22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

KT SAT PENCEREMDEN Tuz da aklanma yolunda Yumurta ve tereyağından sonra tuz da aklanma yolunda. American Journal of Hypertension isimli tıp dergisinde yayımlanan son bir makaleye göre daha az miktarda tuz tüketimi ile kalp hastalıkları riski arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki yok. Oktay Yenal yenal9@gmail.com Demek bu günleri de görecektik. Çocukluğumuzdan beri dünyanın en ileri, en güçlü, en zengin ve hemen her şeyi doğru yapan yerler olarak tanıdığımız ülkelerde büyüme çok yavaşlamış, işsizlik yüksek düzeylerde ve artıyor. O nlarca yıldır sağlık uzmanları ve yöneticiler Amerikalıları daha az tuz tüketmeleri doğrultusunda ikna etmeyi başaramadı. Nisan 2010’da Amerikan laç ve Gıda Dairesi (FDA) gıda üreticilerini ürünlerine koydukları tuz miktarını düzenlemeleri için uyardı. New York Kenti Belediye Başkanı Michael Bloomberg, 16 şirketi tuzu gönüllü olarak azaltmaya ikna etti. Temmuz ayının başlarında American Journal of Hypertension’da toplam 6.250 deneğin katılımı ile gerçekleştirilen 7 çalışmayı içeren bir metaanaliz, tuz alımını azaltmak ile kalp krizi riski, inme veya yüksek tansiyondan ölüm arasında güçlü bir kanıt bulamadı. Oysa Mayıs ayında Journal of the American Medical Association dergisinde Avrupalı bilim insanlarının yürüttüğü bir çalışmada, deneklerin idrarlarında bulunan sodyum miktarı ne kadar azalırsa, kalp krizinden ölme riskinin de o kadar yükseldiği öne sürülüyordu. Bütün bunlar aşırı tuzun insan sağlığı için zararlı olduğu yönündeki genel kanının sorgulanmasına yol açıyor. Kaldı ki kalp hastalıkları ve tuz arasındaki bağlantıya ilişkin kanıtlar hiçbir zaman güçlü olmamıştır. Borç Çıkmazında Avrupa ve Amerika Bunların üstüne bir de, eskiden sadece gelişmemiş ekonomilerde görmeye alıştığımız borç sorunu bu kez Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletlerinde de ortaya çıkmış. Amerika’da Cumhuriyetçilerle Demokratlar anlaşamazlarsa, kamu ödemeleri ve bu arada borç ödemeleri bir hafta sonra duracak. Değerlendirme ajanslarının ABD’ye kötü not vermelerinin eli kulağında. Avrupa’da ise herkes nasıl olduğunu açıkça anlamasa bile, borç sorunu ülkeleri sarsıyor. Yunanistan’ın dış borcu milli gelirinin bir buçuk katını geçmiş. İspanya, Portekiz, Irlanda da zor durumda. Şimdi bir de Italya’nın aynı durumlara düşeceği konuşuluyor. Yunanistan’a giden IMF heyetleri fazla bir iyileştirici etki yapamadılar. Şaka olsun diye insanın ABD’ye de başları havada bir IMF heyeti göndermek zamanı gelmedi mi diye sorası geliyor. Aslında IMF’in bugünkü dünyada neye yaradığı kuşkulu. Onun yerine bazı Avrupa diplomatları bir Avrupa IMF’si ikame etmek istiyorlar. Fakat bu öneriye itiraz, sonuçta faturayı ödeyecek Avrupa’nın güçlü ülkelerinden, özellikle Almanya’dan geliyordu. Son günlerde bu konuda bir anlaşmaya gidildiğini görüyorsak da anlaşmanın ince noktaları açıklanmış değil. Şimdilik bildiğimiz Yunanistan’ın borcunun bir kısmı yedi yıl ertelenecek ve Yunanistan’ın ödediği faiz % 3,5 u geçmeyecek. İlk günkü olumlu sermaye piyasaları rakamlarından sonra yapılan anlaşmanın ayrıntıları hakkında kuşkular artıyor. Bu yazıyı yazarken görülen manzara şöyle: Geçen Mayıs’da yapılan Birinci Yunanistan borçları anlaşmasından bu yana Yunanistan Avrupa Birliği ve IMF’den 65 milyar avro almış bulunuyor. Bu sefer yapılan anlaşma ile ve bütün koşullar yerine getirilirse bu rakam 200 milyara çıkacak. Bunun 109 milyar avrosu gelecek üç yıl içinde Avrupa Birliği ve IMF’den ve 28 milyarlık Yunanistan özelleştirme programından gelecek. Yunanistan bu hedefe varamazsa fark Avrupa Birliği ve IMF tarafından karşılanacak. Yunanistan’ın özel alacaklıları – bankalar, sigorta şirketleri ve emeklilik fonları yukartaki toplamın 50 milyar avrosunu temin edecekler. Bu Yunanistan’ın borçlarını erteleyerek ve 33 milyarlık borç üzerindeki faiz yükünü 20 milyara indirerek sağlanacak. Ne var ki büyük başarı diye ilan edilen bu anlaşma ile, bütün koşullar yerine getirilse bile, Yunanistan’ın borcu %12 azalacak. Bu rakam içinde özel alacaklıların kendi istekleri ile yapacakları borç ertelemeleri ve faiz indirmeleri de dahil. Öyle ise bu anlaşmalar ne Yunanistan’ı, ne de Avro’yu kurtarıyor, ne de Avrupa Finansal İstikrar Fonu’na (EFSF) daha açıklık getiriyor. Öyleyse borç sarmalı herhalde Portekiz, Ispanya, Irlanda ve hatta İtalya’ya kadar uzanacak. Yunanistan’ın normale dönmesi ise, bu koşullar altında, imkânsız gibi. Bir de ABD’ye bakalım. Geçmiş yıllarda federal borçlanma sınırı fazla siyasal gürültüye sebep olmadan artırılırdı. Bu iktisadi bunalım esnasında ise Amerika tam ortadan bölünmüş durumda. Cumhurbaşkanı Obama durumu idare etmeye çalışıyor fakat önünde iki büyük engel var. Bir yanda partisi Demokrat Parti’nin temsil ettiği büyük halk kitleleri, bir yanda ise Wall Street’in etkilediği ve şimdi Temsilciler Meclisinde çoğunluğu sağlamış Cumhuriyetciler. Bu ayırım, bırakın Amerikanın yavaş büyüme ve işsizlik problemine çare bulmayı, borç sınırı sorunu konusunda anlaşmayı bile zorlaştırıyor. Demokratlar mali dengeye götürmek için bir yandan mevcut zenginlerden alınan vergiyi biraz artırmak isterken Cumhuriyetçiler vergi artışına kesinlikle karşı çıkıp sosyal harcamalarda tasarruf istiyorlar. Bu yazıyı yazarken son haber, yine bu iki blok arasında anlaşma olmadığı ve Başkan Obama ile tartışmayı yürüten Temsilci Boehmer’in toplantı masasını terkettiği yönünde. Avrupa ve ABD bir süre daha borç içinde hayatlarını sürdürecekler. Bu sorun, vaktiyle geri kalmış ülkelerde olduğu gibi, kolay kolay halledilemeyecek bir mesele. Hele şimdi ve kriz süresince, faiz hadleri Batı’da bu kadar düşük düzeylerde sürdüğü ve petrol ülkeleri paralarını yatıracak yer sıkıntısı çekerken beklenir ki dünya, kolayını seçerek bu günü yarına tercih edecek ve gelen kuşaklara büyük sorunlar yükleyecek. Bu arada sorunun Türkiye’yi etkilemesi de çok olasılı. CBT 1255/9 8 Nisan 2011 Tuzun zararlı olduğu yolundaki ilk iddialar yüzyıl önce ortaya atıldı. 1904 yılında doktorlar yüksek tansiyon hastası olan 6 hastanın aşırı miktarda tuz tükettiğini bildirdiler. 1970’li yıllarda Brookhaven Ulusal Laboratuvarları’ndan Lewis Dahl’ın kesin bir dille tuzun yüksek tansiyona yol açtığını açıklamasıyla kaygıların boyutu iyice tırmandı. Dahl, deneylerinde sıçanlara insan ölçeğine göre günde 500 gram tuz yedirdiği zaman sıçanların tansiyonu yükseliyordu (Bugün sıradan bir Amerikalı günde 3.4 gram sodyum veya 8.5 gram tuz tüketiyor). Dahl ayrıca toplumların da yüksek tuz tüketimi ve yüksek tansiyon ilişkisini kanıtlayan sağlık sorunları yaşadığını keşfetti. Örneğin aşırı miktarda tuz tüketen ülkelerde yaşayan insanlarda örneğin Japonlar yüksek tansiyon ve inme riskinin daha yüksek olduğu görülüyordu. Ancak birkaç yıl sonra American Journal of Hypertension’da yayımlanan bir makalede, bilim insanlarının spesifik bir toplumun kendi içinde böyle bir ilişkiyi tespit etmekte zorlandıkları açıklandı. Bu da genetik ve kültürel faktörlerin etkili olduğu anlamına geliyordu. Ancak Amerikan Senatosu’nun 1977 yılında tuzun zararlarını ortaya çıkartmak için görevlendirdiği beslenme üzerine özel bir komite Dahl’ın çalışmasını baz alarak Amerikalıların tuz tüketimini %50%85 oranında azaltmaları yönünde öneride bulundu. Teknolojinin gelişmesi ile bu tarihten sonra deneyler daha hassas ekipman ile yapılmaya başlandı. 1988 yılında tuzun zararları konusunda yapılan çok geniş kapsamlı bir çalışma, 52 uluslararası araştırma merkezindeki deneklerin sodyum tüketimi ile tansiyonlarını karşılaştırdı. Sonuçta sodyum tüketimi ile yüksek tansiyon prevalansı arasında bir ilişki bulunamadı. Aslında en fazla tuz tüketen toplumların günde 14 gram tuz ortalama tansiyonu, en az tuz tüketen toplumlardangünde 7.2 gram tuz daha düşüktü. 2004 yılında Cochrane Collaboration adı verilen uluslararası, bağımsız, kâr amacı gütmeyen bir sağlık araştırmaları örgütü, 11 tuzeksiltme deneyini değerlendirdi. Uzun vadede, düşük tuz diyetleri, normal diyetlerle karşılaştırıldığında sistolik tansiyonu sağlıklı insanlarda 1.1 mmHg, diyastolik tansiyonu 0.6 mmHg düşürüyordu. Bu da 120/80 tansiyonun 119/79’a inmesi anlamına geliyordu. Cochrane Collaboration değerlendirmesi şöyle diyordu: “Yoğun mücadele sonucu, uzun vadede tansiyonda minimal ölçülerde düşüş tespit ettik.” 2003 yılında ise Cochrane daha kısa süreli 57 deneyi değerlendirdi. Ve sonucu öncekilerden farklı değildi: “Tuz tüketimini azaltmak uzun vadede çok küçük yarar sağlar.” Johns Hopkins Üniversitesi’nden Lawrence Appel sorunun kısmen bireylerin tuza farklı reaksiyon vermesinden kaynaklandığını söylüyor. Albert Einstein Tıp Üniversitesi ve Uluslararası Yüksek Tansiyon Birliği eski başkanı Michael Alderman insan böbreğinin tasarım olarak tuz tüketimine bağlı olarak yığılma (akresyon) yaptığına dikkat çekiyor. Alderman ve meslektaşı Hillel Cohen, birbiriyle çelişen verilere dayanan politikalar gütmek yerine, düşük tuz diyetlerini takip eden insanların zaman içinde ne gibi hastalıklara maruz kaldığını anlamak için hükümetlerin geniş kapsamlı, kontrollü deneyler yürütmesi gerektiğine inanıyor. Ne var ki Appel böyle bir deneyin, çok maliyetli olacağı gerekçesiyle yapılmasını olanaksız görüyor. Bu arada somut ve kesin veriler elde edilmedikçe antituz kampanyalarının rağbet görmeyeceği kesin. Kaynak: www.scientificamerican.com/article.cfm?id=itstimetoendthewaronsalt&pr TUZUN ZARARLI OLDUĞU DD ASININ BAŞLANGICI LER ÇALIŞMALARDAN ALINAN SONUÇLAR SONUÇ? CBT 1271/9 29 Temmuz 2011
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle