Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
HUKUK POL T KASI Dillerin biçimlenmesi: Kültürel mi, yoksa bilişsel mi? Yeni araştırmalar dilin özünde insanların temel düşünme biçiminin yattığı görüşünü tartışmaya açıyor. Bu araştırmalara göre diller insan beyninde yerleşik olan evrensel kurallarla değil, kendilerine özgü yapısal yöntemlerle evriliyorlar. Ne var ki, bu bulgular da şimdiden çekişmelere neden oluyorlar. Hayrettin Ökçesiz okcesizhayrettin@gmail.com http://okcesizhayrettin.blogspot.com Birgün Gazetesinden Semin Sezerer “Dört başı ‘mağdur’ hukuk” adını verdiği (3 Temmuz) Pazar eki dosyası için benden birkaç sorusuna yanıt istemişti. Oradaki sözlerimi (iyileştirerek ve kısaltarak) CBTOkurumun da ilgisine sunuyorum: “Bir Gün Şu Hastalıklı Vatan Canlanırsa...” (*) 1) Yargının/hukukun politikayla ilişkisi nasıl kurulmuştur? Hukuk Devleti’nde erkler hem birbirleri karşısında özerktir, hem de aralarında karşılıklı bir bağ(ımlılık) vardır. Luhmann’cı (işlevselyapısal) bir sistem kuramıyla bunu daha iyi anlamlandırabiliriz. Siyasal kararlar yasama organında yasaya; yürütme organında idari eylem ve işlemlere dönüşerek, yargının hukuka uygunluk denetimi altına girerler. Siyasetin yargıyla bunun dışındaki her ilişkisi gayrimeşrudur. Mahkemelerde görülen davalarda usul hukukunun dışında her biçimde ve içerikte herkesten gelebilecek her karışma da aynı biçimde gayrimeşrudur. Usul hukukunun evrensel temel ilkelerine tüm pozitif hukuk (tüm yurttaşlar, elbette politikacılar da hal ve tavırlarında) uygunluk göstermek zorundadır. 2) İktidarların hukuku kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmesi, sistemi nasıl etkiler? Demokrasinin üç kuvvetinden biri olan yargı neden diğer iki kuvvet tarafından denetlenmek isteniyor? İktidarlar kendilerini bağlayan pozitif hukuk normlarını kendi hedeflerine uyacak biçimde anlamaya çalışacaktır. Yargı da bu uygulama sırasında ortaya çıkan norm ihlallerini hukukun dışına atmak için öngörülen işlevini icra edecektir. Temel sorun, yargının bu denetim işlevini görürken siyasal iktidarların, özellikle yasama erki üzerinden giriştikleri haksız müdahalelerine maruz kalmasıdır. Yani yasama erki dolaylı bile olsa yargı bağımsızlığını ve yansızlığını zorlaştıracak içerikte tasarruflara yönlendirilirse, erkler ayrılığı ilkesiyle vücut bulan Hukuk Devleti geri dönüşü çok zor bir çürüme sürecine girer. Siyasal iktidar her türlü hileyle, erklerin bu işlevselyapısal bütünlüklerini, her birinin bir diğerine ölçüsüz karışmasına yol açacak bir biçimde zedelerse, bu körlüğün sancılı sonuçları diğer alt sistemlere ve tüm hukuk devleti yurttaşlarına çok geçmeden yansır. 3) “Yargı bağımsızlığı” daha önce CHP’nin dilinden düşmüyordu, şimdi AKP’nin de dilinden düşmez oldu. Bunu nasıl açıklayabiliriz? Siyasette söylenene değil, söyleyene bakmalıdır. Siyasetçinin ne söylediği önemli değildir. Söz bağlılık ister. Siyasetçi böyle bir yükün altına giremez. O, dünle bugün söyledikleri arasındaki çelişkiden kendisine bir sorumluluk çıkarmamaya halkı alıştırmıştır. Öyleyse siyasetçinin ne söylediğine değil, yattığı yere bakmalıdır. 4) Türkiye’de özellikle seçim öncesinde ve sonrasında ayyuka çıkan hukuksuz uygulamalar hükümet tarafından daha çok yargının hantallığı olarak gösterilmeye çalışıldı. Zaten seçimden önce devam eden yargının dizayn edilmesi süreci de seçimin ertesinde devam ettirildi. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Yargının pek çok temel sorunu var. Bu sorunlar uzun bir zamandan beri yargıyı layıkıyla işleyemez; halkı da kendisine güvenemez bir duruma getirdi. Siyaset ise, iradesini, bilgisini ve gücünü fesada uğrattığı bu kurumdan son yağı çıkarmaya bakmaktadır. Yargıyı gerçek işlevine ve etkisine kavuşturmanın içtenlikli yolu son zamanlarda yapılanlardan elbette çok daha başkadır. 5) Hukuka olan güven aşındırılarak, “hukuk karşısında ondan daha yüce olan iktidardır” güzellemesi mi yapılmaya çalışılıyor? Bir ülke topla, tüfekle yıkılmaz. Yargıya ettirilen zulümle yıkılır. Yargısının yozlaşmasıyla yıkılır. İktisaden ve siyaseten güçlü hukuk devletlerinin adalet altsistemleri de (oralardaki işlevselyapısal özelliklerinden ötürü) aynı derecede güçlü ve etkilidir. Hukuk devleti olmayı gereğince başaramamış bir ülkeyi yıkmanın, sömürmenin yolu, o ülkede işbirlikçilerini iktidara getirdikten sonra, yargıçları da istenen yönde politize ederek, verilecek işleri layıkıyla görebilecekleri bir hizmethimmet ya da havuçsopa ortamında tutmaktır. Bugün gördüğümüz manzara budur. Yargıçların evrensel hukuk kültürü’nden gelen bilgeliği ve cesareti, mahkemelerin koşulsuz yansızlığı ve bağımsızlığı, devletin adaletiyle birlikte, yetkin bir demokrasi hukukunun oluşumunun ve işleyişinin de güvencesidir. (*) Tevfik Fikret’in “Promete”sinden Çıktı: Mucize Özünal, Sahte Şafak, roman, İstanbul 2011; Adnan Güriz, Sosyal Demokrasi İdeolojisi, Ankara 2011 ve Feminizm Postmodernizm ve Hukuk, Ankara 2011 G ünümüzde dünya üzerinde yaklaşık 7000 farklı dilin olduğuna inanılıyor ve bu diller yapısal açıdan çarpıcı farklılıklar sergiliyorlar. Fince gibi kimi dillerde birleşik sözcükler türetmenin karmaşık yolları varken, Çin’in resmi dili olan Mandarin Çincesi basit, kısa ve değişmez sözcüklerden oluşuyor. Kimi dillerde yüklem tümcenin başında yer alırken, kimilerinde tümcenin ortasında, kimilerinde de sonunda yer alıyor. Gelgelelim, dilbilimcilerin birçoğu bu şaşırtıcı farklılıkların ardında tümel bir mantığın yattığınadilbilgisel yapıların temelini ortak bilişsel etmenlerin oluşturduğuna inanıyor. A.B.D’li Noam Chomsky ve Joseph Greenberg dil konusunda “evrenselci” kuramlara imza atan dilbilimcilerin en önde gelenleri olarak biliniyorlar. Chomsky çocukların dilbilgisiyle ilgili son derece karmaşık ve incelikli kuralları akıllara durgunluk veren bir hızla özümsemelerinden yola çıkarak, insanların doğuştan edinilen bir dil yetisiyle dünyaya geldiklerine ve bu yetinin beynin dil konusunda uzmanlaşmış bölümlerinin etkisiyle geliştiğine inanıyordu. Chomsky bu yeti sayesinde çocukların kendi düşünceleriyle bağıntılı bir dizi “üretici kurallardan” yola çıkarak dilbilgisel ilkeler konusunda bir genelleme yapabildiklerini öne sürüyordu. Chomsky’ye göre diller ekinsel etmenlerin bu kurallarla ilgili parametrelerde meydana getirdiği farklılıklar sonucunda değişip evriliyorlardı. Tek bir farklılık dille ilintili çok sayıda özelliğin değişmesine neden oluyordu. Greenberg ise daha deneysel bir yaklaşımdan yola çıkarak, diller arasında ortak olduğunu gözlemlediği özelliklere dikkat çekiyordu. Bu özelliklerin birçoğu sözcük düzeni ile ilgiliydi. Örneğin, dillerin çoğunda koşul tümceciği genellikle sonuçtan önce geliyordu: “haklı ise, ünlü olacak”. Greenberg bu tür tümellerin, bir olasılıkla insan bilişselliğinin temel ilkelerini de yansıtan, temel dilbilimsel eğilimleri yansıttığına dikkat çekiyordu. Her iki evrenselci görüş de dilin soy ağacıyla ilgili öneriler içeriyor. Chomsky’nin kuramına göre, diller temelde özdeş bir parametrenin ürünleri olduklarından, dil evrildikçe o dile özgü kimi özelliklerin de aynı anda değişime uğramaları gerekiyor. Greenberg’in kuramına göre ise, tam tersine, bir dilin birtakım dilbilgisel özellikleri bağıntılı olsa bile başka özellikler arasında öyle bir bağıntının olmadığı öne sürülüyor. Örneğin, yüklemözne ikilisiyle ilgili söz düzenleri nesneyüklem ikilisi için de geçerli olmuyor. UtoAztek. Araştırmacılar her soy ağacı için geçerli sekiz sözcük düzeni özelliğini ele alıp, istatistiksel yöntemler aracılığıyla, bu ikili özelliklerden her birinin bağımsız ya da bağlantılı bir biçimde evrilme olasılığını hesapladılar. Bu hesaplama araştırmacıların özellikler arasında bir ilişkiler ağı oluşturmalarına ve onları Chomsky ile Greenberg’in kuramlarındaki kestirimlerle kıyaslamalarına olanak sağladı. Sonuçta her iki evrenselci örneğin de elde edilen kanıtlarla bağdaşmadığına tanık olundu. Gray ve arkadaşlarının tanık oldukları bağıntılar yalnızca Greenberg’in sözcük düzeni “tümellerinden” farklı olmakla kalmayıp, bu farklılıklar her dil ailesi için de geçerliydi. Bir başka deyişle, her dil ailesinin temelindeki dilbilgisel yapı öteki dil ailelerinkinden farklıydı. Her dil ailesinde zaman içinde gelişip değişen kendine özgü kurallar olduğundan, tüm dillerin evrensel bilişsel etmenlerle yönetildikleri yönünde bir görüşe kapılmak yersiz olurdu. Dahası, iki dil ailesi arasında kimi özellikler açısından bir bağlantı söz konusu olduğunda bile, araştırmacılar bu durumun her bir dil ailesinde farklı biçimlerde oluştuğunu ve aralarındaki ortaklığın bir olasılıkla rastlantısal olduğunu gözler önüne sermişlerdi. Grey ve arkadaşları dillerin en azından sözdizimle ilgili dilbilgisi açısından tümellerle değil, ekinlere özgü yöntemlerle biçimlendirildiği sonucuna varıyorlardı. Max Planck Evrimsel Antropoloji Enstitüsü dilbilimcilerinden Martin Haspelmath elde edilen sonuçlara katılmakla birlikte, konunun uzmanları için bunun hiç de yeni bir şey olmadığına dikkat çekerek,”Dilbilgisel özellikler ve bunlar arasındaki bağlantıların soya dayalı oldukları çoktandır biliniyor,” diye ekliyor. Öte yandan, New York Eyalet Üniversitesi dilbilimcilerinden Matthew Dryer söz konusu bulguları yeterince inandırıcı bulmadığına parmak basarak,”Araştırmada göz ardı edilen, ancak tersi kanıtlanmaya çalışılan görüşleri güçlü biçimde destekleyen yüzü aşkın dil ailesi var. Evrensel koşullar tarafından biçimlendirilmiş olsalar bile, dil aileleri içinde sözdizimi ile ilgili değişmez bağlantılar olduğuna inanmamızı gerektirecek herhangi bir neden yok,” diyor. Haspelmath ise diller arasındaki (kaçınılmaz) farklılıkları belirlemek yerine, ortak özellikleri bulmaya çalışmanın çok daha yararlı olacağına inanıyor ve,”Ekinsel evrim dillerin biçimlenmesinde temel bir rol oynasa da, bunda bilişsel unsurların hiç bir payı olmadığını söylemek çok güç. Karşılaştırmalı dilbilimciler bir şeyleri açıklamak amacıyla tümellere ve bilişsel açıklamalara odaklandılar. Ekinsel evrimin rolü olduğunu söylemek dillerin neden öyle olduklarına bir açıklama getiremeyeceğimiz anlamına geliyor ki, bu da büyük ölçüde doğru. Ancak işin gerçeği bu kadarla kalmıyor,” diyor. RU, Nature online, 13 Nisan 2011 FARKLI D L A LELER Yeni Zelanda’daki Auckland Üniversitesi ruhbilimcilerinden Russell Gray ve arkadaşları bu görüşlerin doğru olup olmadığını anlamak amacıyla evrimsel dirimbilim dalında geliştirilen “filogenetik çözümleme” adlı bir yöntemden yararlanarak iki bini aşkın dili temsil eden dört soy ağacını yeniden oluşturdular: Avustronezya, HintAvrupa, Bantu ve CBT 1271/13 29 Temmuz 2011 YEN D L SOYAĞACI