın yapmak yerine Türkçe makale yayımlamanın anlamlı bir eylem olmadığını ifade ediyor. Ayrıca Toplum ve Bilim dergisi dışında akademik anlamda iyi bir Türkçe derginin olmadığına değiniyor. Bu noktada, “Neden Türkiye’de yayımlanan kaliteli sosyal bilim dergisi yok?” sorusunu sorarsak atıf indekslerinin önemi bir kez daha karşımıza çıkıyor. Atıf indeksleri, yapılan eleştirilere rağmen, “kalitekontrol” mekanizması işlevi görerek kaliteli yayınları bünyesinde barındıran bir dergi topluluğu oluşmasını sağlıyor. Diğer yandan ister İngilizce, ister kendi anadilinizde yayın yapın, makaleye uluslararası bir görünüm sağlıyor. Türk akademisinin içler acısı hali herkes tarafından biliniyor. En son A. Murat Eren’in Cumhuriyet Bilim Teknoloji’de yer alan yazısında, üniversitelerin arka sokaklarında oynanan intihal oyunlarını bir kez daha gördük. Bilimsel kali tesi kuşkulu, hakem sistemi düzgün çalışmayan ve atıf indeksleri tarafından taranmayan Türkçe dergilerde yayımlanan makalelerin bilimselliği ister istemez şüphe uyandırıyor. Böylesine bir bataklıkta, atıf indekslerinin kapsamında olmayan Türkçe dergilerde yayın yapmanın mantıklı bir davranış olduğu söylenebilir mi? Ben sosyal bilimci değilim, fakat yayımlanan yazılar vesilesiyle konuştuğum akademisyenler ve yaptığım araştırma neticesinde Türkiye’de sosyal bilimlerin, genel anlamda, içine kapanık, dünya ile iletişim halinde olmayan ve küresel arenada yarışmayan bir vaziyette olduğunu gördüm. Bence, bunun en önemli nedeni, uluslararası yayın yapmama geleneği. İntihalin artık sıradan bir olay haline dönüştüğü bu akademik bataklıkta, kapalı bir kutu içerisinde sosyal bilimlerin gelişmesi mümkün mü? İlber Ortaylı, 2010 yılında katıldığı bir televizyon programında şöyle diyor: “Türkiye’de tıp ilerledi, mühendislik ilerledi, ama sosyal bilimlerde bir eksiği var bu ülkenin” Neden acaba ?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle