22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

POL T K B L M Aykut Göker http:/www.ınovasyon.org;hagoker@ttmail.com “Uluslar, dünyanın bugünkü koşullarına uygun olarak ve yeniden inşa ediliyorlar! Çünkü, kapitalizm ve emperyalizm çağında, yani uluslar çağında yaşıyoruz, hâlâ!” [O. Bursalı] Bilimde Türkiye, ran ve Arap ülkeleri Thomson Reuters’ın Global Research Report (Küresel Araştırma Raporu) serisi kapsamında Şubat ayında yayınladığı Ortadoğu Dosyası, Arap, İran ve Türk Bilimi’nin son yıllarda geçirmekte olduğu büyük değişimi inceliyor. Önsözünü, Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü’nden fizik ve kimya profesörü, 1999 Nobel Kimya ödülü sahibi Ahmed H. Zewail’in yazdığı rapor, Ortadoğu bölgesinde Türkiye, İran, Mısır, Suudi Arabistan ve Ürdün gibi bilimin en hızlı geliştiği beş ülkeyi mercek altına alıyor. Rapora göre bölgenin bilimde en ileri ülkesi Türkiye. “Ulus Yıkıcılığı Zamanları” Orhan Bursalı’nın yeni kitabının adı böyle; yazarın kendi sözcükleriyle, “...Ulusalcılık Üzerine Yeni Bir Manifesto Denemesi”... Kitabı elimize alır almaz, Bursalı’nın, “özellikle, bilim ve teknoloji üretimi ile ülkenin inşası” konusunu işleyeceği başka bir kitap üzerinde çalıştığını da öğreniyoruz. Eh, böyle bir konu üzerinde çalışıyorsa, ‘ulusalcılık’ gibi kavramların bazılarımızca sürekli lanetlendiği bir zamanda, işe, bu kavramları irdelemekle başlamasından daha doğal bir şey olmazdı. Çünkü bu kavramlar bu ülkede lanetleniyor ama, hangi ülkenin bilim ve teknolojiyle ilgili politika metnini inceleseniz, her metnin, adeta bir ‘ulusalcılık’ manifestosu olduğunu görürsünüz. Hepsinde iddia, bilim ve teknolojide cereyan eden uluslararası yarışta, kendi ulusunun önlerde koşmasını sağlamaktır. Bu, hep yazıyorum, görünürde bilim ve teknolojide yetkinleşme yarışıdır ama aslında, önde koşanların dünya pazarlarındaki rekabet üstünlüklerini sürdürebilmek; geriden gelenlerinse böylesi bir üstünlüğe erişmek için yaptıkları bir yarıştır... Göründüğü kadar masum da değildir; çünkü yarışanların ana hedefi, bütün bir dünya coğrafyasında ya da bir bölümünde kendi hegemonyalarını sürdürebilmek ya da kurabilmektir... Bunu da nerden mi çıkarıyorum? Yarıştaki ulusların, bilim ve teknolojide kazandıkları üstünlüklerini aynı zamanda askeribir üstünlüğe dönüştürme yönündeki çabalarından... Bilim ve teknolojinin en ileri düzeyde kullanıldığı alan “savunma” araç, gereç ve sistemleridir. Onun içindir ki, bilim ve teknolojide yetkinleşmek, rekabet üstünlüğünü sürdürebilmek ya da kazanabilmek kadar, kendi teknolojisine dayanarak her geçen gün daha yüksek bir silah gücüne erişebilmek demektir... Mademki küreselleşiyoruz ve bu süreç sonunda ulusal devletlerin hükmü kalmayacak, o zaman bu ülkeler hâlâ niçin kendi bağımsız askeri güçlerini sürdürme ya da oluşturma çabasında bu denli hırslılar? Bursalı’nın kitabından da çıkarabileceğiniz yanıtı kendi anladığım biçimde ifade edeyim: Çünkü ‘küreselleşme’ denilen süreç, bilim ve teknoloji gücünü, dolayısıyla ekonomik gücü elinde tutan ulusların ulusal motifleriyle örülmektedir. Askeri güç, süreci böyle örebilmenin güvencesidir. Aslında, ‘küreselleşme süreci’ uluslararası hukukta da güçlülerin ulusal çıkarlarını gözetecek şekilde, Dünya Ticaret Örgütü Kuruluş Anlaşması’yla (1994) güvence altına alınmıştır. Bu anlaşmayla, uluslararası ticaretin önündeki ulusal kaynaklı korumacılık engellerinin kaldırılması ve ‘serbest ticaret’in bütün dünyada geçerli tek norm haline getirilmesi sağlanmıştır. Aynı anlaşmayla, patent ve benzeri fikrimülkiyet haklarını bütün dünyada güvence altına alan ve devletin hangi ekonomik etkinlik alanlarına, ne ölçüde ve hangi koşullarla destek sağlayabileceğinin kurallarını belirleyip bu kurallara uymayan devletlere uluslararası düzeyde uygulanacak yaptırımları ortaya koyan bir hukuk düzeni de getirilmiştir. Sanayileşmekte gecikmiş, bilim ve teknolojide geri kalmış bir ülkenin, devlet mekanizmasını, kaybettiği zamanı telafi için kullanabilmesi; bu anlaşmayı şu ya da bu biçimde çiğneyip kendi pazarını, kendi doğal kaynaklarını korumaya kalkması imkânsızdır. Kalkarsa ne olur? Ne olacağı açıkça sergileniyor. Küreselleşme süreci, sürecin başını çekenlerin askeri güçlerince korunuyor! Söylemeyi unutuyordum. Söz konusu anlaşma, ülkelerin kendi silah sanayilerini geliştirebilmek için her türlü devlet sübvansiyonunu kullanabilmeleri önünde herhangi bir engel teşkil etmemektedir. Onun içindir ki, ekonomik gücü elinde bulunduranlar ‘küreselleşme’ görüntüsü ardında kendi ulusal çıkarlarını kollayan bir dünya düzeni kurmanın peşindeyken; ulusal sınırların ortadan kalktığı ve bunun asgari şartı olan savaşsız ve sömürüsüz bir dünyanın kurulması yönünde ortalıkta hiçbir emare yokken, hem de böyle bir dünyanın kurulması için herhangi bir siyasi mücadele yolu göstermeksizin, sadece Türklerin ‘ulusalcı’ tutumlarına karşı çıkılmasını anlamak güçtür. Bursalı’nın kitabı bunların hatırlanabilmesi için iyi bir vesile oldu... Z ewail, giriş yazısında Arap, ranlı ve Türklerin yaşadığı Ortadoğu’da bilimsel çalışmaların Batı’nın gerisinde kalmış olmasına karşın, bazı bilim insanlarının bazı bilim dallarında dünya çapında araştırmalara imza attığına dikkat çekiyor. Zewail bu arada şu sorunun yanıtını da arıyor: “Arap, ran ve Türk bilim insanları görece olarak Batı’daki meslektaşlarının niçin gerisinde?” Kabul gören açıklamalardan biri Ortadoğu’da yaşayan halkların inanç ile aklı birbirinden kesin çizgilerle ayırmamış olması. Ancak Zewail’e göre bu sorunu aşırı basite indirgemek oluyor. Ortadoğu ülkelerinin pek çoğunun yakın tarihe kadar sömürge konumunda olması, dışa bağımlı yöneticilerin eğitimi dışlamasına yol açmış. Sonuç: Çoğu kadın, %50’si okuma yazma bilmeyen cahil halklar bilimin önemini kavrayamamış. Ayrıca Soğuk Savaş sonrasında yönetimi ele geçiren politikacıların dini inançları kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaları da bilimi baltalayan önemli bir neden. Müslümanların Batı ile aralarındaki farkı kapatması için yeni bir eğitim cihadının başlatılması gerektiğine inanan Zewail, önce işsizlik sorununun çözülmesi gerektiğini söylüyor: “Ortadoğulu üniversite mezunu gençler, bugün büyük bir işsizlik krizi ile karşı karşıya. Bunun fanatizm ve şiddete davetiye çıkartmasından korkuyorum.” Zewail, bilimsel gelişme için yapılması gerekenleri şöyle sıralıyor: 1. Okuryazarlığı arttırmak; kadınların sosyal yaşamda daha etkin rol almalarını sağlamak ve eğitimdeki aksaklıkları gidermek 2. Özgür düşüncenin önündeki engelleri kal dırmak, bürokrasiyi basitleştirmek, liyakate dayalı ücret sistemini kurmak ve bağımsız bir hukuk sisteminin yerleşmesi için anayasa reformunu yaşama geçirmek 3. Halkların özgüvenlerini yeniden kazanmaları için Müslüman ülkelerin tümünde bilim ve teknoloji için mükemmeliyet merkezlerinin açılmasına ön ayak olmak Zewail’e göre gelişmiş ülkeler de bu arada boş durmamalı. Çalışmalarında Ortadoğu ülkelerindeki bilim insanları ile işbirliği yapmalı ve bu merkezlerin gelişmesi için destek sağlamalı. Thomson Reuters’ın hazırladığı dosyada mercek altına alınan 14 ülke şöyle: Bahreyn, Mısır, ran, Irak, Ürdün, Kuveyt, Lübnan, Umman, Katar, Suudi Arabistan, Suriye, Türkiye, Birleşik Arap Emirlikleri ve Yemen. Bu ülkeleri tanımlamak için kullanılan AP&TME kısaltması Arap, ran ve Türk Ortadoğusu anlamına gelen Arabian, Persian & Turkish Middle East’in baş harflerinden oluşuyor. Bu ülkelerin nüfusları, ekonomileri ve coğrafyaları birbirinden farklı; hepsi küresel çerçevede özgün bir yapıya sahip olmakla birlikte, ortak noktaları AB, Afrika, Rusya, eski Sovyet cumhuriyetleri ve Asya arasında geçiş yolları üzerinde bulunmaları. Dolayısıyla genç nüfustan kaynaklanan iç dinamiklerinin yanı sıra komşu ülkelerle kurdukları işbirliği sayesinde büyük bir gelişme potansiyeline sahipler. Bilimsel araştırma analizlerinin tutarlı bir çerçeveye oturtulması için raporda bu ülkeler iki gruba ayrılıyor. Birinci grup, Thomson Reuters’a ait internetteki Web of Knowledge adı verilen atıf endeksine göre yılda 1.000 makaleden fazla yayın yapan 5 ülkeden oluşuyor. Bunlar Türkiye, ran, Suudi Arabistan, Lübnan ve Mısır’dır. kinci grupta daha az sayıda yayın yapan 9 ülke yer alıyor. Şekil 1’de 2000 ve 2009 yılları arasında birinci grubun ürettiği yıllık bilimsel yayın sayısı görülüyor. Şekil 1’de diğer ülkelerle karşılaştırıldığında Türkiye’nin üstünlüğü açıkça görülüyor; 2000 yılındaki 5.000 yayından 2009’daki 22.000 yayına ulaşan çok büyük bir hamle yapıyor. Türkiye’yi hemen arkasından ran izliyor. 2000 yılında yaklaşık 1.300 yayın ile yola çıkan ran, özellikle 2004 yılından sonra Türkiye’ye benzer bir gelişme sergi BÖLGEN N ÖZELL KLER B L MSEL GEL ŞME Ç N REÇETE TÜRK YE’DEN BÜYÜK HAMLE CBT 1271/ 6 29 Temmuz 2011
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle