Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Kurumlarda bilimi dışlama gündemde Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk, çoğu yoksunluğumuzun kökeninde temel bilim eksikliği yattığının farkında idi. Bu nedenle, onca savaşın ardından bir ulus yaratma, bir devlet kurma gibi yoğun işleri arasında, Türkçe terimleri de üreterek bir geometri kitabı yazmak zorunda kalmıştı. Yine bu nedenle, Cumhuriyetin ilk yıllarında ülkemize davet edilen yabancı bilim adamları arasında temel bilimciler ağırlıkta idi. Prof. Dr. Ferit Pehlivan Ufuk Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Biyofizik Anabilim Dalı Türk Biyofizik Derneği Başkanı pehlivan@tr.net Bilimsiz teknoloji, bilimsiz tıp G eçmişimize baktığımızda, temel bilimler içinde kurgusu en sağlam olan “fizik”, Osmanlıca içinde bir terim olarak bile yer bulamamıştı. Mektebi Tıbbiyei Adliyei Şahane’de “Hikmeti Tabiiye” adı ile okutulan dersin kapsamı kısmen fiziğe karşılık tutulabilirdi. Ancak bu okulun 60 yıllık tarihi boyunca bu dersi okutmuş hocalar da ya yabancı uyruklu, ya da Ermeni veya Rum asıllı idiler (1). Cumhuriyet ile girdiğimiz olumlu bilim rotamızı 1950 den sonra gelen iktidarlar tersine çevirdiler. lkokula başladığım 1950’li yıllarda, anlamlarını çok sonraları daha iyi yorumlayabildiğim, o dönemin bazı sloganları altmış yıldır unutamayacağım biçimde belleğime kazınmış gibidir: “Bilimle uğraşmak lükstür, zengin ülkelerin harcıdır. Biz bir an önce teknoloji ile kalkınmalıyız”. Böylece altmış yıldır bilimsiz teknoloji ile köşeyi dönmeyi düşleyerek kendimizi aldattığımız bir kısır döngüye girmiş olduk. Sivil ya de askeri, 1950’den sonraki tüm iktidarların ve de ne yazık ki üniversitelerimizin, bu sapmayı görmemekte sorumluluğu vardır. Bu sapmaya paralel olarak Cumhuriyet döneminin en önemli aydınlanma girişimi Köy Enstitüleri kapatılırken Atatürk ve nönü zamanında en saygın mesleklerden olan her kademedeki öğretmenlik, giderek gözden düşürülmüş, oysa mühendislik abartılı bir şekilde yüceltilmiştir. Fen fakültesi mezunu bir lise fizik öğretmeni 1950’li yılların sonlarında 637 lira aylık alırken, herhangi mühendis unvanlı biri ise kamu görevlerinde 110 lira gündelikle (110 x 30 = 3 300 TL aylık) isdihdam edilirdi. Fen Fakülteleri, yetiştirdiği elemanların bu pastadan mahrum kalmamalarını sağlamak için, dünyada pek örneği olmayan bir kavram yaratmış, artık fizikçi değil “fizik mühendisi” yetiştirir olmuşlardı. Kimse artık, mühendislikleri varken, düz fizikçi veya kimyacı olarak anılmak istemiyor; fizik öğretmenliği gibi, kimya öğretmenliği gibi adi bir iş (!) yapmak istemiyordu. Liselere fen öğretmeni krizi 1950’li yılların sonlarına doğru had safhaya ulaşınca, şöyle bir çözüm bulundu. Köy Enstitülerinin yerlerini alan ilköğretmen okullarından seçilen öğrencilere üniversite kapısı açılırsa, nitelikli, ancak 637 lira aylıkla çalışabilecek lise öğretmenleri bu yolla sağlanabilirdi. Yüksek Öğretmen Okulu adı verilen bu okullar, kısa bir süre, yalnızca lise fen öğretmenliğinin değil, çoğu fen fakültemizin de fizik, kimya, biyoloji ve matematik öğretim üyesi kaynağı oldu. Az bilinen bu okulların öyküsünü Prof. Dr. sa Eşme kitaplaştırdı (2). Ancak 1965 seçimlerinde Ankara’da bu okul öğrencilerinin oy kullandığı sandıktan çıkan oy dağılımı bazılarını yine irkiltmişti, kapısına bir süre sonra kilit vuruldu. Temel bilime karşı oluş ne yazık ki bilim kurumlarımızı da sarmıştı. TÜB TAK veya benzeri araştırma destek kuruluşlarının bir projeyi desteklerken en önemli sorgusu “Bu proje ülkemizin hangi sorununun çözümüne pratik katkıda bulunacak” şeklindedir. Böyle bir gerekçe uyduramazsanız destek alamazdınız. Ankara Tıp Fakültesi’nde 1970’li yıllarda hazırladığım, ancak içinde fizik, matematik çok kullanılmış doktora tezimi bir jüri üyesi on beş gün kadar incelemişti. Bu inceleme sonrasındaki görüşmemizde kullandığı iki sözcük çok çarpıcıdır. Masasının üzerindeki tezimi elinin tersi ile hafifçe iterken, “bilimsel olmuş” deyivermişti. Ve “bilimsel” b sözcüğünü “gereksiz”, “beyhude” sözcükleri ile eşanlamda kullanmıştı! Mühendisliğin abartılı yüceltilmişliğinin bir devamı olarak, ünlü üniversitelerimizden Hacettepe Üniversitesi’nin Fen Fakültesi bünyesi içinde hâlâ fizik bölümü yoktur, ama Mühendislik Fakültesi bünyesinde “Fizik Mühendisliği Bölümü” vardır. O dönemin dekanının atanır atanmaz ilk mesajı “Öğrenciler 1. sınıftaki fizik ve kimya derslerini eleştiriyorlar, bunları bir masaya yatırmak lazım” olmuştu. Başlangıçta fizik, kimya gereksiz derken bir süre sonra biyofizik, biyokimya, fizyoloji için de gereksiz diyerek, temel tıp derslerinin tümünü kaldıran, reform adı altında ülkemiz için çok yanlış bir seçim olan “Probleme Dayalı Öğretim” yöntemi dayatılmıştı. Doğup büyüdüğüm, Malatya’nın Doğanşehir ilçesinde, 1940’lı1950’li yıllarda tek hükümet tabibinin tüm ilçenin sağlık sorunlarına yetişmesi olanaksızdı. Ama kasabamızın bir Ümmi Ninesi vardı. nsanlığın yüzlerce, binlerce yıllık deneyimlerine dayalı sağlık sorunları ve çözüm yolları adeta onun belleğinde kayıtlı idi. Başı ağrıyandan ağır bir yarası olana kadar, sağlık sorunu olan herkes önce ona uğrardı. Ümmi Ninemiz nur içinde yatsın, sağlık konularında doğal çözümler üretirdi, ancak çözümlerinin nedenleri ve nasılları ile hiç ilgili değildi. Isınmak, sıcak, soğuk sözcüklerinin anlamlarını bilir ve yerli yerinde kullanırdı ancak “sıcaklık” ve “ısı” sözcüklerinin terim olarak anlamlarını bilmez ve kullanmazdı. Birinci sınıftan hastalık modelleri ile başlayan, temel bilim ve temel tıp bilimlerini dışlayan tıp eğitim modeli ülkemiz için tam bir Ümmi Nine Tıbbı’na geri dönüştü. Amerika ve Kanada böyle bir yöntemi deneyebilirdi. Ancak bizde bunu dayatanlar, ülkemizdeki orta dereceli okullarda fen eğitiminin tüm Avrupa ülkelerinin gerisinde kaldığının, ran’ın, Ermenistan’ın, Bahreyn’in, Malezya’nın gerisinde olduğumuzun farkında değillerdi. Seçme öğrencilerimizin en değerli zamanlarını doktorculuk oyunu ile geçirtiyorlardı. Bilim tarihi kaynakları, fiziğin en önemli ilkelerinden biri olan Enerjinin Korunumu lkesi’ni ilk sezen kişinin Julius Robert Mayer (18141878) isimli bir cerrahfizikçi olduğunu, tam formülize edenin de 78 yıl askeri tabip olarak çalışmış olan yine tabipfiziçi Hermann von Helmholtz (1821–1894) olduğunu yazarlar. Fiziğin en önemli ilkesini ortaya çıkaran tabip tipinden ısı (heat) ve sıcaklık (temperature) kavramlarının farkını bilmediğinden, ikisini de aynı sözcükle “ısı” olarak karşılayan ülkemizdeki bugünkü tabip tipine dönmüş bulunuyoruz. Isı ve sıcaklık kavram farkını Ümmi Nine de bilmezdi ama bilimsellik iddiasında da değildi. Bilimsizlik yarışında Pamukkale Tıp Fakültesi tıp eğitiminde biyofiziği tamamen dışlamaya çalışıyor. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin 2. sınıf programına bakıyorum, fizyoloji konularının yarısına klinikçiler el koymuş gözüküyor. Diğer biyomedikal alanlarımız da farklı değil. Örneğin Hacettepe Fen Fakültesi Biyoloji Bölümünde de fizik ve matematik dersleri hiç yok. Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi’nde, birinci sınıflarındaki fiziğin adını medikal fizik yaptılar olmadı, biyofizik yaptılar olmadı, dersi tümden kaldırdılar olmadı. Akreditasyon vb. girişimleri zorlayınca sonunda yine koymuşlar: Yılda toplam 15 saat! Var mı var! Temel bilimlerden uzaklaşmanın farkına vardığını bildiğim çok az kişi ve kurum var. Şu sıralar özellikle hükümet ve YÖK çevrelerinin, dünyada hiçbir örneği olmayacak şekilde, tıp fakültelerini yalnızca kliniğe indirgeyip temel tıp bilimlerini bir yüksekokula devretme eğiliminde olduğunu duyuyoruz. Eğer tıp fakülteleri böyle bir sonuçla karşılaşırlarsa, bunun gerçek sorumluları tıp fakültelerimizin kendi içlerinde, tıp eğitiminde reform yapıyoruz sloganıyla yola çıkıp temel tıp bilimlerini dışlayarak, tıp fakülteleri ile devlet hastaneleri arasındaki farkı ortadan kaldıran, tıp eğitimini Ümmi Nine Tıbbı’na indirgeyenler olacaktır. ISI VE SICAKLIĞI B LMEYENLER ki önemli tıp eğitim sistemi vardır. Bizim de benimsediğimiz Avrupa sistemi, lise sonrası 6 yıllık bir tıp eğitimi öngörür ve bunun ilk yılı temel bilimlere (eski bir deyimle FKB yani, fizik, kimya, biyoloji), izleyen iki yılı temel tıp bilimlerine (anatomi, histoloji, fizyoloji, biyofizik, biyokimya, mikrobiyoloji) ayrılır, daha sonra klinik bilimleri yer alır. AmerikaKanada sisteminde ise tıp eğitimini hedefleyen öğrenciler öncelikle lise sonrası en az üçdört yıl süren, “Tıp öncesi” (Premed school) adı ile anılan ve fizik, kimya, biyoloji ağırlıklı eğitim veren bir yüksekokul bitirmek zorundadırlar. Adeta önce bir fen fakültesini bitirir, 22 yaşında tıp fakültesine başvurabilirsiniz. Tıpta bilimsizlik salgını Sayın Doğramacı’nın YÖK’ünün tıpta birinci sınıf fizik ve kimya eğitim saatlerini yarıdan aza indirmesi ile başlar. Hacettepe Tıp Fakültesi bu tırpanı yeterli bulmadı, 1990’lı yıllarda fizik dersini sıfırlayıp herkesi rahatlattı! Ankara Tıp ondan geri kalamazdı! Eğitimde yapılan değişiklikler en erken 1520 yıl sonra kendini hissettirmeye başlar. O nedenle bugünden eğitim programlarında yenilikler yapıp uygulamaya başlamak doğru bir tutum olacaktır. Nitekim bu amaca yönelik sürdürülebilirlik için eğitimin tartışılacağı yeşil eğitim konulu eğitimci, çevreci, ekonomist, sanayici ve bunların yöneticilerin katılacağı 1921 Ekim 2011 tarihleri arasında Almanya’nın Karlsruhe şehrinde bir toplantı (www.etechgermany.com) düzenlendi. Ayrıca programlara paralel olarak öğretmenlerin eğitiminde, yeni yapılmakta olan okulların fiziksel yapılarında, eğitim yönetim ve düzenlenmesinde de bu anlayışla değişimler yapmak bir zorunluluk haline gelmiştir... B L MS Z TIP YA DA ÜMM N NE TIBBI CBT 1271/ 19 29 Temmuz 2011 rılıkçı sorunları körüklemekte dünya genelinde savaş anarşi ve teröre ortam hazırlamaktadır. Yoksullara destek verme, yoksulluğu, işsizliği ve bozulan gelir farkını azaltmak zengin ülkeler ve insanlar için bir tercih değil kaçınılmaz bir zorunluluk haline gelmiştir. Sonuç Eğitim programlarında geleceğe yönelik sorunların ne olabileceği ve bu sorunların nasıl çözülebileceği konusunda öngörülerde bulunamazsak yaşam bir noktaya gelir tıkanır kalır, sürdürülebilirlikten çıkar, doğanın dengesi bozulur ve bazı canlıların daha hızla yok olması şeklinde istenmeyen nicel değişimler başlar. Bu nokta geri dönüşümü olmayan ve değişim hızı frenlenemeyen bir durumdur.