17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

KT SAT PENCEREMDEN Aşırı nüfus artışı insanlığın en büyük sorunu İnsanlık şu sıralar tarihin en büyük demografik değişimini yaşıyor. Her saniye dünyaya üç kişi daha geliyor. 1960 ve 2000 yılları arasında dünya nüfusu ikiye katlandı ve bu yıl içinde yedi milyara ulaşması bekleniyor. Oktay Yenal [email protected] Gelişmiş ülkelerde derinleşen iktisadi bunalım uzun süreceğe benzer. Ülkelerin siyasal liderleri, bankerleri, iktisatçıları, medyası bu bunalıma çare aramak peşindeler. A CBT 1275/9 26 Ağustos 2011 lman Dünya Nüfusu Vakfı, Birleşmiş Milletler ve diğer bazı kurumlar nüfus artışının özellikle de gelişmekte olan ülkelerde yaşanacağını söylüyorlar. Bu bölgelerdeki 5,7 milyarlık nüfusun kırk yıl içinde sekiz milyara çıkması beklenmekte. Endüstri ülkelerindeki nüfusa ise 2050 yılına dek sadece 70 milyon kişi eklenecek. Birleşmiş Milletlerin tahminlerine göre dünya nüfusu 2100 yılına dek 15,8 milyara çıkabilecek. Yoğun nüfus artışı özellikle de Afrika’nın güneyindeki ve Güney Asya’daki gelişmekte olan ülkelerdeki yüksek doğum oranlarıyla tetiklenecek. Sadece Afrika’daki nüfusun 2100 yılında üçe katlanması bekleniyor. Oysa Avrupa nüfusu azalacak diyor uzmanlar. Bugün Avrupa’da 738 milyon insan yaşıyor, bu sayı doksan yıl içinde 674 milyona düşecek. Yoğun nüfus artışı nedeniyle insanlığa büyük görevler düşüyor. Nitekim artan nüfusa bağlı olarak enerji tüketimi artıyor, tarım alanlarına gereksinim büyüyor. Nüfusun azaldığı zengin ülkelerde ise yaşlıların bakımı ve sosyal sistemlerin devamı ile ilgili endişeler var. Birleşmiş Milletler genel sekreteri Ban Ki Moon kısa bir süre önce dünyadaki gıdaların haksız dağılımı hakkında yakınmıştı. “Herkese yetecek kadar yiyecek olmasına rağmen hala yarım milyar kişi açlık çekiyor. Tarım ürünlerinin hızla iyileştirilmemesi halinde hepimizin kemerleri sıkması gerekecek.” nsanlık günümüzdeki olumsuz alışkanlıklarını sürdürmesi halinde, 2050 yılındaki nüfusu doyurabilmek için üç tane Dünyaya ihtiyaç duyacaktır diyor uzmanlar. Özellikle de endüstri ülkelerinde gıda ürünleri önemli ölçüde ziyan edilmekte. Mesela kullanım tarihi geçen veya depolarda yer bulamayan tonlarca ürün çöpe gidiyor. Ayrıca tonlarca ürün “iyi görünmediği” için pazara sürülmeden yok ediliyor. Mesela ABD’li çiftçiler üzerlerinde veya biçimlerinde “kusur”olduğu için karpuzların yüzde yirmisini koparıp atıyorlar. Afrika’da ise kötü depolama koşulları ve kötü altyapı büyük kayıplara yol açmakta. Nüfus artışından söz edildiğinde gözler hep dünyanın en yoğun nüfuslu ülkesi olan Çin’e kayıyor. 2010 yılında Çin’de 1,4 milyar insan yaşıyordu. Ancak Çin şu sıralar önemli bir değişim geçiriyor. Genç tarım toplumu, hareketli ve yaşlı kent toplumuna dönüşüyor. Şu sıralar Çin nüfusunun neredeyse yarısı kentlerde yaşıyor. Bu 2000 yılına göre yüzde on üçlük bir artış demek. Dünya ekonomisinin belkemiğini büyük kentler oluşturuyor. Bugün bu kentsel bölgelerin sayısı 150 civarında. Bağlı oldukları kentler ve banliyölerle birlikte bu 150 yerleşim merkezindeki ekonomiden dünya nüfusunun yüzde on ikisi yararlanmakta. (NÖD) Sanayi Devrimi ile başlıyan son üç yüz yıl insanları öyle şartlamış ki sanki büyüme durursa, herkesin çocukları kendilerinden daha zengin olmazsa, kıyamet kopacak. Oysa bilimsel bulgular gösteriyor ki kıyameti yaklaştıran asıl sebep bu günkü tanımı ile buyüme, yani GSMH (gayrisafi milli hasıla) artışı. Yıllarca önce “Limits to Growth” (Büyümenin Sınırları) çalışması dünyanın büyümesinin sonsuza dek gidemiyeceğini, yani dünya kaynaklarının artmadığı gerçeğini ortaya koyuyordu. Fakat zamanla bu ihtar unutuldu ve dünya alışılan değerlerle devam etti. Yine GSH (gayri safi hasıla) tek ölçü oldu ve insan zekasının büyüme önündeki manileri yenebileceğine inanç yaygınlaştı. Şimdi de başka nedenlerle de ortaya çıkan bunalıma hayıflananlar da pek çok. Dünya kaynakları üç kalem altında incelenebilir: Enerji, hammedde ve çevre. Istatistiklere gore ABD’nin bilinen fosil enerji (petrol) kapasitesi 1930’lu yılların ortalarında zirvesine varmıştı. Bu kapasitenin kullanılması A.B.D.’ni 40 yıl kadar idare etti, hatta Kuzey Amerikanin yirminci yüzyılda hızla büyümesınin bir nedeni de buydu. Enerji bunalımı yılları sıralarında, yani 1970’lerde de, bu sefer Amerika dışında kapasite artışları görüyoruz. Bunun da dünyayı günümüze kadar getirdiği düşünülebilir. Fakat şimdi ne olacak? Bir enerji uzmanının iddia ettiği gibi, sanayi devriminin asıl büyük önemi, o zamanlarda bol olan ağacın yakılması ya da yiyecekle beslenen insan enerjisi kullanmasından, fosil enerjiye (Elektrik enerjisi dahil) geçilmesi idi. Şimdi yeni fosil enerji kaynaklarının bulunması yavaşlamış bulunuyor. Bu nedenledir ki bu düşünür bir konferansında “artık gayrisafi hasıla öldü,” diyebiliyor. Her ne kadar teknolojik ilerlemelerle önlenmeğe çalışılsa da ham madde ve yiyecek maddelerinin de dünya yüzünde sınırlı olduklarını kabul etmek lazım. Son bunalım, her ne kadar dünya nüfusunun büyük kısmını oluşturan yoksul ülkelere bir umut kaynağı vermekte ise de, çevre ve dünyanın geleceği düşünülünce, hiç olmazsa zengin ülkelerinin iktisaden büyümesine dur deme zamanının gelmiş olduğunu kabul etmek lazım. Geçen yazılarımdan birinde, dünyanın yaşanabilir bir yer olması için Batı’nın yavaş büyümeğe alışması, Doğu’nun da uygarlaşması lazım demiş, bunun zor olacağına işaret etmiş, ve çözümün ne vahşi kapitalizmin devamı, ne de Marx’ın gordüğü cinsten bir proleter ihtilali olmıyacağını ileri sürmüştüm. Sulandırılmış bir sosyal demokrasinin uzun sürede dünya sorunlarına cevap verebileceği konusundaki umudum da giderek azalıyor. Artık çözümü, daha esaslara inen bir demokraside, bir dünya uyanışında görüyorum. Sürüp giden işsizliğe, gelir dağılımindaki bozulmalara, hele giderek artan atmosferik kirlenme, enerji ve yiyecek / hammadde kıtlıklarına baktıkça, dünyanın sürebilmesi için çok daha büyük yaşam değişikliğine gerek olduğuna inanıyorum. Öyleyse, sınırlı dünya kaynakları karşısında ve hakkaniyet icabı olarak da dünya ekonomilerinin sanayileşmiş olanları çok daha yavaş büyümeli. Hatta bu ülkeler için hiç büyümemek de düşünülebilir. Vahşi kapitalizm sonucu gelir dağılımindaki hızlı bozulma göz önünde tutulursa dünyanın bütün ülkelerinde de asıl sorunun gelir dağılımı olması gerek. Sanayileşmiş ülkelerdeki doğurganlık oranı genel olarak 2’nin altında olduğuna göre, bu ülkelerin nüfusları artmıyacak demektir. Sanayileşmiş ülkeler makul sayılacak bir ortalama gelir düzeyine kavuşmuş olduklarından gelir dağılımını düzelterek çözemiyecekleri refah sorununun da kalmamış olması gerekir. Zaten önemli sorun da budur. Gelir dağılımını düzeltirken elbette artan işsizlik oranları da hesaba katılmalı, eğer bu günkü ekonomi her yetişkine iş yaratamıyacaksa, bu ülkelerde çalışma günleri ortalaması haftada 6 günden 5 güne, hatta 4 güne indirilmelidir. Bu zengin ülkelerin yoksulluk / çaresizlik içinde olan kimselere el uzatmasi da elbette gerek. Ne var ki gelir dağılımını düzeltmek, enerji tasarrufu, yiyecek kıtlığı, enerji tasarrufu ve hammadde kıtlığı yalnız zengin ülkelerin sorunu değil. Gelişmekte olan ülkeler de özellikle gelir dağılımı ve gelişen teknolojinin dünyanın bilinen kaynaklarını artırma ya da daha verimli kullanma konularında önlem almazlarsa, dünya çevresinin hali harap. Üstelik onların bir de nüfus artışı sorunu var. Maalesef görüyoruz ki insanlarda açgözlülük sürdükçe kıyamet günlerini çok geciktirmek mümkün olmıyabilir. İktisadi Büyümenin Sonu, Gayri Safi Hasılanın Ölümü
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle